Ekrem Ataer ezber bozdu

Şimdi artık yeni bir şeyler söylemek lazım. Cumhuriyet Türkiye'sine ve geleceğe güvenini koruyan, bu ülkenin bütün değerlerine saygılı, emperyalizmin tuzaklarının farkında olan, bunları ayırt edebilen herkesle kol kola girip geleceğe yürümemiz gerekiyor

Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel’in Ulusal Kanal’da sunduğu Ezber Bozan programının bu haftaki konuğu besteci yazar Ekrem Ataer’di. Ataer’in deyimiyle, “ezberlerin ve oyunların bozulduğu” programda devrimcilik, muhafazakârlık ve modernleşme kavramları masaya yatırıldı. Bu kavramlara ek olarak Ataer, Tanzimat dönemi, Atatürk’ün Türkiye’yi muasır medeniyetlerin üzerine çıkarma hedefi ve Atatürk sonrası Türkiye’nin girdiği rota üzerine de değerlendirmelerde bulundu. Tüm aydınlarımızı, öncülerimizi, bilim insanlarını, okurlarımızı bu tartışmayı derinleştirmeye, fikirler üretmeye davet ediyoruz.

MODERN VE MODERNLEŞME NEDİR

Yücel’in, Teori dergisinin düzenlediği ve Ataer’in de konuşmacı olduğu “Dünyada ve Türkiye’de Modernleşme” çalıştayını hatırlatması üzerine Ataer, modern kelimesinden ve modernleşmeden ne anladığını şöyle anlattı:

“Modernin tarifini yapabiliriz. Ortaçağ aydınlanmasını anlatıp buraya bağlayabiliriz, Sanayi Devrimi’ni anlatırız, Fransız İhtilali’ni anlatırız. Fakat beni ilgilendiren nokta bunun sokaktaki karşılığının ne olduğudur. Toplumlar bu süreçleri nasıl yaşadılar? İşe biraz tersinden bakıp, modern kelimesinin toplumda nasıl oturduğunu görmeliyiz.

“Sayın Perinçek, modern kelimesinin Türkçe literatürde karşılığını bulamadığını söyledi. Evet, yok. Modernleşmenin bizde sokağa karşılık gelen tarafı Batılılaşmak olarak algılanmış. Doğrudan doğruya Batı’nın dayattığı prospektüsü, yol haritasını kabul etmek. Paradigma hep Batı’ya bağlı. Yani aslında modern değil, modernci bir anlayış. Attilâ İlhan’ın ve Cemil Meriç’in ömrü bunu anlatmakla geçti.”

Sivas Kongresi’nde çekilen fotoğrafa bakalım. O fotoğrafta kalpaklılar, fesliler, sarıklılar, cübbeliler var. Bu mesajı göremiyor muyuz? Bu ülkenin hüsnüniyetle inanan, ülkenin birliğine, bütünlüğüne, kurucu değerlere saygılı, muhafazakârları ile Mustafa Kemal Atatürk'ün arasına girmeye kimsenin hakkı yoktur, haddi yoktur.

‘MODERNİZM, DEVRİMİN PANZEHİRİ OLARAK SUNULMUŞ’

Ataer, devrimin bir zehir olarak görüldüğüne ve panzehir olarak da modernizmin kullandığına dikkat çekti:
“Modernizm, devrimi bir zehir olarak görüp bir panzehir olarak aslında önümüze sunulmuş bir tabildot. Bu tabildotun dışında hiçbir şeyi yemiyorsunuz. İbn-i Sina'nız yok, Farabi'niz yok. Bu topluma, yaşadığınız iklime, bu toplumun sırtına aldığı tarihe, geleneklerine, göreneklerine, toplumun kimyasına, o tılsımlı kıvamına kulak vermemek bu. Aslında biz devrimci bir toplumuz. Her gittiği yere uyum sağlayan, o kültürü sırtında ekerek giden ve 300 küsür milyon insanın Türkçe okuduğu coğrafyaları yaratarak ilerleyen bir topluma modernizmi anlatmanıza gerek yok.”

‘TANZİMAT MODERNLEŞMESİ İKİLEŞMEYİ GETİRDİ’

Modernizmin Batı kurumlarını taklit etmek olduğunu vurgulayan Ataer, Tanzimat dönemi modernleşmesinin toplum içinde ikileşmeyi getirdiğini söyledi:

“3. Selim döneminde Nizamı Cedid hareketi var biliyorsunuz. Nizamı Cedid, Nizamı Kadim’i yok sayarak oluşturulmuş bir hareket. Bütün millet gelişmeleri şaşkınlıkla izliyor o dönem. Uygarlığı, çağdaşlığı, medeniyeti tarif ederken, toplumların kendi varoluş değerlerini ikinciliyor isek bu bir dayatma halini alır, ki bu batıcıl bir dayatmadır. Tanzimat dönemi de öyle. Namık Kemal gibi o dönemin aydınlarına baktığınızda bu duruma karşı çıktıklarını görürüz. Tanzimat sürecini yerli görmüyorlar. Kendi kültüründen, kendi yaşam ortamından beslenmediği iddiasındalar. Devrimci ruhun şabloncu ruh olarak algılanması Tanzimat dönemi aydınlarının ciddi bir kısmını rahatsız ediyor. Örneğin Namık Kemal, İntibah’ta bahseder bu konudan.

Mahmut döneminde Mehterân-ı Hümâyun kaldırılıp yerine Donizetti Paşa'ya Muzika-i Hümâyun kurdurulunca ülke ikiye ayrılıyor.

“Örneğin müzik alanında tam bir kıyamet yaşanıyor. 2. Mahmut döneminde Mehterân-ı Hümâyun kaldırılıp yerine Donizetti Paşa'ya Muzika-i Hümâyun kurdurulunca ülke ikiye ayrılıyor. Çünkü modernizm ikileşmeyi getiriyor; eski ve yeni. Mehteran dediğimiz şey aslında konservatuvar. Enderun bir konservatuvar. Bu konservatuvarı tamamen rafa kaldırıyor ve bitiriyorlar. Donizetti Paşa yeni bir şey yaratıyor.

“Bu ikileşme sonucunda Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi ülkeyi terk ediyor. Bilmeyenler için Dede Efendi’yi kısaca anlatayım. Avusturya Müzik Akademisi'ne gittiğimde, orada Herbert von Karajan'ın korepetisyonunu yapmış olan bir müzisyen büyüğüm beni karşıladı. Yeni mezun biriyim, bana, ‘Ne kadar şanslıyız; seni dedi tanımış olduk. Sen Hamamizade İsmail dedenin ülkesinden geliyorsun. Itri'nin ülkesinden geliyorsun. Yani bizim Beethoven'i ve Schubert'i çok etkileyen iki müzisyenin ülkesinden geliyorsun.’ dedi.

“Benim çoluğum çocuğum bu müzisyenlerden haberi yok. Bilmiyorlar. Bu acı değil mi? Kendimize ait olan değerler rafa kaldırılıp ya da üvey evlat muamelesi görüp tamamen başka değerlerle bir metamorfoz sürecine sokuluyor ama çıkan sonuç kanatlanan bir pupa kelebek olmuyor.”

Buhûrizâde Mustafa Itri'yi duydunuz mu? Itri tabiî Osmanlı dönemi bir müzisyen; kesin gerici, yobaz diye düşünülür. Halbuki Schubert'i müthiş etkiliyor. Bütün Batı ayağa kalkıyor.

DEVRİMCİ LİTERATÜRDE MUHAFAZAKÂRLIĞIN ANLAMI

Modernizmle birlikte doğan muhafazakarlık kavramına da değinen Ataer, muhafazakarlığın sözlük anlamının ve Batı metodolojisinin yarattığı anlam karmaşasının altını çizdi. Ataer aynı zamanda devrimci bir literatür oluşturulmasının zorunluluğunu da vurguladı:

“Devrimci yürüyüşümüzü tekrar hararetlendirecek, harekete geçirecek ve Batıcıl şablonlardan uzak tutacak bir devrimci ruhun literatürünü yaratmak zorundayız. Bunu yaratırken de şimdiye kadar ki var olan saplantılı literatürü ortadan kaldırmamız lazım. Örneğin sözlükte muhafazakârlık sözcüğünün karşısında tutuculuk yazıyor. Bu çok zehirli ve kasıtlı bir çeviri. Tutuculuğun ucu çok açık. Nuh deyip peygamber dememek tutuculuktur. Sürekli geriyi takip etmek, ileriyi reddetmek tutuculuktur. Mürteci fiili bir anlamda tutucudur. Değerlerinin üzerine hiçbir değer katmamak tutuculuktur. Muhafazakârlık bu değildir.

"Muhafazakârlık korumak, muhafaza etmek, değerli kılmak demektir. Biz bu kelimeler yüzünden yıllardır birbirimizi paraladık. Muhafazakarlar, çağdaşlar… Bir de çağdaş diye kendini tarif ediyorlar. Aslında kendini tarif etmiyor o; kendi dışındakilerin ne kadar çağdışı ve ilkel olduğunu tarif ediyor. Ayıptır. Yani ben kendimi çağdaş diye tarif ederken benim gibi düşünmeyen, giyinmeyen, konuşmayan, ritüelleri olmayanları itham etmeye ne hakkım var? Çağdaşlık veya modernlik adına böyle bir küstahlığa hakkım var mı? Nasıl böyle bir şablonu dayatabilirim? Kaldı ki içinde yaşadığım toplum bütün dönemlere aydınlığını aslanlar gibi vermiş bir toplumdur. İşte bu şablon Batıcı bir modeldir.”

Ataer konuşmasının devamında Anayasa Hukukçusu ve yazar Server Tanilli ile ilgili bir anısını anlatarak ezber bozmanın önemini dile getirdi:

“Fransa'da, rahmetli Server Tanilli hocanın Strasbourg'da olduğu üniversitede bir söyleşideydim. Bir arkadaşımız, ‘Hocam bize çağdaş, devrimci müzik tarif edebilir misiniz?’ dedi. Bütün salonun kulaklarından ateş çıktı, rahmetli Server Hoca'nın da. Dedim ki, “Buhûrizâde Mustafa Itri'yi duydunuz mu?” Hepsi böyle baktı. Itri tabiî Osmanlı dönemi bir müzisyen; kesin gerici, yobaz diye düşünülür. Halbuki Schubert'i müthiş etkiliyor. Bütün Batı ayağa kalkıyor.

“Bana, ‘Hangi eser hocam’ dediler? Dedim ki, ‘Salat-ı Ümmiye.’ ‘Nasıl hocam ya’ dediler. Şöyle, müziğin, inançlar içerisinde çok tartışmalı olduğu bir süreçte adam çıkıyor, diyor ki, ‘Kur'an lafzının içerisinden bir kelimeyi alırım, bunu size şarkı yaparım.’ ‘Hatta dövünerek, bağırarak, çağırarak değil, cenazelerinize buyurun şarkılar söyleyerek gömün’ diyor. Bundan daha devrimci ne olabilir? Kim bana modernizm anlatacak?

“Niye heyecanlanıyoruz Salat-ı Ümmiye’yi dinlerken? Çünkü genetiğimizde var bizim segâh makamı. Her cuma dinliyoruz biz segâh makamını. Günde üç vakit Hicaz dinliyoruz. Bütün ninnilerimiz Hicaz. Ülkenin tarihî, millî, geleneksel ve inanç değerlerini koruyan, muhafaza eden ve toplumun büyük bir kesimini kapsayan bu kocaman kütleyle birlikte hareket etmek zorundayız. Yeni bir yüzyılı bu şekilde karşılamak zorundayız. Birbirimizi iterek değil.”

Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi Beethoven'i ve Schubert'i çok etkilemiştir.

ATATÜRK’ÜN MODERNİZME VE MUHAFAZAKÂRLIĞA BAKIŞI

Ataer, Atatürk’ün modernizm ve muhafazakarlık kavramlarına bakışını da anlattı. Atatürk’ün “modern” kelimesini kullanmadığını söyleyen Ataer, Atatürk’ün hedefinin Türkiye’yi muasır medeniyetlerin üzerine çıkarmak olduğunu aktardı:

“Mustafa Kemal'in tarif ettiği muasır medeniyet değil. Muasır medeniyeti dahi aşacak bir hayali tarif ediyor Mustafa Kemal. Mustafa Kemal'in tarif ettiği şey, zaman ve matematik olarak baktığınız zaman devrimci bir şey. Bulunduğu dönemi dahi kabul etmeyen bir şey. Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmaktan bahsediyor. Muasır medeniyet gününün arkasına takılmak demiyor.”

Ataer, Yücel’in, “Mustafa Kemal, modern bir Türkiye’ye özlem duymuyor muydu” sorusuna ise şöyle cevap verdi:

“Hayır. Batı’nın dayattığı bir modernizasyona özlem duymuyordu. Mustafa Kemal, ‘modern’ kelimesini hiç kullanmıyor, ‘muasır medeniyet’ kavramını kullanıyor. Muasır medeniyete saplanıp kalalım da demiyor. Muasır medeniyet seviyesinin dahi yeterli olmayacağını belirtiyor. Muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmayı tarif ediyor. Bu dâhiyane bir yaklaşım.

Atatürk, devrimci bir modeli tarif etti bize. Modernizm devrimci bir model değil, statik bir modeldir. Güne bağlıdır. Ama muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak daima hareket halinde olmaktır. Modernizm, devrimci ruhu örseleyen bir modeldir.”

Atatürk’ün muhafazakârlığa bakışına da değinen Ataer, muhafazakâr vatandaşlarla Atatürk’ün arasına girmeye kimsenin hakkı olmadığını söyledi:

“Sivas Kongresi’nde çekilen fotoğrafa bakalım. O fotoğrafta kalpaklılar, fesliler, sarıklılar, cübbeliler var. Bu mesajı göremiyor muyuz? Bu ülkenin hüsnü niyetle inanan, ülkenin birliğine, bütünlüğüne, kurucu değerlere saygılı, muhafazakârları ile Mustafa Kemal Atatürk'ün arasına girmeye kimsenin hakkı yoktur, haddi yoktur. Biz bu ayrılığı, biz bu tefriki ve biz bu klasörleri ortadan kaldıracak, parçalayacak güçteyiz. Cumhuriyetin gücü budur. Cumhuriyet birleştiricidir.”

ATATÜRK MUHAFAZAKÂRLARA KARŞI MI MÜCADELE ETTİ

Yücel’in, yayın esnasında seyirciden gelen, “Atatürk muhafazakârlara karşı mücadele etmedi mi” sorusunu yöneltmesi üzerine Ataer, Atatürk’ün kime karşı mücadele ettiğini ve bugünkü saflaşmayı değerlendirdi:

“Atatürk muhafazakârlara karşı mücadele etmedi. Atatürk, emperyalizmle mücadele etti. Emperyalizmin kucağına düşmüş muhafazakarlar da mürteciliği seçtiler. İrticanın yolunu seçtiler. Atatürk’ün mücadele ettikleri onlar. Mustafa Kemal muhafazakarlarla mücadele etmiş olsaydı Balıkesir'de o tarihî hutbeyi vermezdi. Elmalılı Hamdi Yazır’a Kuran-ı Kerim'i milletin anlayacağı dilde çevirisini yaptırmazdı. Diyanetin temellerini atmazdı.

“Bu ülkenin muhafazakârlarına saygılı olmanın ve kol kola girip yürümenin devrimci ve birleştirici bir eylem olduğuna inanan bir adamım. Bugün bu ülkenin sokaktaki inanan, abdestini alan, namazını kılan, ezanını dinleyen ya da semahını dönen, cemevinden cenazesini kaldıran ya da hiç inanmayan bütün unsurlarıyla birlikte millî demokratik devrimin yarım kalan bölümünü tamamlayacağız.”

Konuşmasını, “Atatürk’le bu ülkenin muhafazakârların arasına girmek memlekete ihanettir” sözleriyle sürdüren Ataer, Türkiye’nin dört bir yanında karşılaştığı manzarayı şöyle ifade etti:

“Bu ülkenin yedi ikliminde, tüm coğrafyasında inançlı mütedeyyin insanların evlerine girin, bakın... Ben ülkeyi baştanbaşa gezdim. Kur'an-ı Kerim belden yukarıda asılıdır. Mustafa Kemal'in fotoğrafı da evin başka bir tarafında asılıdır. Alevi-Bektaşi düşüncesindeki insanların evlerine girdim. Bağlama, duvarda asıldır. Diğer yanda, Mustafa Kemal'in fotoğrafı asılıdır. Atatürk'le bu ülkenin muhafazakârlarının arasına girmek memlekete ihanettir. Bu ihanetin önünde durmak da devrimci bir reflekstir. Biz bu devrimci refleksi yerine getireceğiz.”

ATATÜRK’TEN SONRA KAYBEDİLEN DEVRİMCİLİK

Ataer, Atatürk sonrası dönemde ise devrimciliğin kaybedildiğini, tanzimatçılığın tekrardan etkin kılındığını şu cümlelerle açıkladı:

“İddialı olacak belki ama 10 Kasım 1938 saat 9'u 6 geçeden itibaren iş değişiyor ve rayından çıkıyor. Tanzimatçılık şablonunun güçlendiği bir döneme giriliyor. Cumhuriyetin devrimci ruhu, tanzimatçılığın şabloncu modernizmiyle nötralize ediliyor. Ve bir hesaplaşmaya giriliyor bir anlamda. 1945'te Amerikan postallarına varana kadar gidiyor iş.”

Yücel’in, “Ne oldu da bu devrimci ateşi kaybettik?” sorusu üzerine Ataer, “Biz bu işi tek başına yapamayız diye bir ruh hâkim oldu herhalde bize. Ama biz bu harmanı yedi iklim yan yana gelerek tekrar yaratırız.” ifadelerini kullandı.

‘YENİ BİR DÜNYA GELİYOR’

Ataer, konuşmasının sonunda emperyalizmin ve küreselleşmenin diz çöktüğünü, yeni bir dünyanın geldiğini işaret etti:

“Yeni bir dünya geliyor. Bugüne kadar emperyalizmin bize Avrupa Birliği, NATO, Amerika ve küreselleşme ile dayattığı dünya dizlerinin üzerine çöktü, sürünüyor, bitmek üzere. Yeni mevziler kuruluyor. Bu yeni mevzilerin güneşin doğduğu noktadan itibaren hayat bulacağı da bir gerçek. Onun için Asya’sından Afrika’sına varana kadar bütün mazlum ulusların, itilip kakılanların, modernizmin dışında görülenlerin, aydınlanmamış olarak görünenlerin günleri geldi. O günlerde bizim yeni mevziler kazanarak bu sürece dünya düzleminde ve bölgemizde öncü olmamız gerekiyor.

“Tarihsel gücümüz var. Fakat bu tarihsel gücü harekete geçirmemiz için şimdiye kadar ki saplantılı, dükkan siyasetlerine sıkışmış kalmış, klasörler içerisinde kuramsal bilgiler ile bizim toplumumuzun yapısıyla örtüşmeyen tavırları esnetmemiz gerekiyor. Kırmızı çizgimizin Cumhuriyet değerleri olduğu ama ister inançlı ister inançsız ister değerlerini koruyan milletçe topyekûn bir sürece giriyoruz. Bu süreç, millî demokratik devrimi tamamlayacağımız süreç. Bunun için birbirimizi yemenin değil, kılığımızı, kıyafetimizi, kullandığımız dili, imanımızı küstahça ölçerek, değerlendirerek değil, bunlara saygı duyarak yeni bir şey söylememizin zamanı geldi.

“Mevlana şöyle diyor: ‘Ya al götür geri kalanımı ya da gel tamamla eksik yanımı.’ Halk bize bunu söylüyor. Bu sese kulak vermemiz lazım. Şimdi artık yeni bir şeyler söylemek lazım. Yeni şeyleri söylerken sen benim yanımdasın, sen benim uzağımda değilsin... Cumhuriyet Türkiye'sine ve geleceğe olan güveni koruyan, bu ülkenin bütün değerlerine saygılı, emperyalizmin tuzaklarına düşmemeyi ve düştüğü tuzakların da farkında olan, bunları ayırt edebilen herkesle kol kola gidip geleceğe yürümemiz gerekiyor.”

Sonraki Haber