Eğitimimizin özelleştirmeyle sınavı

Kovid-19 salgını nedeniyle mart ortalarından bu yana en çok aksayan işlerimizin başında eğitim var. İçinde bulunduğumuz öğretim yılında aşama aşama yüz yüze eğitim öğretime geçme çabası içindeki okullarımızın öncelikli sorunlarına daha çok yoğunlaşılması gereken dönemdeyiz. Üzücü gelişmelerle süren salgın sürecinde yaşamsal önemdeki bütün toplumsal kurumların durumunu halkın çıkarı doğrultusunda yeniden düşünme, biriken sorunların çözüm yollarında toplumu ikna etme fırsatı ele geçmiştir. Özellikle son aylarda yaşadıklarımız, yalnız doğa-insan dengesinin değil, toplumları ayakta tutan türlü denge organlarının ciddi anlamda yerinden oynatıldığını gösteriyor. Eğitim, üstünde düşünülecek işlerin başında geliyor. Onun da her bir parçasına önemle, özenle el atma sorumluluğumuz var. Özelleştirme ve piyasa kurallarına göre biçimlendirme, eğitimimizin ağır yarasıdır.

DURUMUN ÖZETİ

Bizdeki özel okulculuğun ya da paralı eğitimin geçmişi medreselere, idadi ve sultanilerle sıbyan mekteplerine dek uzanır; çoğu vakıf okulu olduğu için ve yine çoğunda eğitim görevlilerinin maaşları öğrenci velilerince karşılandığı için. Bu kapsamda Osmanlı’nın son yıllarında artan özel okulculuğun durumu ayrı bir başlıkta ele almayı gerektirdiğinden, burada değinilmeyecektir.

Bugün ülkemizin eğitim sistemini içten içe kemiren, çürüten hastalık nedenlerinden başat olanı, özelleştirme/piyasalaştırma virüsüdür. Özel okullar, özel dershaneler, özel öğrenci yurtları, özel ders/kurs merkezlerinin yanında devlet okullarının onlarca kalemlik giderlerini velilere yükleme gibi eğitim alanında yaşanan özelleştirme-piyasalaştırma kapsamındaki siyasaların yarım yüzyıl öncesine uzanan geçmişinden söz edilebilir. (Burada bir ayraç açarak Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadroların öncülüğünde, 31 Ocak 1928’de kurulan ve ilk adı "Türk Maarif Cemiyeti", 1946’dan sonraki adı "Türk Eğitim Derneği" olan, tüzüğünde yazıldığı gibi “yeterli maddi olanağa sahip olmayan başarılı çocukların eğitimlerini desteklemeyi” amaçlayan, ama ne yazık ki zaman içinde amacı dışına çıkarılıp bugün ülkenin dört bir yanına yayılmış pahalı “kolej”leriyle birlikte yüksek öğrenimi de kapsayan TED okullarının, özelleştirme-piyasalaştırmanın yarattığı sonuçlardan ayrı tutulamayacağını belirtmek gerekir.)

1970’lerden sonraki gelişmeleri merceğe almadan, alana ilişkin durum saptaması yapmak ve bugün yaşanan sorunların çözümüne ulaşmak güçtür. Çünkü, Atatürk’ün 15-21 Temmuz 1921 tarihinde, Kurtuluş Savaşımızın bütün sıcaklığı içinde topladığı Maarif Kongresinde çizdiği temellerde başlatıp Mustafa Necati, Nafi Atuf Kansu, Dr. Reşit Galip, Saffet Arıkan, İ. Hakkı Tonguç, H. li Yücel gibi önder eğitimcilerle geliştirilen, Cumhuriyetin ilk çeyreğinde hem ulusal gereksinmeler hem evrensel ölçütler dikkate alınarak uygulanan bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, laik, bilimsel ve halkçı eğitim, son yarım yüzyılda kökleşen sınav odaklı eğitim siyasalarıyla derin yaralar almıştır.

ACI MEYVELER

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Cumhuriyet’in temelini oluşturan “tam bağımsızlıkçılık” karşıtı iktidarlar eliyle sürdürülen, cemaat-tarikat yapılanmaları başta olmak üzere bütün tecimsel işletmelere fütursuzca açılan kapılardan doluşup eğitim alanını hızla kuşatan özelleştirme-piyasalaştırmanın yol açtığı yıkımın en korkunç ürünü, 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimidir. İpleri emperyalizmin elinde, çokuluslu yayılma aracı olarak kullanılan FETÖ’nün sivil-asker eğitim kurumlarında kökleşmesinin acı sonuçlarını yaşamış bir ülkeyiz.

Böyle acı bir deneyimden sonra, büyük ölçüde benzer yöntemlerle çalışan tarikat-cemaat-vakıf gibi değişik amaçlı kuruluşların anayasaya, yasa ve yönetmeliklere karşın bütünüyle denetimsiz, piyasa kurallarına uydurarak yürüttükleri sözde “eğitim” sonunda ülkemizin daha acı olaylarla sarsılmasına fırsat vermemeliyiz.

Bugün sayıları 200’ü aşan, yarısına yakını vakıflar eliyle işletilen özel üniversiteler de bu sorunun bir parçasıdır.

Yer yer farklı boyutlarda, ama çoğu ortak sorunları barındıran ve okul öncesinden yüksek öğretime dek her kademedeki devlet okullarında yaşanan olumsuzlukların yarattığı nedenlerle halk, yağmurdan kaçarken doluya tutulma seçeneğine zorlanmıştır. Bütün uyarılara karşın temel eğitim alanında 8 yıl önce yürürlüğe giren 4+4+4 uygulamasıyla hızlanan, kuralsız ve neredeyse tümden denetimsiz işleyişle kısa sürede beş altı kat artış gösteren özel okullara, devlet yurtlarının yetersizliği nedeniyle de özel öğrenci yurtlarına yönelişin özellikle laik-bilimsel eğitimi amaçlayan veliler açısından bir kolaycılığa, din-para odaklı çevreler içinse bir fırsatçılığa kapı aralamıştır.

ÇÖZÜM NEREDE

Sistemin kalbine hançer gibi sokulan özel dershanelerle (bugünkü adlandırmayla etüt merkezleri), öğrenci yurtları, yasadışı işletilen tarikat-cemaat bağlantılı ve denetimsiz yayılan medreselerle sıbyan mektepleri, birbirini besleyen ticaretle gericiliğin eğitimimizdeki karşılığıdır. Öte yandan ülkemizde bugün okul öncesinden yüksek öğretime dek yaklaşık 14 bin özel okulda bir buçuk milyonu aşkın öğrenci bulunmaktadır. Son yıllarda artan ve “merdiven altı” diye anılan, sayıları bilinmeyen kaçak özel işletmeleri de unutmadan, din odaklı örtük amaçlarla çalışan sözde “eğitim” kurumlarının topluma neler yaşattığı, irili ufaklı örneklerle ortadadır.

Ama bugüne dek sorunsuz gibi işleyen, oysa her şey bir yana, eşitliği, adaleti, ulusal-toplumsal sorumluluk bilinci taşıyan yurttaş yetiştirme ülküsünü zedeleyen yönleri nedeniyle bile eğitimde özelleştirmeye-piyasalaştırmaya açık gidişe dur demekten başka çözüm yolu yoktur. Özal’lı iktidarlardan bu yana “özelleştirme-güzelleştirme” yakıştırmasıyla şişirilen balonlar, en son bazı “kolej”ler ve Şehir Üniversitesi örneğindeki gibi patlamaya başlamış, yüzlercesi ise sekiz aydır süren salgının da etkisiyle yakın gelecekte patlamaya hazır beklemektedir.

29 Kasım 2011’de yitirdiğimiz Prof. Dr. Server Tanilli’nin yıllar önce kitabını yazdığı “Nasıl bir eğitim istiyoruz?” sorusunun günümüzdeki karşılığı, Cumhuriyet’in eğitim felsefesinde yeniden kendisini anımsatmaktadır: Bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, halkçı, parasız, Köy Enstitüleri örneğinde olduğu gibi, sınav odaklı değil üretim odaklı bir eğitim… Görev ise hem tek tek hepimizin, hem de alanda yaşananları görmezlikten gelmemesi gereken bütün kurumlarındır.

Sonraki Haber