Enerjide dışa bağımlılık güvenlik ve dış politika meselesidir
BAİBÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde enerji ve enerji jeopolitiği alanında çalışmalarını yürütten Dr. Öğretim Üyesi İlhan Sağsen AA için bir makale kaleme aldı. Sağsen Karadeniz'deki keşfin Türkiye'ye bir çok alanda fayda sağlayacağını belirtti.
İlhan Sağsen Anadolu Ajansı için bir kaleme aldığı makalenin tamamı şu şekilde:
Uluslararası sistemde bir devletin etkinliğini genel manada kapasiteleri belirler. Aktörün ekonomik kapasitesi, demografik yapısı, askeri kapasitesi, teknolojik kapasitesi ne kadar yüksekse o kadar ulusal güvenliğini koruyabilme ve ötesinde de etkin bir dış politika oluşturabilme imkânına sahip olur. Devletlerin elini güçlendirecek ve dış politikada kendisine alan açacak bu kapasiteler kimi zaman aktörlerin müzakere masasında haklılığını ortaya koymak için, kimi zaman da uluslararası hukukun uygun argümanlarını savunabilmek için gerekli güç unsurları olarak karşımıza çıkar. Dış politikada devletlere alan açan bu kapasiteleri etkileyen en temel unsurlardan biri bağımlılıklardır. Bağımlılık oranı arttıkça dış politikadaki hareket kabiliyeti azalır. Bu bağımlılık ekonomide, hammaddede ya da teknolojide veya ulusal güvenlikte olabilir. Aslen aktörler arası ilişkilerin simetrik mi yoksa asimetrik mi olacağını belirleyen, yine kapasiteleri ve bunu etkileyen bağımlılıklarıdır. Günümüzde aktörler arası ilişkileri ve dış politikayı etkileyen bağımlılıklardan biri de enerji kapsamında gündeme gelmekte.
Enerji, uluslararası sistemdeki konumlarından bağımsız olarak, büyük ya da küçük, gelişmiş ya da gelişmekte olan fark etmeksizin, tüm devletlerin ihtiyaç duyduğu bir kaynaktır. Dünya nüfusunun ve buna bağlı olarak ihtiyaçların artması, enerjinin dünya üzerindeki asimetrik dağılımı, onu bir jeopolitik ve güvenlik meselesi haline getirdi. Enerji yataklarına sahip bölgelerin jeopolitik önemleri artarken bu bölgeler bir nevi oyun alanı haline gelmekteler. Bu durum enerjiyi güvenlik meselesi haline dönüştürmüştür. Bazı devletler ulusal güvenliklerini sağlayamadıklarından, enerji sahibi olmak onlar için bir beka mücadelesine döner; bazı ülkeler ise enerjiyi bir dış politika aracı olarak kullanırlar. Enerjinin güvenlik boyutunun kaçınılmaz yönlerinden birini de enerji güvenliği oluşturur. Gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler, enerji güvenliklerini sağlayabilmek adına, enerji kaynaklarına sahip olmak ya da bu kaynaklara en azından kesintisiz erişebilmek için uygun dış politika formülleri üretmekteler.
Enerji güvenliği tartışmaları üzerine devletlerin dış politika inşa etmeleri Birinci Dünya Savaşı’na kadar dayanır. Winston Churchill Birinci Dünya Savaşı öncesinde “İngiltere olarak ne bir kaynağa ne bir devlete ne de bir bölgeye bağımlılığımız olabilir. Hangi yerde olmak gerekiyorsa o yer üzerinden bir politika üretip tek kaynağa bağımlılıktan kaçınmak gerekiyor. Bu bizim en önemli enerji güvenliği meselemizdir. Enerjiyi kesintisiz bir şekilde sağlamak gerekir” diyerek enerji kaynaklarına hâkim olmak üzere bir dış politika ortaya koymuştu. Ayrıca yine Churchill Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz donanmasının kömür yerine petrolle çalışmasının, genel manada uluslararası sistemde, özelde ise Almanya’ya karşı karşılaştırmalı bir üstünlük sağlamak açısından çok önemli olduğuna dikkat çekmişti. Churchill’in enerji kaynakları açısından yine Orta Doğu’yu hedef olarak seçmesi, savaşın temel motivasyonlarından birinin enerji olduğunu gösteriyor. Aynı şekilde Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Petrol meselesi yalnızca bir milli ekonomi meselesi değil, aynı zamanda bir milli müdafaa meselesidir” diyerek konunun güvenlik bağlantısına vurgu yapmıştı. Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, ister ulusal güvenlik üzerinden okunsun isterse enerji güvenliği üzerinden değerlendirilsin, enerji kaynaklarına sahip olmak ülkelerin uluslararası sistemdeki pozisyonunu ciddi bir şekilde değiştirmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında stratejik önemi yeni kavranmaya başlanan enerji kaynaklarının elde edilmesi çabası, zamanla enerjinin dış politika unsuru olarak kullanılmasına dönüştü. Enerjinin bir dış politika aracı olarak kullanılmasına ilk örnek 1973 Arap-İsrail savaşı sırasında yaşandı. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), Arap-İsrail savaşında İsrail’i desteklediği gerekçesiyle Batı’ya petrol ambargosu uyguladı. Bu durum ciddi bir krize yol açtı. Bu kriz sonucunda, Orta Doğu enerji kaynaklarına bağımlı olan Fransa, enerjinin gelecekte yine bir dış politika aracı olarak kullanılabilme ihtimaline binaen, temel enerji kaynağı olarak nükleer enerjiyi kullanmaya başladı. Aynı şekilde Rusya’nın 2006 ve 2009 yıllarında Ukrayna ile yaşadığı gerilimler sonucunda kısa süreli de olsa Avrupa’ya giden ve Ukrayna’dan geçen hattan doğalgaz akışını kesmesi, yine özellikle Avrupa Birliği’nde (AB) ciddi bir endişeye yol açmıştı. Çünkü genel manada AB, özelde de Almanya o günden itibaren Rusya’nın enerjiyi bir dış politika aracı olarak kullanabileceğini düşünmeye başladı ve Rusya’ya olan enerji bağımlılıklarını azaltmak için yenilenebilir enerjiye yöneldiler. Bu çerçevede, enerjide dışarıya bağımlı olmanın ülkelerin ekonomi-politiğini etkileyen önemli bir unsur olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Konunun bir başka veçhesi de enerji kaynaklarına ihtiyaç duyan ve enerjide dışa bağımlı olan devletlerin dış politikada yeterince bağımsız hareket edememesidir. Enerjideki dışa bağımlılık, aktörler arasındaki ilişkiyi asimetrik bağımlılığa çeviren bir konudur. Bu bağlamda enerjide dışa bağımlılık, devletlerin dış politikadaki hamlelerini kısıtlayan bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Zira enerjinin yukarıda bahsedildiği gibi bir dış politika aracı olarak kullanılıp arz kısıntısına gidilmesi ihtimali, yani enerjinin politik bir hamle aracı olarak kullanılması ihtimali devletleri tedirgin etmekte. Bu noktada, tedirginliğin temel nedeni enerjide dışa bağımlı olan devletin, olası kesilen miktarı başka bir kaynaktan karşılayamama endişesidir. Bu konuya örnek olarak 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinden sonra AB-Rusya ilişkilerinde yaşanan gelişmeler gösterilebilir. AB birlik olarak Rusya’ya enerji konusunda bağımlıyken, aynı zamanda Rusya’nın önemli doğalgaz şirketi Gazprom’un başta Almanya ve İtalya olmak üzere AB üyesi ülkelerle enerji kontratları yapması, AB’nin Kırım ilhakı sonrası net bir dış politika tavrı alamamasındaki en büyük etkenlerden biri olarak görülebilir. Rusya’ya yönelik yaptırımlar, G-8 üyeliğinin askıya alınması ve bazı ekonomik yaptırımların ötesine geçemedi. Bu noktada AB’nin Rus enerjisine kısa vadede alternatif oluşturamaması ve Rusya’nın arz kesintisi yapabileceği kaygısı önemli faktörler olarak görünüyor. Bu anlamda, AB’nin enerji bağımlılığının dış politikada hamle gücünü azalttığını söylemek mümkün.
Konuyla alakalı başka bir örnek, 2015 yılında Türkiye ve Rusya arasında yaşanan uçak krizi sırasında yaşandı. 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya Hava Kuvvetleri'ne ait Suhoy (Sukhoi) Su-24 tipi uçağın sınır ihlali gerçekleştirmesinden dolayı Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesinin ardından gerginleşen Rusya-Türkiye ilişkilerinde, tartışmalar asimetrik bağımlılık üzerinden sürmüştü. Bu tartışmaların odağında, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı enerji kaynağının miktarı ve geçmiş deneyimlerden de yola çıkarak Rusya’nın (uluslararası hukuka aykırı bile olsa) Türkiye’ye giden enerji arzını kesebileceği tedirginliği bulunuyordu. Türkiye’nin o dönemde Rusya’dan aldığı gazda bir kesinti olması halinde ortaya çıkacak ihtiyaç, başka bir kaynaktan karşılanamayacak düzeydeydi. Durumu ağırlaştıran bir diğer durum da Türkiye’nin elektrik enerjisinin o dönem için yarıya yakın kısmını, yüzde 99’unu dışarıdan aldığı doğalgazla üretiyor olmasıydı. Yani doğalgazdaki kesinti aynı zamanda Türkiye’nin elektrik üretimini de etkileyecekti. Bu gelişmeler ışığında, Türkiye alternatiflerini oluşturmak üzere sıvılaştırılmış doğalgaza (LNG), yenilenebilir enerjiye, yerli enerji kaynaklarına yöneldi. Aynı zamanda depolama faaliyetlerini de artırarak bugün elektrik üretiminde doğalgazın payını epey düşürdü ve kaynaklarını çeşitlendirdi. Böylece enerji güvenliğini sağlama konusunda daha güçlü hale geldi. Ancak o dönemde söz konusu kriz Türkiye’nin dış politikasında hareket alanını daraltan bir gelişmeydi.
Bu noktada, devletlerin enerji bağımlılıklarından kurtulmasının sadece ekonomi, ticaret, güvenlik gibi alanlar için değil, aynı zamanda dış politikada güçlü bir duruş sergileyebilmek için elini kuvvetlendirecek bir hamle olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bu minvalde, geçtiğimiz günlerde Karadeniz’deki Sakarya Gaz Sahası’nda (Tuna-1) bulunan 320 milyar metreküplük doğalgazın Türkiye’ye cari açıktan ekonomik getirilere, ulusal güvenlikten dış politikaya kadar çok boyutlu birçok alanda fayda sağlayacak bir başlangıç olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye her şeyden önce artık doğalgaz aramayı, sondaj faaliyetlerini ve bunların sonucunda da enerji kaynağı keşfetmeyi deneyimleyen bir ülke konumuna gelmiş oldu. Bu kabiliyet, özellikle Türkiye’nin kendi sismik araştırma ve sondaj gemilerine sahip olmasıyla beraber, elde ettiği bir hareket özgürlüğünün sonucu olarak ortaya çıktı. O halde, öncelikle böyle bir teknolojiye sahip olmanın, enerji konusunda atılan adımları değiştiren temel unsur olduğunu söylemek gerekir. İkinci olarak, bulunan doğalgazın büyüklüğünü anlayabilmek için, Türkiye’nin ithal ettiği doğalgaz miktarlarıyla karşılaştırarak bir analiz yapmak gerekiyor. En basitinden Türkiye Rusya’dan 2019 yılında yaklaşık olarak 15,5 milyar metreküp doğalgaz almıştı. Yeni keşiflerin olmaması durumunda, yani bulunan rezerv miktarının 320 milyar metreküp olarak kaldığı düşünülse bile, bu enerji miktarı Rusya’dan alınan 20 senelik gaz miktarına eşittir.
Bu durum, öncelikle enerji güvenliğinin temel unsuru olan “çeşitlendirme” açısından son derece önemlidir. Enerjinin alındığı kaynakları çeşitlendirmek veya kullanılan enerji tiplerini çeşitlendirmek, olası bir kriz durumunda arz kesintisi olsa bile, o miktarın başka bir kaynaktan telafi edilmesini sağlayacaktır ki bu da ülkenin dış politikasını doğrudan etkileyecek ve elini rahatlatacak bir unsurdur. Dolayısıyla bu doğalgaz keşfiyle Türkiye, artık doğalgazın yüzde 99’unu ithal eden bir ülke konumundan enerjiye sahip bir ülke konumuna geçmiş oldu. Doğalgaz kullanıma geçtikten sonra cari açığın en önemli kalemini oluşturan enerji ithalatını azaltacak, bu durum da ekonomiye çok önemli katkılar sağlayabilecektir. Ancak bunların yanı sıra, özellikle yeni rezervlerle desteklenmesi durumunda, enerji gibi dış politikayı etkileyen bir konuda Türkiye’nin bağımlılıktan aşamalı olarak kurtulabilmesi ve ayrıca bu hususta kapasitesini artırarak diplomaside ve dış politikada elini güçlendirip kendisine hareket alanı kazandırabilmesi en önemli sonuçlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Enerjiye sahip olunduğu için azalan dışa bağımlılığın meydana getireceği dış politikadaki hareket alanı, Türk dış politikasında önemli yer tutan Libya, [1] Suriye ve Doğu Akdeniz [2] gibi meselelerde de hissedilecektir.
[Dr. Öğretim Üyesi İlhan Sağsen Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde enerji ve enerji jeopolitiği alanında çalışmalarını yürütmektedir]
[1] https://www.aa.com.tr/tr/analiz/turkiye-libya-anlasmasi-dogu-akdeniz-de-jeopolitik-denklem-degisiyor/16612482] https://www.aa.com.tr/tr/analiz/yeni-bir-kriz-ve-mucadele-alani-dogu-akdeniz/1484415