Edebiyatın büyülü gerçekçilik akımı
Bu yıl 39’uncusu düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı’nın onur konuğu yazar Nazlı Eray ile 'Kitabın Büyülü Dünyası'nı konuştuk...
Bu yıl 39’uncusu düzenlenecek olan İstanbul Kitap Fuarı’nın onur konuğu, yazar Nazlı Eray olarak belirlendi. TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği iş birliğiyle hazırlanan 39. İstanbul Kitap Fuarı, Büyükçekmece’deki TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde bugün başladı. Fuar, fantastik edebiyattan bilim kurguya edebiyatın büyülü gerçekçilik akımına odaklanacak şekilde “Kitabın Büyülü Dünyası” temasıyla gerçekleşecek. Yüzlerce yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılım sağlayacağı dokuz günlük fuar kapsamında söyleşi, panel, şiir dinletisi ve çocuk etkinliklerinden oluşan kültür faaliyetleri ile imza günleri düzenlenecek. Fuar 11 Aralık tarihine kadar devam edecek.
Onur konuğu Nazlı Eray’ın, bugüne kadar 75 kitabı okurla buluştu. Eray’ın da katılımıyla söyleşi, panel ve etkinlikler yapılacak. Ayrıca TÜYAP tarafından yazarın yaşamına ve eserlerine odaklanan Beynimde Kum Fırtınası-Kalbim Şelale adlı anı kitabı hazırlandı. Nazlı Eray’la söyleştik.
39. İstanbul Tüyap Kitap Fuarı’nın onur konuğusunuz. Bu konuda neler söylersiniz, neler hissediyorsunuz?
Öncelikle kitap fuarında onur konuğu olmak muhteşem bir şey benim için. Büyük bir ödül. Heyecan verici, onur verici bir ödül. Hele bugüne kadar onur konuğu olan yazarları düşündüğümde onlardan biri olmaktan tabii ki gurur duydum. Bu ödül beni yeni eserler vermem için motive edecek. Ödül aynı zamanda benim yeni yollar bulmama ve yeni kanallar açmama da yol açacak.
- Yeni kanallarla ne kast ediyorsunuz?
Ben 16 yaşımdan beri büyülü gerçekçilik yazıyorum. Türkiye’de bu konuda öncüyüm. Bu alanda yazmayı hiçbir zaman bırakamam. O benim için büyülü bir prizma ve ben dünyayı öyle görüyorum. Gördüğümü, duyduğumu, hissettiğimi yazdığım için hiçbir zaman değişmeyecek. Benim 75 kitabım var. Yeni kitabımda bambaşka kanallara girmeyi düşünüyorum.
- Ne gibi?
Hızlı ve elektronik bir çağda yaşıyoruz. Telefonlar kimsenin elinden düşmüyor. Kitaplar biraz raflarda kalmış durumda. Kitapseverler daima kitap seviyor, ama yakın gelecekte kitaplar tamamen raflarda kalabilir gibi geliyor bana. Elektronik dünya insanları sessizleştirdi. Telefon hayatımızdan bir gün bile çıktığında kendimizi kötü hissediyoruz. Özellikle gençlik tamamen bağımlı olmuş durumda. Bu bağımlılık korkunç ve tehlikeli bir şey.
ZAMAN İNSANIN YARATTIĞI BİR ŞEY
- Maalesef öyle bir zamanda yaşıyoruz. Biraz da zaman üzerine konuşalım. Sizce zaman nedir?
Zaman gelip geçen bir şey mi? Zaman gelir, zaman geçer, zamanın içinde olunur. Yoksa zaman geliyor mu? Biz zaman geçiyor diyoruz, ama yoksa zaman bizim üzerimize dalga dalga gelen bir şey mi? Biz zamanı nasıl hissediyoruz? Ben mesela zamanı bir binanın üzerinde hissederim. Bir eski kenti dolaşırken zamanın izlerini görürüm. Floransa’da mimaride görürüm zamanı. Yıkılmakta olan bir eve girdiğin zaman -ki ben gezmişimdir- hüzün verir. Orada zamanın izini görürsün. Yaşanmış anıların tozlara karışmasını görüyorsun. İnsan vücudunda da zaman görülebilir.
Yaşlanmayı biz zamana bağlarız değil mi? Artık zamanı geldi deriz. Halbuki zaman; insanın kendi yarattığı bir şey. Zaman kolundaki saat veya çay saati kahve saati değil. Niçin insana mutluluk veren geziler, geceler, oyunlar çabucak bitiyor da hapisler, hastaneler, bekleyişler, pencere kenarında oturuşlar, bize çok uzun geliyor? Demek ki zamanın düğmesi bizim beynimizde, bizim ruhumuzda. Yani zamanı da insanoğlu kendi yaratmış.
Zaman var mı yok mu? Einstein “Zaman büyük bir palavradır” demiş. Palavra değil, ama acaba gidiyor mu geliyor mu? Elektronik çağla birlikte acaba zaman dönüş mü yaptı. İnsanın üstüne üstüne mi geliyor? Kovalıyor mu? Zaman değişik bir şey, hortum gibi. Var mı yok mu? Sen zamanı takvimde, kolundaki saatte, arkadaşının yüzündeki çizgide görüyorsun. Başka türlü zaman yok.
CANLI EDEBİYAT
- Edebiyat açısından baktığınızda, geçen zaman edebiyatta neleri değiştirdi?
Çok şeyi değiştirdi. Modernizm, büyülü gerçeklik, fantastik romanlar geldi. Bunun yanı sıra edebiyattan uyarlanan romanlar, diziler geldi. Televizyon serileri geldi. İki kapak arasında görmeye alıştığımız dünyalar canlandı, renklendi. Kadınlandı, erkeklendi.
Edebiyat, daha fazla canlandırılabilir. Mesela ben çocukluğumu düşünüyorum. Ben, Tepebaşında, Şişhane’de bir kenar mahallede büyüdüm. Tebeşirle yere çizilmiş altıgenin içinde pabucum ucuyla taşı itekleyerek saatler geçirirdim. Üçtaş, beştaş oynardım. Bir taraftan Kasımpaşa gözükürdü. Mahalle arasına güneş ışıkları sızar ama oralar loştur, kendine özgü bir kokusu vardır. Tramvay geçer “dan dan” diye. Bankalar caddesi aşağıya doğru akar gider.
Haliç bir subayın formasındaki apolet gibi parlar. Öyle değişik bir dünya. Hem çok küçük hem çok büyük. Hem çok güzel hem çok zor. Unutulmaz bir dünyaydı bence. Ben o dünyayı çok özlüyorum ve o dünyada yaşamış olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bir incir ağacına tırmanıp düştükten sonra sabaha kadar aynanın karşında, kulaklarımın çıkıp eşek olmayı beklediğim zamanı düşünüyorum. Bunlar büyülü şeyler ve Büyülü Gerçekçilik’in temelleri. Şimdi bunlar yok. Arka bahçeler yok. O oyunlar, mahalleler artık yok.
BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK
- Sizin 76 kitabınız var. Büyülü Gerçekçilik dediğiz alanda çok iyi eserler verdiniz. Türk edebiyatını bu alanda nerede görüyorsunuz?
Ben 16 yaşımdan beri yazıyorum. Büyülü Gerçekçilik bir tür. Ben bu türü; “gerçek ve duygunun üzerine atılmış bir tül” diye tarif ediyorum. Elinden tutup seni bir eve sokup o evin içinde, olmayacak şeylere, inanılmayacaklara inandırıp, sonra öbür kapıdan çıkarmayı olanaklı kılıp, eğlendirmeyi ve mutlu etmeyi, şaşırtmayı, hüzünlendirmeyi amaçlar.
Bunu Fantastik edebiyatla karıştırmamak lazım. Fantastik edebiyat daha Harry Potter gibi birilerinin süpürgeye binip havalandığı, büyü kazanlarının karıştırıldığı, karga sürülerinin havada uçtuğu anlatımların bulunduğu tür.
Benim yazdıklarımın yüzde doksanı gerçek. Ben hayatımı, hayatı yazıyorum, ama onu öyle bir değişik taraftan görüyorum ki, elimde bir nar ya da bir top, okurla voleybol oynar gibi yazıyorum. Hayatımın izdüşümlerini beni okuyanla paslaşarak yazıyorum.
- Yazmak sizce nasıl bir şey?
Yazmak yalnızlığa karşı bir şey, belki ölüme karşı belki de zamana karşı bir şey. Yani zaman ölümü çok düşündürür. Rüya, zaman ve gerçek, sınırı olmayan şeyler.
Bunların yanına belleği koyarım. Bellek sonsuz bir çöl, gökyüzü, yıldızlar. Belleği çok iyi korumak lazım. Sırf bellekle yaşanabilir. Ben yaşarım. O yüzden belliğimi güçlü tutmaya çalışırım. İnsan nasıl ki, iki şeftali ve bir bardak suyla birkaç gün yaşayabilirse sırf bellekle de yaşayabilir.
- Sizce fuarların, kültür hayatımıza bir katkısı oluyor mu? Okuryazar açısından bakıldığında neler söylersiniz?
Kültür hayatımıza tabii ki katkısı oluyor. Bir kere okuryazarı karşısında görüyor. Kitaplar bir arada olduğu için okur kolaylıkla kitap seçebiliyor. Ayrıca raflarda kitabın arkasına bakıp seçmek oldukça zor. Halbuki fuarlarda okur önüne serilmiş bütün kitapları kapağından görüp daha kolay fikir sahibi olabiliyor. Hiç aklında olmayan bir kitap karşına çıkabiliyor. Bunların hepsi okur açısından büyük avantaj. Aynı zamanda hiç tanımadığın bin yazarı görüp, birebir konuşma şansı da var.
- Fuar onur konuğu olarak nasıl etkinlikler bekliyor okuyucunuzu?
Çok yoğun bir etkinlik programımız var. Paneller, imza günleri ve bir akşam yemeğimiz olacak.
‘HAYATIMIN MÜSVETESİ’
- Bundan sonraki çalışmalarınız konusunda neler söylersiniz?
Aslında ben oyun yazmayı seviyorum ama şu anda Hayatımın Müsveddesi adını verdiğim kitabı yazıyorum. Bu bir otobiyografi. Benim üç biyografi veya otobiyografi kitabım var, bu dördüncü olacak. Aslında bu en büyülü gerçekçi olan hayatımın müsveddesi. Bir cinci var bu kitapta adı Antoine. Antoine’ın aynasında hayatının çeşitli bölümlerini görüyorsun. Hayat kucağında bir yumak şeklinde verilmiş. Çıldırıyorsun, seviniyorsun, gökyüzü, yıldızlar, çocukluğun, gençliğin, hastalıkların, doğum yaptığın yatak, aşkların, sevgilinle buluşmaların, ümitsizliklerin, buluştuğun pastaneler, mektuplar, her şey. Bence hayatı küçük küçük şeyler yapıyor. Antoine her şeyi gösteriyor yani. Annen, tam annemin yeşil gözlerini görüp ağlayacakken başka bir şey gösteriyor. Ayna kapanıyor, karanlık gökyüzü, yıldızlar kaybolmuş. Yine yalnızsın. Çünkü insan yalnız genelde. Ve diyorsun ki, “Elimde tuttuğum şey bir kalp kadar gerçek ve bir hazine. Dayanamayıp Antoine a soruyorsun; “Antoine nedir bu” diye. Antoine gülüyor ve “O senin için bir hazine. Sadece sana ait.” Böyle başlıyor.
- Tüyap Kitap Fuarı her onur konuğu için bir kitap yapar. Bu artık bir gelenek oldu. Sizinle kim nasıl yaptı?
Evet benimle de yapıldı. Faruk Şüyün’le çalıştık. Uzun soluklu bir çalışma oldu. Geçtiğimiz yaz Bodrum’da hemen hemen her gün çalışarak hazırladık. Adını da “Beynimde Kum Fırtınası-Kalbim Şelale”koyduk. Kapağına da benim bir çocukluk fotoğrafımı koyarak okura sunduk.
NAZLI ERAY KİMDİR?
1945 yılında Ankara’da doğdu. İstanbul İngiliz Kız Ortaokulu ve Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve bu bölümden ayrılarak geçtiği Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğrenimini yarıda bırakarak Ankara’ya yerleşti.
Yazma serüveni 1959’da ortaokul yıllarında kaleme aldığı “Mösyö Hristo” öyküsüyle başladı. Öyküleri Türk Dili, Varlık, Oluşum, Yazko Edebiyat, Gösteri, Adam Öykü ve Dönemeç gibi dergilerde yayımlandı. İlk öykü kitabı “Ah Bayım Ah” 1976’da okurla buluştu. 1977-1978 yıllarında Uluslararası Yazarlar Birliği’nin konuğu olarak ABD Iowa Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazım dersleri verdi. Cumhuriyet, Güneş, Radikal, Akşam gibi gazetelerde yazılarını “Düş İşleri Bülteni” adlı köşesinde yayımladı. Öykü, roman ve oyunları pek çok dile çevrildi. Öykülerinden kısa film ve televizyon dizileri yapıldı.
Radyo ve televizyon kanalları için oyunlar yazdı, programlar hazırladı.
“Monte Kristo” ve “Rüya Sokağı” öyküleri 2005’te İtalyan yönetmen Angelo Savelli tarafından “L’ultimo Harem” (Son Harem) adıyla oyunlaştırıldı, İtalya ve Türkiye’de sahnelendi. “Yoldan Geçen Öyküler” kitabında yer alan “Karanfil Gece Kursu” öyküsüyle 1988 Haldun Taner Öykü Ödülü’ne; “Aşkı Giyinen Adam” romanıyla da 2002 Yunus Nadi Roman Ödülü’ne değer görüldü.
Türk Kütüphaneciler Derneği En İyi Romancı Ödülü (2009), Başkent Rotary Kulübü Meslek Ödülü (2010) ve Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’nin ilk Mavi Anka Ödülü’nü (2014) kazandı. Ankara Kulübü Derneği’nin Ankara’ya Değer Katan Yazar Ödülü (2016), Dünya Kardeşlik Birliği Mevlana Yüce Vakfı’nın Evrensel Kardeşlikten Dünya Barışına Katkı Ödülü (2017) ve Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı’nın Sanat Çınarı Ödülü’nün (2019) sahibi oldu.
Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) üyesi olan Eray, ABD Iowa Üniversitesi’nin de onursal üyesi.