Emperyalizmin gizli silahı: Yalan

Kendi aklımızı kullanmak, bizim düşüncemize göre, sadece aydınlanmamız için değil, algı oluşumlarına, aldatılmaya karşı koyabilmemiz için de bir zorunluluktur. Ancak yeterli değildir. Doğru bilgiden yoksun olan akıl aldatılmaya açıktır. Bu nedenle doğru bilgi ile donanmış akla ihtiyacımız vardır

Şüphesiz ki yeryüzünde insana dair her ne varsa, insan aklının ve emeğinin ortak ürünüdür. Medeniyetler bu iki yaratıcı gücün eseridirler. İnsanlığın bugün ve geçmişte yaşadıklarında, aslan payının ve sorumluluğun akıldan yana olduğunu düşünenlerdenim.

Bildiğimiz kadarıyla; soyutlama yapma, olmayanı varmış gibi kurgulama ve olabilecekleri öngörebilme yeteneği olan tek canlı insandır. İnsan bu yeteneği ile düşüncenin boyutlarını sonsuzluğa taşımış, bilim ve teknolojinin yaratıcısı olmuştur. Ancak bu üstün yeteneğini her zaman iyi yönde kullanmamıştır. Gizli amaç ve hedefler taşıyanlarca nesnel gerçeklikler bile, çıkarlar doğrultusunda saptırılarak yalan olgu ve oluşumlar tasarlanmış, bu “kurgulanmış gerçeklikler” ile insanların ve toplumların yaşam biçimlerine yön verilmiştir.

Soyutlama yeteneği kazanan aklın, aynı zamanda; dışarıdan gelen, başka akılların kurguladığı veri girişlerine de açık ve aldatılmaya yatkın bir zafiyetinin olduğunu görmekteyiz.

ÖĞRETİLMİŞ ÇARESİZLİK

İnsan aklının algı oluşumlarına açık alan yaratan bu durumu; bireysel, toplumsal ve devletlerarası alanlardaki çıkar çatışmalarında, “akıl yoluyla kandırmayı”, “akıl yoluyla tahakküm etmeyi” en çok kullanılan gizli bir silah haline getirmiştir. Kurgulanarak akla uygun hale getirilmiş, çarpıtılmış fikir ve düşüncelerin bilgi ve muhakemeden yoksun kitlelerce gerçek gibi algılanması, insanın başta inanç alanı olmak üzere her türlü sömürüsüne temel olmuştur. İnsanlar ya doğru düşündüklerine, kendilerince doğru karar verdiklerine inandırılmış, ya da “öğretilmiş çaresizliklere” boyun eğmeğe mecbur bırakılmışlardır.

Aklın irade üzerindeki belirleyici etkinliği ve aldatılmaya açık hali, insan ve toplum davranışlarına yön vermenin aracı olarak kullanılmasına imkân vermektedir. Çelinen akıllarla ve algı oluşumlarıyla insanları ve kitleleri yönlendirme ve yönetme biçimi, insanlığın kaderi olmuştur. Bireysel ve toplumsal kararların, inançların oluşumunda algı yaratma etkinliğini en çok kullananlar, egemen güçler ve emperyalizm olmuştur. İnsanlık tarihinin oluşumunda “nesnel gerçeklikler” kadar bu “kurgulanmış gerçekliklerin” de payı vardır.

Bu düşüncelerimiz ışığında mevcut dünya düzenine ve bu düzenin dayandığı kurumsal yapılara bir göz atalım.

ŞEKERE BULANMIŞ YALANLAR

İki dünya savaşı ve sonunda yaşanan küresel ekonomik çöküntü; savaş yılgını, açlık ve istikrarsızlıktan bezmiş; düzene, barışa, huzur ve refaha susamış ve tam da algı operasyonlarına hazır bir dünya kamuoyu yarattı. Emperyalist sömürgeci aklın kendi çıkarına uygun her türlü küresel oyun kurma şartları mevcuttu. Fırsat oluşmuştu, belki de yaratılmıştı. Dolar imparatorluğunun temelleri atılabilirdi.

Önce 1944 uluslarası Bretton Woods Anlaşması ile ABD doları, dünya ticaretinin ödeme aracına ve her yerde mal ve hizmet sağlayan sihirli bir güce dönüştürüldü. Bu, ABD’ye 6 centlik boyalı kâğıt karşılığında dünyanın her yerinden 100 dolarlık mal ve hizmet alabilme imtiyazı demekti. Bu, insanlık tarihinin ilk ve belki de son en büyük soygun kurgusudur.

“Ulusal Yeterlilik” ve “Ulusal Pazar” kavramları dolar imparatorluğunun önündeki en büyük engel olacaktı.Tabi ki ABD dolarına bu ayrıcalık kazandırıldıktan sonra, onun kullanım alanını ve hacmini genişletecek, dünya ekonomilerini dolara bağımlı hale getirecek, dış ticarete dayalı kalkınma modellerini teşvik eden ve dünya ticaret hacmini artırıcı (yani dolara ihtiyacı artırıcı) uluslararası örgütlenmelere, anlaşmalara ihtiyaç vardı.

Bu amaçla, aşağıda başlangıç metinlerinden alıntı yaptığımız bir dizi uluslararası anlaşma ve kurumun devreye sokulduğunu görüyoruz.

GATT- 1947: Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması, daha sonra DTÖ-Dünya Ticaret Örgütü.

IMF-1944: Uluslararası Para Fonu.

WBG-1944: Dünya Bankası.

UN -1945: Birleşmiş Milletler.

ICJ-1945: Uluslararası Adalet Divanı.

NATO-1949: Bu yapıya bekçilik yapacak olan askeri teşkilat kuruldu.

Bu uluslararası örgütlenmelerin ve anlaşmaların başlangıç metinlerine baktığımızda nerede ise hepsinde tekrarlanan şu ortak ifadeler dikkatimizi çeker. Bir kutsal kitaptan alınmış, iyilik meleklerinin insanlara sanki cennet vadeden cümleleri gibi:

“Dünya genelinde hayat standardını yükseltmek, tam istihdam ve istikrarlı bir şekilde artan reel gelir sağlamak, (…) dünya kaynaklarının sürdürülebilir kalkınma hedefine uygun olarak kullanımına imkan vermek, çevreyi korumak, ülkelerin ihtiyaç ve endişelerine cevap verecek kaynakları geliştirmek, gelişme yolundaki ülkelerin ve en az gelişmiş olanların dünya ticaretinde ihtiyaçları nispetinde pay elde etmelerini sağlamak, dünya halklarının hak eşitliği ilkesini sağlamak, sorunları çözmede, din, ırk, cinsiyet, dil ayırımı gözetmemek, demokrasi, bireysel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü, istikrar ve refahın geliştirilmesi, dünya barışın, insanlığın yüksek değerlerine hizmet” ifadelerini görmekteyiz.

Bu kutsal başlangıç ilkeleri arkasına gizlenmiş sinsi emellerin neler olduğunu; bu kurumların yönetim, karar ve uygulama iradesinin kimlerin elinde olduğunu, son sözleri kimlerin söyleyeceğini -her biri uzmanlık isteyen- anlaşma maddelerini incelediğimizde görebiliriz. Ancak, bütün bu kurumların bugüne kadar fakir ve mazlum milletlerle ilgili nasıl kararlar verdiklerini, nasıl işlediklerini ve kimlerin çıkarlarına hizmet ettiklerini görmek ve anlamak için uzman olmaya gerek var mı?

Mutlu bir azınlığa hizmet eden, finans kapitali ve kurumları ile dünyanın ve insanlığın tüm kaynaklarını sömüren Dolar İmparatorluğunun geniş halk kitleleri üzerinde yarattığı yük; ABD dışında dolaşan dolar miktarı 60 trilyonu, dünya çapında kişi ve ülkelerin kayıtlı borç hacmi 280 trilyonu aşmış durumda. Bir yanda ticaret savaşları, bir yanda terör örgütleri üzerinden vesayet savaşları, işsizlik ve borç yükünden bunalmış kitleler. Bu tabloya eklenen virüs salgını ile birlikte daha da derinleşen dünya çapında bir ekonomik kriz.

YENİDEN YAPILANMA İHTİYACI

Dünyanın yaşamakta olduğu Korona-emperyalizm ortaklığının oluşturduğu bu krizin yeni bir dünya düzeni getireceği kesin gözükmektedir. Bu ortamı yeniden kendi çıkarlarına uygun olarak kullanmak isteyen emperyalist güçler, küresel algı operasyonlarına başlamış durumdalar. Emperyalizmin iç ve dış etki ajanları, küreselci politikaların vazgeçilmez olduğunu, aksi bir durumun insanlığın felâketi olacağını işlemeye, bilgiden ve içinde bulundukları ekonomik çıkmazdan kurtulma gücünden yoksun kitleleri ve iktidarlarını bu kitlelere dayamış olan ülke yönetimlerini etkileyecek döneme uygun yeni kurgularını piyasaya sürmeye başladılar. Örneğin, benim denk geldiğim WEF (Dünya Ekonomik Formu) kurucusu ve başkanı Klaus Schwab’ın, Project Syndicate aracılığıyla Dünya gazetesinde yayımlanan ve Homo Sapiens-Homo Deus kitapları ile ünlenen Y. N. Harari’nin, Financial Times’ta yayımlanan makalelerini, internet ortamında sizler de okuduğunuzda, bu yazının ana fikrini oluşturan “algı yönetimi ile insanlığı yönetmek, yönlendirmek” gayretlerini daha iyi değerlendirebilirsiniz. Emperyalizmin arayış içinde olduğunu, şimdilik ancak küreselciliğin vazgeçilmezliğini dayatan düşünceler pompaladığını görüyoruz. Yeni Dünya Kurumları ihdas etmek veya mevcutlarının işlevlerinde değişikliğe gitmek zorundalar. ABD Dünya Sağlık Örgütü’nden ayrıldığını bildirdi. Bize düşen görev gelecekteki yeni oluşumları kendi aklımızla izlemek olmalı.

NEDEN KENDİ AKLIMIZ

Akılcılık felsefesinin kurucularından Alman filozof Immanuel Kant 1784 yılında “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Yanıt” adıyla yayımladığı makalesinde aynen şunları söylemiştir: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. (…) Aklını kendin kullanmak cesaretini göster. Aydınlanmanın parolası budur.”

Kendi aklımızı kullanmak, bizim düşüncemize göre, sadece aydınlanmamız için değil, algı oluşumlarına, aldatılmaya karşı koyabilmemiz için de bir zorunluluktur. Ancak yeterli değildir. Doğru bilgiden yoksun olan akıl aldatılmaya açıktır. Bu nedenle doğru bilgi ile donanmış akla ihtiyacımız vardır. Doğru bilgiye ulaşmanın yolu ise bilim ve fendir. Büyük önderimiz Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” sözü, kendi aklımızı kendimiz için kullanabilmemizin, başkasının algı operasyonlarına ve yalanlarına karşı koyabilmemizin rehberi olmalıdır.

Sonraki Haber