Ela ile Hilmi ve Ali Neresinden tutsan elinde kalır şimdi

Samet Can Kocagür, Ela ile Hilmi ve Ali adlı filmi derinlemesine inceledi. Filmin toplumsal mesajlarına ve izleyiciye aktarmaya çalıştığı duygusal yüküne de değinen Kocagür, sinemaseverlere film hakkında bilgiler verdi.

Ela ile Hilmi ve Ali Neresinden tutsan elinde kalır şimdi

Geçtiğimiz yıl adından sıkça söz ettiren ve şimdilerde dijital platformlarda da yayına giren Ziya Demirel’in yönetmenliğini yaptığı Ela ile Hilmi ve Ali’yi nihayet izleyebildim. 41. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde 4, 29. Adana Altın Koza Film Festivali’nde 7 ödül alan filmi büyük umutlarla izlemeye koyuldum. Zira Serkan Keskin’in başrolünde olduğu ödül canavarı bir filmin bende umut yaratması oldukça normal olsa gerekti.

Depremzede bir genç kızın, kendinden yaşça büyük bir matematik öğretmeni ile evlenip üniversite sınavına hazırlanma süreci, filmin serim bölümünü oluşturmaktaydı. Geçmişe dair çok ipuçlarının olmadığı sadece bazı ayrıntılarla anlatılmaya çalışılan karakter arka planları elbette ki merak uyandırıyordu. Fakat ilk bölümdeki sınav ve ders çalışma hikayesi oldukça aykırı ifade edilmişti. Sanki Ela, depremden sonra bir ağabeyinin yanında sınava hazırlanmak için gelmişti. Ancak bu iki karakter evliydi. Süreç içerisinde Ali’nin de hikâyeye dahil olmasıyla film Bermuda Şeytan Üçgeni’ne dönüşüverdi.

Aralarında yine yaş farkı bulunan fakat daha yetişkinlik evresine geçememiş Ali ve Ela’nın çocuksu ilişkileri, ders çalışma ve kaytarma serüvenleri hikâyeyi iyiden iyiye beslemişti. Fakat Hilmi karakterinin Ela’nın bir öğretmeni mi yoksa kocası mı olduğu ayrımı seyirci önüne atılan bir yem olarak bulunmaktaydı. Seyirci koltuğunda bulunan kişi kendisini toplumsal normların tepesinde pirüpak bir iktidar temsilinin elçisi olarak, bu konuyu içten içe eleştirebilirdi. Acaba Ela istismara mı uğruyor? Acaba Ela istemediği bir evlilik mi yaptı? Acaba Hilmi, Ela’nın mağduriyetini kullanarak ondan faydalanıyor mu? Bu sorular gayet normal ve olağan olsa gerekti.

Bu konu yıllardır 18 yaş üstündeki bireylerin arasında fazla yaş farkı bulunsa da evliliklerinin bir problem olup olmayacağı tartışmasını ortaya koyuyor. Ela reşit, 18 yaşını tamamlamış fakat annesi ve babası öldüğü için kimsesiz kalmış, öğrendiğimiz kadarıyla teyzesi Ankara’da yaşıyor ve Ela Hilmi’den ayrılsa ona bakabilecek durumda. Fakat o ölen kardeşinin yasından kendisini bir türlü alamamış ve Ela’nın evlenmesine sanki birazcık göz yummuş.

Hilmi; işkolik, takıntılı, asosyal, kibirli, başarıyla kafayı bozmuş ve disiplinli bir kişi ve içerisinde bulunduğu durum nedeniyle psikolojik bir yıkımla paranoyaklarmış. Ali’ye karşı yer yer sert yer yer babacan tavırlar sergiliyor bunun sebebi ise kendince Ela’yı mutlu etmek. Peki bu durumda Hilmi gerçekten kötü bir insan mı? Aslında yine soracak olursam bu evlilik bir istismar mı? Hukuk kanunlarını bireyselleştirdiğimizde konu sahte hümanizmin ayakları altında eziliyor. Fakat aslında ortada bir suç yok. Çünkü kız reşit ve Hilmi’den ne korkuyor ne zorla tutuluyor ne de ona karşı bir nefret besliyor. Sadece onun otoriter yapısının baskısı altında ezilmiş ve kendisini ifade etmenin yollarını arıyor. Tüm bunlara baktığımızda biz filmde neden yargıç oluyoruz? Adaletin keskin kılıcını alıp Hilmi’nin filmin sonunda başını koparıyoruz fakat bu kılıç gerçekten adaleti mi temsil ediyor?

Hilmi evli olduğu karısıyla (yani Ela ile) cinsel ilişkiye girmek istiyor fakat evliliğin gerçekten temel sebebi sadece seks mi? Onu da anlamak oldukça güç çünkü Hilmi’nin Ela’yı sevdiği film içinde yer yer ifade ediliyor. Ancak bazı sahnelerde bize Hilmi’nin geçmişte bir öğrencisine yüksek puanlar verdiği meyhanedeki sarhoşun sözlerinden aktarılıyor. Ayrıca evdeki bir CD’den de Hilmi’nin bir kadına karşı hoş cümleler döktüğü anlaşılabiliyor. Fakat tüm bunlar Hilmi’nin boynundan ipi geçirip sandalyesine bir tekme vurmak için yeterli mi? Ortada şüpheler ve yağlı urgan bulunuyor. Ve biz finalde sanık koltuğuna oturttuğumuz adamın kalemini kırmaktan çekinmiyoruz.

Buraya kadar ifade etmeye çalıştığım, mevzunun film evreninden gerçek hayatımıza açılan penceresine dikkat çekmektir. Çünkü artık politik doğruculuk evreninde bireyler çok çabuk yaftalanabilir, linçe uğrayabilir ve vurun abalıya konumuna getirilebilir olmuştur. Özellikle Amerika’da başlayan ‘Me too’ hareketiyle birlikte birçok tacizci ortaya çıkarken bazı bireyler de sırf toplumun baskısı nedeniyle adaletin ‘adil’ sıfatını görmeden çeşitli iftiralarla mahalleden uzaklaştırılmıştır.

Toplum fertleri olarak bir konuda kendimize bakmaksızın karşı tarafı yargılamak belki de en kolay tercihlerimizden olabilir. Fakat ön yargılarla ve soyut ifadelerle insanları yaftalamak ne kadar doğru? Politik doğruculuk perspektifiyle her şüpheli durumda insanlara suç isnat etmek ahlaki mi?

Ela ile Hilmi ve Ali’de ben politik doğrucu, liberal ve yapmacıklıktan vıcık vıcık olmuş bir görüntüler toplamı izlemiş oldum. Filmin sonunda bu kadar ödülü bu yapım nasıl aldı diye kendime sormadan da edemedim doğrusu. Sorumun cevabı aslında basitti. Mahalle baskısının ortaya çıkardığı kanunlar sanat camiasında keskin çizgilerle ne yazık ki çizilmiş ve aynı fikirden olmayanlar yine politik doğruculuk baskısına bırakılıyor. Festivallerimiz yine ‘hassas’ konularını kendi ‘ahlak’ yapıları çerçevesinde kalın çizgilerle çizmiş ve at gözlüklerini seri üretime geçirip pazarlamanın gayretine düşmüşler ne yazık ki…

Son olarak filmi izleyip aykırı taraftan bakan biri olarak benim görüşlerimle değerlendirmenizi rica edip sizin de fikirlerini paylaşmanızı temenni ederim. İyi seyirler…

Sonraki Haber