Ekonomide doğru tasarım enflasyonu değil tam istihdamı hedeflemeli
'Türkiye ekonomisi için çözüm Ortodoks iktisat politika tasarımında değildir. Bahsettiğimiz tasarım, politika faizini temel araç olmaktan çıkaran ve maliye politikasını, onun araçlarını politikanın merkezine alan, enflasyonu değil tam istihdamı hedefleyen bir tasarımdır...'
İran Merkez Bankası Dergisi, gazetemizin de sık sık görüşüne başvurduğu Doç. Dr. Baki Demirel’le geçen hafta bir söyleşi yaptı. Türkiye ekonomisi üzerine ayrıntılı görüşleri içeren metni, Aydınlık okurlarının da dikkatine sunuyoruz. (Arabaşlıklar tarafımızca koyulmuştur.)
TÜRKİYE İÇİN EN GERÇEKÇİ ENFLASYON SENARYOSU
-
Türkiye'de enflasyon beklentileri nasıl oluşmuş ve hangi faktörler bunları etkilemiştir?
P. Davidson (2006) çalışmasında dört tür enflasyondan bahsetmiştir.
Bunlardan birincisi azalan getirilerin neden olduğu enflasyon ki bu daha çok gelişmekte olan ülkeler için yani emek-yoğun üretim yapan ülkeler için gerçekçidir diyor Davidson. Azalan getiri enflasyonu; emek-yoğun üretim yapan firmaların talep artışlarına yeterince karşılık vermemesi veya verememesi (düşük kapasite kullanımı) buna karşılık fiyatlarını artırması olarak tanımlanabilir.
İkincisi ise tekel ya da kâr enflasyonudur. Şimdilerde Waber ve Wasner (2023) çalışmasında nitelendirildiği gibi “satıcı enflasyonu” da denilebilir. Kâr ya da satıcı enflasyonu, tekel gücüne sahip firmaların, ürettikleri veya sattıkları malların fiyatlarını, enflasyon eğilimini fırsat bilerek ve tekel gücünden de yararlanarak maliyetlerin çok üstünde belirlemelerinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Üçüncü enflasyon türü ise faktör fiyat enflasyonudur. Buna maliyet enflasyonu da diyebiliriz. Faktör fiyat enflasyonu; faktör sahiplerinin sağladıkları girdilerdeki verimlilik artışının çok üzerinde her bir girdi için çok daha fazla ücret talep etmelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Dördüncü enflasyon türü ise ithal fiyat enflasyonudur. Davidson’a göre post Keyneyseyn iktisatçılar bu tür enflasyon üzerinde pek düşünmemişlerdir. İthal fiyat enflasyonu; ticaret açık ve üretimi dışa bağımlı, enerji ithalatı yüksek bir ekonomi için daha gerçekçidir.
IMF'den Gopinath vd. (2008) çalışması bu bağlamda önemli bir durumu ortaya koymaktadır. Söz konusu çalışmaya göre yapışkan fiyatların varlığı altında ithal mallarının fiyatlarının ihracatçı ülke para birimi ile (örneğin dolar ya da avro birim) fiyatlanması durumunda kur artışının enflasyon geçişkenliği bir olarak kabul edilir. Daha açık olarak kurdaki 1 birimlik artış enflasyonu da bir birim yukarı çekecektir diyebiliriz.
Yine IMF den Bems vd. (2018) çalışması da küresel faktörlerin enflasyon etkisinin yurt içi faktörlere göre daha güçlü olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca, Ormaechea ve Coble (2011)’de belirtildiği gibi ekonomisini kontörsüz biçimde sermaye hareketlerine açık hale getiren ülkelerde ortaya çıkan yüksek dolarizasyon, enflasyon hedeflemesi uygulamasının başarısını olumsuz etkilemekte, para politikasını etkisiz hale getirmektedir. Böyle ekonomiler için kur-enflasyon ilişkisi daha güçlüdür ve Ortodoks imkânsız üçlem hipotezi geçersiz kalmaktadır. Rey (2015), Demirel (2016), Cömert ve Öncü (2023)'de belirtildiği gibi imkânsız ikilem durumu gerçekçidir ve esnek kur sistemi altında bile para politikası bağımsızlığından söz edilemez.
Tüm açıklamaları bir araya getirdiğimizde, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu yüksek enflasyon sürecini açıklayabilecek en gerçekçi senaryo ithal fiyat enflasyonu ve kâr enflasyonunun birlikte değerlendirildiği senaryodur.
Öte yandan beklentilerin enflasyon üzerindeki etkisinin düşük olduğunu düşünüyorum. Nitekim Fed de çıkan Rudd (2021) bu konuda güçlü kanıtlar ortaya koymaktadır. Post Keynesyen literatür de beklentilerin enflasyon üzerinde değil toplam talep ve dolayısıyla yatırımlar üzerinde daha önemli olduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi için enflasyon üzerinde etkili olduğunu düşündüğüm faktörler, ekonominin dışa bağımlılığına bağlı olarak kur etkisi ve tekelci koşullardır diyebilirim.
ÜCRETLER ENFLASYONU GERİDEN TAKİP EDER
-
Türkiye'de enflasyonist beklentiler tüketicilerin, yatırımcıların ve politikacıların ekonomik yaklaşımını nasıl etkiler?
Ortodoks iktisada göre yüksek enflasyon belirsizliğe yol açmakta ve bu durum yatırım kararlarını olumsuz etkilemektedir. Ancak Ortodoks iktisadın alan modeli ve mantıksal zaman kavramına karşı Heterodoks, post Keynesyen okul tarihsel zamanı kabul eder ve ekonomiyi ergodik olmayan süreçler içinde açıklar. Yani gelecek zaten belirsizdir. Bu durumda yatırım kararları belirsizlik arttığı için azalmamaktadır çünkü belirsizlik ekonominin, iktisadi ilişkilerin doğal koşuludur. Enflasyonun belirsizlik yaratarak iktisadi birimlerin beklentilerini bozduğu ve bunun enflasyonu beslediği görüşünün aksine yüksek enflasyon koşullarında esas bozulma gelir dağılımında ortaya çıkmaktadır. Ücretlerin artmasının fiyatları dolayısıyla da enflasyonu artırdığına yönelik maksatlı anlatının aksine ücretler enflasyonu geriden takip etmektedir. Bununla birlikte ücret artışlarının resmi ya da manşet enflasyona göre yapılması ücret artışlarını erozyona uğratmış ve emekçi yoksulluğuna neden olmuştur. Dolayısıyla yüksek enflasyonun beklentileri bozduğu, talebi öne çekerek enflasyonu artırdığı görüşü hatalıdır. Bununla birlikte ücretlerin enflasyonu yükselttiği görüşüne politika yapıcıların da itimat etmesi des-enflasyon politikasının maliyetinin emekçi kesimin üzerine yıkılmasına yani emekçilerin hem yüksek enflasyon hem de des-enflasyonun yükünü taşımalarına neden olmaktadır. Bu elbette Türkiye için emekçi yoksulluğu ve bölüşüm sorunu demektir. Yatırımlar ise talep beklentileri tarafından belirlenir. Yani iktisadi beklentilerin etkin olduğu değişken enflasyon değil yatırım kararlarıdır. Yatırımları düşüren ve işsizliği artıran durum ekonomide yoksulluğun ve işsizliğin artmasıdır. Türkiye’de yüksek enflasyon esasında yapısaldır. Büyüme-üretim modelinden kaynaklanmaktadır. Ranta ve tüketime dayalı büyüme modeli ekonomiyi dışa-dövize bağımlı yapmaktadır. Emekçi yoksulluğu, düşük ücretler ve yüksek enflasyon bu yapının sonuçlarıdır. Bölüşüm sorunu yaratan gelirler politikası ve yol açtığı yoksulluk ekonominin üretim yapısının değişmesinde önemli bir engeldir, yoksul ekonomi yurt içi ve yurt dışı yeni yatırımları teşvik etmemekte, caydırmaktadır. Böylece Türkiye ekonomisi kendi kısır döngüsü içinde hapsolmaktadır.
YABANCILARIN ATAKLARINA AÇIK HALE GELİRİZ
-
Türkiye'de iç ve dış siyasi şoklar döviz kurunu ve iç fiyatları nasıl etkilemiştir?
Ortodoks görüşe sahip iktisatçılar Arjantin ve Türkiye gibi ülkelerde çok yüksek olan enflasyonu kontrol altında tutmak için, bu ülkelerin para birimlerinin değer kaybını önlemek gerektiğini söylemektedirler. Bunun yolunun ise bu ülkelerdeki faizin ABD faiz oranına göre ayarlanmış pozitif bir faiz farkı vermek olduğunu söylemektedirler. Yani bu ülkelerin Merkez Bankaları, FED faiz artırınca faiz artırmalıdır demek istemektedirler. Onlara göre düşük rezervler ve ekonomini dövize bağımlılığı koşulları altında kısa vadeli sermayeyi teşvik etmenin gereği budur. Bu ifade açıkça yukarıda ilk soruda bahsettiğim imkansız ikilem görüşünü desteklemektedir. Sermaye hareketlerini kontrolsüz bıraktığınızda küresel parasal hiyerarşinin altında yer alan ülke para birimleri yabancıların spekülatif ataklarına açık hale gelmektedir. Bu durumda bu ülkelerin merkez bankaları küresel faizde ya da FED faiz politikasından bağımsız hareket edememektedirler. Ancak bu görüş tek başına haklı değildir, Neden böyle olduğunun cevabını beşinci soruda verebileceğim diye düşünüyorum.
Öte yandan Türkiye ekonomisi 2018 yılında imkansız ikilem görüşün ima ettiği türden bir kur krizi ile karşılaştı. Bu yabancıların TL’ye yönelik spekülatif saldırısıydı. Biliyorsunuz Rahip Branson Krizi olarak ifade edildi. Ancak kökeninde özellikle finansal olmayan özel sektörün yüksek bilanço dolarizasyonu vardır. Türkiye ekonomisi bu krizle birlikte küçülmüştür. Türkiye bu tecrübe ile sermaye hareketlerini kontrol etmesi gerektiğini öğrendi. Bankaların Londra Swap piyasasını kapattı ve TCMB bu görevi üstlendi.
İkinci olarak Türkiye 2021 yılında yerlilerin kur atağı ile karşılaştı, TL para birimi olmaktan çıkıyordu ve hiperenflasyon riski ortaya çıktı. KKM (Kur Korumalı Mevduat) bu riski bertaraf etmek için geliştirilmiş bir tampon olarak uygulandı. Maliye politikası ile yeterince desteklenemediği yine Ortodoks politika bakışına dayalı palyatif bir araç olarak kullanıldığı için DTH tasfiye sürecine yeterince eşlik edemediği gibi kontrolü kaybedilmiş bir araç olarak karşımızda durmaktadır. Yine de bence KKM kullanışlı bir araç ve tasfiyesi için oldukça erken bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum.
Elbette Türkiye’nin 2021 yılında kur krizine girmesinde yanlış faiz politikasının etkisi büyük ancak faizin düşürülmesinin ekonominin yapısal sorunları ya da Türkiye ekonomisini daha fazla dövize bağımlı getiren 2003-2017 dönemi politikaları göz ardı edilerek tek sorun olarak ortaya konması hatalıdır. Evet, faizin düşürülmesi ve kur etkisi enflasyonu harılandırmıştır ancak Türkiye’de yüksek enflasyona atalet kazandıran asıl unsur satıcı enflasyonu yanda enflasyon koşullarını fırsat bilen ve tekel gücünü kullanan firmaların fırsatçı fiyatlamaları ya da satıcı enflasyonudur.
DIŞ BORÇ VE CARİ AÇIK
- Siyasi şoklar, özellikle hükümet politikalarındaki ve uluslararası kararlardaki ani değişimler, Türkiye'nin enflasyon beklentilerini ve döviz kurunu nasıl etkilemiştir? Bu etkileri azaltmak için nasıl bir çözüm var?
Bu ilginç bir soru. Aslında kısmen ilk üç sorunda cevapladım. Ancak şunu ilave etmem gerekir. Türkiye’nin en önemli meselesi yüksek kısa vadeli dış borç sorunu ve gittikçe artan cari açıktır. Ödemeler dengesi krizine yol açabilecek bu sorunlar tabi Türkiye’nin siyasi alandaki bağımsızlığını da önemli derece etkiliyor düşüncesindeyim. Son İsveç kararı bu bağlamda ele alınabilir. Ekonominin, üretimin ithalata ve dövize bağımlılığı, enerji bağımlılığı tabi siyasi alanda da Türkiye’nin elini bağlıyor. Bu duruma karşı neler yapılabilir sorusunu sanırım takip eden sorularla birlikte cevaplamış olacağım.
KAMU ÖNCÜ OLMALI
-
Sizce Türkiye'de ekonomik istikrarın sağlanması ve enflasyonun düşürülmesi için hangi çözümler daha etkilidir? Ve bu çözümler makroekonomik bir çerçevede nasıl uygulanabilir?
Aslında bu sorunun cevabı çok uzun ama özetlemeye çalışayım. Sanırım daha uzun yazılması başka bir röportajı gerektirir. Öncelikle Türkiye ekonomisinin sorunlarının çözümü politika yapıcıların iktisadi kavrayışlarında önemli değişiklikler olması ile mümkün. Para politikasını merkeze alan tasarım altında Türkiye kendisini kısır döngüden veya çevre ülke olma durumundan çıkartamaz diye düşünüyorum. Daha açık olarak çözüm Ortodoks iktisat politika tasarımında değil post Keynesyen/Heterodoks görüşün, varsayımlarının dayandığı politika tasarımındadır. Bu konuda Davidson (2006) çalışması ve faiz politikasının nasıl olması gerektiği konusunda Rochon ve Setterfield (2007) çalışmaları önemli referanslar olabilir. Bahsettiğimiz tasarım politika faizini temel araç olmaktan çıkaran ve maliye politikasını, onun araçlarını politikanın merkezine alan, enflasyonu değil tam istihdamı hedefleyen bir tasarımdır.
ADİL BÖLÜŞÜM TOPLUMSAL REFAH
Bu tasarım elbette adil bölüşümü, toplumsal refahın artmasını hedeflemektedir. Bu görüş para çarpanı mekanizmasını reddetmekte, para arzının içsel olduğunu, faizin dışsal yani piyasa tarafından belirlenmeyen bir bölüşüm değişkeni olduğunu öne sürmektedir. Dolayısıyla bu görüş Ortodoks dışlama etkisine, bütçe açıklarının enflasyona neden olduğu düşüncesine de karşı çıkmaktadır. Wray (2007) çalışması mesela bu konuda Hazine-Merkez Bankası ilişkisinin nasıl olması gerektiği konusunda önemli referans sağlamaktadır. Maliye politikasını merkeze koyan tasarım aynı zamanda ücret-fiyat sarmalı yerine satıcı enflasyonuna odaklanması gerektiğini savunmaktadır. Bu çerçevede piyasa regülasyonları, kamulaştırmalar ve fiyat kontrolleri de önemli desenflasyon araçları olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konu tasarımda Merkez Bankasına verilen görev ise finansal istikrar ve Türkiye gibi ülkeler için de kur istikrarıdır. Bu bağlamda yukarıda bahsettiğim Londra Swap piyasasına yönelik sermaye kontrolü ve KKM gibi araçların devamı önemlidir. Ücret artışları ve kredi koşullarında sıkılaştırmalar beraber uygulanması gereken araçlardır. Çünkü ücretleri baskılayıp onun yerine ucuz kredi sağlayarak çalışanların tüketimini devam ettirme yönelik politikaların enflasyon sürecine katkı yaptığını tecrübe etmiş bulunuyoruz. Ücret artışları ve istihdamı artırarak toplam talepte sağlanacak istikrar aynı zamanda talep beklentilerinin de istikrarlı olmasına yol açarak yatırımların teşvik edilmesini sağlayarak, ekonominin arz tarafını da güçlendirerek enflasyonun düşürülmesine olumlu katkı verecektir. İstihdam yaratıcı, ekonominin üretim ve teknoloji yapısını değiştirecek öncü kamu yatırımları aynı zamanda doğrudan yabancı yatırımcılar için de teşvik edici olabilir. Özetle kamunun öncü olacağı, dış ticaret kompozisyonunu değiştirici yatırımları kalıcı fiyat istikrarını destekleyici bir araç olarak bahsettiğim politika tasarımının önemli bir parçasıdır.
DEVAMI VE KAYNAKÇA YARIN...