Editör bir denge unsurudur, köprü görevi görür yazar, tasarımcı, çizer, yayınevi hatta okuyucu arasında: Ben ‘kelime tamircisi’yim

Editörlüğü artık sadece kitap, dergi, gazete editörlüğü ile sınırlı değil. Sosyal medyayla birlikte içerik editörlüğü de hayatımıza girdi.

Hem yaratıcı olup hem doğru Türkçeyle yazmak oldukça önemli. Sosyal medya iş ilanlarında sıkça görüyoruz; “Türkçeyi doğru kullanan, dile hâkim…” gibi ifadeleri. E-kitaplar, sesli kitaplar… Kendisini kelime tamircisi olarak tanımlayan editör Gökçe Demirelli ile konuştuk.

  • Sevgili Gökçe Demirelli Buran, sizi ilk kez bu söyleşide adınızı duyacak, tanıyacak olan okurlar için nasıl tanımlarsınız kendinizi?

Öncelikle ben ‘Kelime Tamircisi’yim, işine âşık bir editör olduğumu söyleyebilirim. 2004 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun oldum. Çeşitli kurumsal firmalarda uzun yıllar çalışsam da üniversitede okurken bile yayıncılık hayatının mutfağındaydım, kurumsal hayatta da bir an olsun bırakmadım. Öyle bir tutkuydu ki benim için, okulumun Beyazıt’ta olması, Sahaflar, kitap kokusu, Türkçeye olan aşkım, üniversitenin kütüphanesi zannediyorum beni öğrenciyken Cağaloğlu’na sürükledi.

Pek çok yayınevini dolaştım, öğrenci olarak ne iş olsa yaparım, dedim. Dizgi, deşifre, son okuma, redaksiyon derken editör oldum, hayalimi gerçekleştirdim ve kurumsal hayata veda ettim. Kendime henüz yazar demesem de çocuk kitaplarım da var. Editörlüğün her alanını seviyorum; kurgu, kurgu dışı ayırt etmem ama çocuklara dair her şey beni ayrı heyecanlandırıyor. Ayrıca “Doğru Yazalım, Doğru Konuşalım” eğitimleri de veriyorum. Türkçe bir yana dünya bir yana.

  • Editörlük ve yazar arasındaki çetrefilli ilişkiyi bütün yazarlar ve editörler bilir. Çetrefilli olmasının nedeni, kişisel beğenilerin farklılığından mı kaynaklanır yoksa edebiyatın kabul görmüş kriterlerini koşulsuz uygulama isteğinden mi? Ayrıca uyumlu çalışan yok mudur?

Editör bir denge unsurudur, köprü görevi görür yazar, tasarımcı, çizer, yayınevi hatta okuyucu arasında. Aslında bu çetrefilli durumu günümüzde bunlarla sınırlayamam, ne yazık ki artık satış kaygıları, yayıncılık maliyetleri, kâğıt fiyatları… her sektörde olduğu gibi yayıncılık sektöründe de ne yazık ki zor zamanlardan geçiyoruz. Eserleri değerlendirme kriterlerine de yansıyor bu durum. Eskiden sadece eserin niteliği baz alınırken şimdi satış kaygılarıyla beraber değerlendirmeler yapılıyor. Çok değil geçen mayıs ayında kâğıdın tonu bir yılda 5 bin liradan 25 bin liraya çıktı. Ekim ayında 400 sayfalık bir kitaptan 2 bin adet basmanın maliyeti 2022’nin başından bu yana %175 arttı. Oranlara bakar mısınız? Şaşırmıyoruz da artık çünkü her şey böyle.

Yazar tarafı da var. Dört yüz elli sayfalık kitap geliyor elime, yazarım hacimli bir eser olmasını istiyor, başladığımda birbirini tekrar eden sayfalarla, akıcılığı bozuk, kopuk metinlerle karşılaşıyorum ki bunu yazara anlatmak bazen yorucu olabiliyor, dört yüz sayfanın yayınevine maliyetini anlatmak daha da zor olabiliyor. Bunları bir kenara bırakırsam bazı yazarlar metinleriyle öyle bir bağ kuruyorlar ki noktalama işaretleri, yazım yanlışları hariç lütfen bir kelime bile değiştirmeyelim diyebiliyor.

  • Böyle durumlarda ne yapıyorsunuz?

Dayanamıyorsunuz mantık, bağlam hatalarını açıklıyorsunuz kabul etmiyor. Siz de eserden isminizi çektiriyorsunuz. Her eser imzanız çünkü… Noktalama işaretlerime dokunma, diyen de olabiliyor. Bazen de tam tersi, “Eti senin kemiği benim” diyorlar. Yaptığınız her düzenlemeyi yazarınızın onayına sunuyorsunuz, keyifle fikir alışverişi yapıyorsunuz, ortaya harika bir çalışma çıkıyor. Ben şöyle düşünüyorum: Yazar bir eseri yaratıyor ve bu, gerçekten sancılı bir süreç. Tabii ki pek çoğu değerlendirilsin, bu aşamadan sonra da eserine pek dokunulmasın istiyor ama diğer tarafta ne yazık ki işler böyle yürümüyor.

Editör eseri eline aldığında ona bir tamirci gibi yaklaşır. Eserin eksik ve güçlü yönlerini, geliştirilmesi gereken yerlerini, mantık ve kurgu hatalarını, akıcılığı bozan etmenleri ve daha pek çok şeyi tespit ederek yazarıyla paylaşır. Her zaman söylerim, Ayfer Tunç’un sözü, belki siz de duymuşsunuzdur: “En iyi yazarların bile editöre ihtiyacı vardır” der Sayın Tunç ve ne kadar doğrudur. Zannediyorum burada editörün amacının kitabı daha iyi hale getirmek olduğu bazen unutulabiliyor, yapmak istediğiniz müdahaleler bir süre sonra çatışmaya dönebiliyor.

  • Uyumlu çalışan yazar da var mı?

Uyumlu çalışan da çok var aslında hem kendimden hem etrafımdan biliyorum. Biraz kimya işi değil midir ikili ilişkiler. Editör ve yazar arasındaki ilişki oldukça yoğun; sürekli iç içeler, paylaşım, fikir alışverişi halindeler. Uyum yakalandı mı her şey çok daha keyifli hale geliyor. Yeri gelmişken “Pelitya” ve “Doğu İstanbul’un Batısı” kitaplarınızda beraber çalışmıştık, tesadüf eseri bir araya geldiğimiz 2020 yılından beri bu güzel eserler vesileyle sizin gibi ömürlük bir dost kazanmış oldum. Mesleğim sayesinde nice dostlar kazandım, sanırım işimin en çok bu yönünü seviyorum.

  • Bir dönem eli kalem tutan yazarlığa soyunmuştu. Son dönemde ise bu, editörlük mesleğine kaydı. Sizce nereden kaynaklandı bu? Gerçekten bir editör açığı mı vardı, başka nedenlerden ötürü mü?

Haklı nedenleri var, en başta kitap okumaya olan sevgilerini mesleğe dönüştürme düşüncesi. Kitaplarla haşır neşir olup da bu mesleği yapmayı kim istemez ki diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Editörlük ve yazarlık eğitimleri çok fazla var, neden, çünkü talep var. Mesleğimin artıları çok, kitap okumayı ve dile ilgi duymayı bir kenara bırakıyorum, bunlar benim için en önemli sebepler, bunun dışında evden çalışabilme seçeneğinin olması, yarı zamanlı yapılabilmesi, yayıncılık hayatının cazibesi, yazar olup kendi kitaplarının editörlüğünü yapmak istemeleri gibi pek çok sebep sayabilirim. Aslında editör değil de nitelikli editör açığı var diyebilirim. Editörlüğü artık sadece kitap, dergi, gazete editörlüğü olarak da göremeyiz. Sosyal medyayla birlikte içerik editörlüğü de hayatımıza girdi. Hem yaratıcı olup hem doğru Türkçeyle yazmak oldukça önemli. Sosyal medya iş ilanlarında sıkça görüyoruz “Türkçeyi doğru kullanan, dile hâkim…” gibi ifadeleri. E-kitaplar, sesli kitaplar… Teknoloji hayatımızı kolaylaştırdı ama yazın hayatında birilerinin metinleri derleyip toplamasına, okuyucuya en kaliteli halde sunmasına ihtiyaç var ve bu ihtiyaç hiçbir zaman bitmeyecek. Şimdi biliyorsunuz yapay zekâya öykü, roman bile yazdırabiliyorsunuz. Etik bulmamakla birlikte gelecek bize ne getirecek inanın bilemiyorum. Yapay zekâya yazdırdığınız romanı da bir editöre okutmalısınız.

  • Yazan ile yazarlık arasındaki farkı bile bilmeden yazar olunabilir mi?

Günümüzde bu fark artık yok olmak üzere. Zor zanaat yazmak, üretmek, ben oldum olası yazarların çok özel olduklarını düşünürüm. Henüz söylenmemişi söylemek, özgün olmak ya da çok klişe bir konuyu bile başyapıta çevirebilmek, bunlar çok zor. Son zamanlarda en şaşırdığım, okur olmayanların da yazar olmaya çabalaması. Şimdi biliyorsunuz, yazarlık eğitimlerinden de geçilmiyor, elbette faydalı olup bir yön çizecekler de vardır içlerinde ama sayısı nitelik açısından beni gerçekten endişelendiriyor.  

Sonraki Haber