Ekmek ve soğanın talebini nereye kadar düşüreceksiniz? Öncelik talebi kısmak değil, arzı artırmalıyız

Ekonomistler Aydınlık'a anlattı: Pirincin, tahılın, buğdayın arzı düştüğünde somun maliyeti arttığında ekmek fiyatını ve talebini faizle nasıl durduracaksınız? Türkiye'nin büyüme ve istihdamı önceliklendirecek, arz artışını sağlayacak yatırımları teşvik etmesi lazım.

Seçim sonrası göreve gelen ekonomi yönetimi, ekonomik sorunların temelinde talep enflasyonunu gördü ve politika faizinde artışa giderek talebi dengelemeyi seçti. Ancak enflasyonun temeline ve çözüm yollarına dair farklı görüşler mevcut. Talep enflasyonu mu, maliyet enflasyonu mu? Çözüm yolu, politika faizlerinde artış yaparak talebi dengelemek mi, üretimdeki girdi maliyetlerini düşürmek mi? Ekonomistler Aydınlık’a anlattı.

İktisatta tek bir ekol, anlayış olmadığı gibi tek bir yöntem ve çözüm de olmadığını söyleyen İstanbul Arel Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cüneyt Dirican, “Benzer şekilde enflasyonun tek bir çeşidi yoktur. Talep, ücret, maliyet, arz enflasyonu dışında ılımlı, yürüyen, kronik, yapısal, hiperenflasyon gibi çeşitleri vardır.” dedi

ŞİRKETLER FAHİŞ ZAMLAR YAPTILAR

Ortodoks para politikasında genelde ücretlerden kaynaklı olarak talep enflasyonu olduğu ve politika faizi artışı, para miktarının azaltılması ile talebin daraltılması hedeflendiğini belirten Dirican, şunları söyledi: “Dünyada pandemi ile birlikte uzaktan çalışma, büyük istifa, dijital ekonomi ile çok farklı dönüşümler gerçekleşti. Süveyş Kanalı'nın tıkanması ve tam kapanmalar ile tedarik zincirleri olumsuz etkilendi. Ticaret savaşları ile Rusya-Ukrayna savaşı gibi unsurlar ile iyice kontrolden çıktı. Başta enerji olmak üzere emtia fiyatları rekor seviyeler gördü. Şirketler ise gerek daralma kaynaklı, gerekse bu durumları bahane ederek fahiş zamlar yaptılar.”

Cüneyt Dirican

KÂRLARIN KATKISI ÜCRETTEN FAZLA

“Phillips Eğrisi, Taylor Kuralı merkez bankalarının enflasyonla mücadelesinde bir başarı getirmeyince, iklim başta olmak üzere arz, enerji yani maliyet enflasyonunu dillendirmeye başladılar. UBS Başekonomisti ise 'kâr güdümlü enflasyon' diyerek şirket kârlarından kaynaklı enflasyonu gündeme getirdi. Şirket kârlarının enflasyonda, ücretlerden daha fazla katkı koyduğu artık kabul görmüş durumda.” diyen Dirican, dünyadaki gelişmeler böyleyken durumun bizde de farklı olmadığını dile getirdi. Dirican, “Asgari ücret, memur maaşları, vergiler, akaryakıt zamları enflasyonda katkı koysa da maliyet enflasyonu kaynaklı şirket kâr güdümlü enflasyon gerçeği bizde de var. Bizde satışların maliyetinde kurdan çok faiz giderlerinin katkısı daha yüksek. Keza kârlar üzerinde baskı koyan kısım da yüksek finansman giderleri. Kur, talep gibi başlıklar bu işin el açmaz diye yansıtılan yüzü. Bizde talepten çok başta enerji olmak üzere emtia maliyetlerinin ucuzlaması için arz yanlı politikalar desteklenmeli. Ekonomiyi soğutup talebi baskılamak bir yere kadar fayda eder. Pirincin, tahılın, buğdayın arzı düştüğünde somun maliyeti arttığında ekmek fiyatını ve talebini faizle nasıl durduracaksınız?” görüşünü savundu.

DOMATESİN MALİYETİ FAİZLE DÜŞER Mİ?

Ekonomist Dr. Cüneyt Dirican, “TÜİK enflasyon verisinde gıdanın, ulaştırmanın ve konutun payı yüzde 50'yi geçiyor. Gıdanın içinde elektrik, mazot, ulaştırma da var. Konutun içinde de elektrik, doğalgaz ile enerji de var. Cari açık kadar enerji, dış ticaret açığımız var.” sözleriyle üretim maliyetlerine dikkat çekti ve şu soruları sordu: “Bu bilgiler ışığında faizi artırarak domates veya soğanın maliyetini ne kadar düşürebilirsiniz? Enerji maliyetlerini yönetemeden iddia edilen kur geçişkenliğini ne kadar indirebilirsiniz? Şirketlerin finansman giderlerini artırarak kâr odaklı fiyatlamaları nasıl kontrol edebilirsiniz? Türkiye'nin büyüme ve istihdamı önceliklendirecek, arz artışını sağlayacak yatırımları ve kredileri teşvik etmesi lazım. Bunun dışındaki uygulamalar ancak pansuman olur. Yarayı kapatmaz.”

YÜKSEK ENFLASYONUN TEMELİ MALİYET ENFLASYONU

Serhat Latifoğlu

Türkiye’de yaşanan enflasyonun öncelikli olarak maliyet enflasyonu olduğunu ve döviz kaynaklı enflasyonun da maliyet enflasyonu içerisine alınabileceğini belirten Aydınlık Yazarı, ekonomist Serhat Latifoğlu, “Piyasanın, çarpık ve kuralsız bir yapısı var. Gıda, otomotiv, gayrimenkul gibi sektörlerde normal fiyatlamalar yapılmıyor bu kuralsızlığın işaretidir.” dedi.

Son 6 aydır talepten ve tüketim malları ithalatından kaynaklanan bir enflasyonun da olduğunu söyleyen Latifoğlu şu sözleri kaydetti: “İthalat sadece enflasyonu yukarı itmiyor, aynı zamanda cari açığın artmasına da neden oluyor. Faiz artışının tek hedefi bu olmamakla birlikte tüketimin yavaşlamasını hedefliyor. Ama faiz artışını sadece buna yorumlamak yanlış olur. Esasen faiz artışındaki hedef, faizlerdeki sapmaları engellemek. Mevduat faizi, kredi faizi, tüketici kredileri faizleri. Bunların hepsi gösterge faizinin çok üzerinde. Birbirlerine yakın ve kontrollü olmalı ki piyasada böyle fiyatlamalar oluşmasın. Nitekim ikinci adıma gelirken mevduat faizlerinde bir düşüş oldu. Bu anlamda politika, meyvelerini toplamaya başladı. Zaten Sayın Mehmet Şimşek de bunu ifade ediyor. Sadece para politikalarıyla enflasyonu düşüremeyeceğimizi biliyoruz, aynı zamanda maliye politikaları ve diğer önlemlerle de süreci devam ettireceğiz diyor.”

'TÜKETİMİN YAVAŞLAMASI DÜŞÜŞÜ SAĞLAR'

Kredi büyüme hızında düşüş olduğunu ve enflasyona olumlu etki ettiğini de ifade eden Latifoğlu sözlerine şöyle sürdürdü: “Sene başından seçime kadar ciddi bir kredi büyümesi vardı. Kredi faizlerinde vergiler arttı. Hemen akabinde hem bireysel hem de ticari kredilerin büyüme hızında düşüş oldu. Bireysel krediler yüzde 100’lerden yüzde 40’lara ticari krediler de yüzde 40’lardan yüzde 10’lara kadar düştü. Bunlar enflasyona olumlu anlamda etki eden faktörler. Tüketimin yavaşlaması, ekonominin soğumasına ve enflasyonun düşürülmesi neden olur.” Kurun enflasyonu negatif etkileyen ana unsur olduğunu dile getiren Latifoğlu, “Kur artışı hem piyasada hemen fiyatlanıyor hem de güvensizliğe ve istikrarsızlığa sebep oluyor. Ben tahmin ediyorum ki bununla ilgili önlemler alınacak. Merkez Bankası mudahalelere başladı. Önümüzdeki süreçte de müdahaleler sıkılaşıp kurdaki aşırı artışı durdurmak hedeflenecektir.” diye konuştu.

ÇÖZÜM NE? DEVLET PİYASADA AKTÖR OLMALI

Üretim girdilerindeki maliyeti düşürmenin çok önemli ama yeterli olmadığını dile getiren Serhat Latifoğlu, “Türkiye’de ithalata dayalı bir ihracat yapıldığı için üretim maliyetlerini sıfır da yapsanız, tek başına enflasyona çâre olmaz. Özellikle ara malı ithalatı ciddi anlamda enflasyona sebep oluyor. Dolayısıyla önünün kesilmesi lazım. Faiz artışı tüketim malları ithalatını etkiliyor ama yetmez. Ara malı üretiminin Türkiye’de yapılması lazım. Ve ithalatın da vergilendirilmesi gerek. Kontrollü ve planlı bir şekilde ara malı ithalatını tasfiye edip, milli üretime geçmemiz gerekir. Kimi sektörde yüzde 60, kimi sektörde yüzde 20, milli üretim olması bile fark yaratır. Cari açığın en temel nedenlerinden biri bu.” mesajı verdi. Yüksek ithalatın, yüksek döviz talebine sebep olduğunu ve enflasyonu tetiklediğini söyleyen Latifoğlu, bu çarkın kırılması gerektiğini belirtti.

BATI'DA BİLE KONUŞULUYOR

Türkiye’de 1980’den sonra kamu ekonomiden çekildiğini, neoliberal politikalar ile kuralsızlığın önü açıldığını ve tekellerin oluştuğunu dile getiren Latifoğlu, atılması gereken adımları şu şekilde sıraladı: “Bir takım sektörlerde tekeller oluştu. İstediği gibi fiyatlama yapmaya başladılar. Örneğin gıda sektöründe, enerji sektöründe çok net görüyoruz. Bu keyfiliğin bir son bulması lazım. Burada üç yöntem uygulanabilir. Birincisi, kısa vadeli çözüm olarak daha ağır kurallar, düzenlemeler getirilmeli. İkincisi, kamu aktör olarak yer almalı. Üçüncü bir önlem de vergileme yapılmalı. Son birkaç yılda çok yüksek kârlar elde edildi, yüksek vergiler uygulanırsa aşırı fiyatlamanın önü kesilir. Kalıcı çözüm ise her piyasanın düzenlenmesidir. Devlet, gerektiğinde tavan, taban fiyatları belirlemeli. Özellikle enflasyonun patladığı dönemlerde devlet, piyasaya arz yaparak fiyatları aşağı çekebilmeli. Çünkü şirketler mevcut ortamı istismar ediyorlar. Bu önlemlerin hepsi tüm dünyada tartışılıyor. İthal ikamesi bile tartışılıyor. Özellikle vergilemeyle kamunun kontrolünün artırılması gibi konular, Batı’da merkez bankası başkanları düzeyinde konuşulur hale geldi. Bu konuda acil adımlar atılmalı. Ekonomi soğur, enflasyon düşebilir. Ancak ekonomik kalkınmamızın hız kazanması ve daha adil bir gelir dağılımı sağlanması için piyasada devletin ağırlığının olması şarttır.”

ORTODOKS POLİTİKA ÇÖZÜM DEĞİL

Ortodoks para politikası ezberleri çözüm olmadığını ifade eden Cüneyt Dirican da, ülkemiz için çözüm önerilerini şöyle aktardı: “Rusya’daki son Wagner kalkışmasıyla dünya, enerji ve emtia fiyatlarında son anda paçayı sıyırdı. Ama önümüz kış. Almanya ve Avrupa'nın doğalgaz bağımlılığı devam ediyor. Tahıl anlaşması sona erdi. Hindistan pirinç ihracatını kısıtladı. Alman, Fransız halkları hayat pahalılığından göç ediyor. Portekiz Avrupa'nın emekli cenneti olmaya aday. Artan maliyetlerle Alman ekonomisi üretimi yurtdışına kaydırıyor. Bizim ise en büyük ihracat pazarımız bu bölge. Faizi artırıp, sıcak parayı çekip, kuru düşürerek bu pazarlarda rekabetçi olabileceğimiz dönemler geçti. Ortodoks para politikası ve neoliberal söylemler artık dünyada ve bizde maliyetleri düşürmez, artırır. Doların vatanında faiz yüzde 5 olmuş. Dışarıdan para bulmakta zorlanan üreticinin TL maliyetini yükselterek girişimciliğini ve üretimini destekleyebilir misiniz? Yüzde 30 ve üzerinde faiz alan kimse şirket ve üretim riskini alır mı? Soru bu. Ezberleri bırakıp kendi ülke dinamiklerinize ve gerçeklerinize göre hareket etmeniz gereken dönem. Robotik, yapay zeka, verimlilik, katma değer, kalite, inovasyon asıl tartışmamız gereken başlıklar. İşletmelerimizin AR-GE harcamalarının satışlarına oranı yüzde 1'in altında. Belki de bir 'İnovasyon Fonu' oluşturmamız ve KOSGEB, Kalkınma Ajanslarına bütçe haricinde kaynak sağlamamız lazım. Şirketlerimiz illa bir maliyete katlanacaksa bu faiz değil bu şekilde bir fona zorunlu katkı koymak şeklinde olmalı.”

Sonraki Haber