Enkazdan uzanan yetenekli eller

Görsel sanatlar öğretmeni Ersin Kayıkçı, yaralarını sarmaya devam eden deprem bölgesi Hatay’da gönüllü olarak sanat eğitimi veriyor. Kayıkçı, enkazda kurtarma çalışmaları yaparken bulduğu bir karakalem çalışmasından etkilenmiş. Şimdi oradaki gençleri sınavlara hazırlıyor.

Deprem felaketiyle halen boğuşmakta olan Hatay’ın ayakta kalabilen nadide tarihi eserlerini resmetmek amacıyla zorlu yollarda geçen bir Samandağ gezisi sonrası, Ersin Kayıkçı öğretmenimiz beni sosyal medyadan görmüş. “Buralardaysanız sizi gönüllü hizmet verdiğim resim kursumuza davet etmek isterim. Biz hayattayız; halen buradayız ve halen bir enkazın ortasında güzel olana ulaşmaya çalışıyoruz" diyen genç meslektaşımın çalışmalarını haber yapmaya karar verdim.

Yolum uzundu, yol zordu ve gerçeküstü deneyimlerle doluydu. Ben yine de size karanlığın içindeki ışığı resmettim. Bu umut dolu röportajla da halen enkazın ortasında sanat eğitimi almaya ant içmiş Hatay Defne'nin yetenekli çocuklarına dikkat çekmek istedim. Orada halen ses var, sanat var, umut var.

İzmir'de Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Şehit Fatih Satır Bilim ve Sanat Merkezinde görsel sanatlar öğretmeni olarak görev yapan Ersin Kayıkçı, kendisini “Antakyalı” olarak tanıtmayı özellikle bu süreçte kıymetli buluyor. Hocası Prof. Dr. Olcay Tekin Kırışoğlu’nun sanat eğitiminin etkisiyle kendini geliştirdiğini belirten Kayıkçı, farklı sanat dallarıyla da uğraşıyor. Doğal hayatın korunması ve savunulması konusunda da hassas bir kişiliğe sahip olan Ersin Kayıkçı’ya sorularımızı yönelttik.

Eğitim hayatınız, geldiğiniz şehir, oradaki hayatınız nasıldı?

2005 yılında Mustafa Kemal Üniversitesi'nde resim iş öğretmenliğini bitirdim. Lisans eğitiminin ardından kamuda öğretmen olarak çalışmaya başladım. Öğretmenlik mesleğimi severek yapıyorum. Sanat alanında daha doğru adımlarla ilerlemenin yolu yüksek lisans yapmaktan geçiyordu. Bu nedenle yüksek lisans yapmaya karar verdim ve Düzce Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim Ana Bilim Dalında yüksek lisansımı bitirdim.

İzmir'de sanat eğitimi öğretmenliği dışında kendime ait bir atölyem var. İşim haricinde vaktimi genellikle atölyemde geçirmeye çalışıyorum. Kalabalık bir kentte insanın kendine ait bir yarattım alanının olması güzel bir kazanım. Böyle bir durumda insanın çalışmamak için bir bahanesi kalmıyor. Yerim var ve sessizliği, kendim için sessizliği oluşturabiliyorum. Bu koşullarda sanat üretimi, sanat çalışmaları yapılabiliyorum. Etrafımda güzel insanlar var. Farklı özelliklere sahip insanları tanımak hoşuma gidiyor. Sanat etkinliklerinde insanların birbirleriyle iletişimi-etkileşimi fazla olduğu için kendimi şanslı hissediyorum çünkü günlük yaşam pratiklerinde sanatın yeri gibi konuları konuşmayı seviyorum. Bu sayede hayatta farklı insanlarla, farklı sanat alanlarında çalışan insanlarla temas içerisinde oluyorum.

‘40 SAATTE ANTAKYA’YA VARDIM’

l Burayı nereden duydunuz ve nereden geldiniz, sizinle birlikte gelenler oldu mu?

6 Şubat’ta depremin yaşandığı anda ben İzmir’deydim. Çoğu insan gibi ben de uyuyordum. Tam olarak 4:17’de uyandım ve telefona baktım. Son dakika bildirim haberi; Maraş merkezli 7.8 deprem yazıyordu. O anda ilk aklıma gelen ablam oldu. Ablamı aradım, telefonu açtığında ağlıyordu. Ablamın evi yıkılmadan önce dışarı çıkabilmişlerdi. Ardından kimsenin telefonuna ulaşılmaz oldu. Televizyon kanalların da deprem ile ilgili haberlerde Antakya ile ilgili sadece deprem oldu bilgisi vardı. Gönüllü AFAD üyesi olduğum için hemen İzmir AFAD’ı aradım. Henüz bir koordinasyon olmadığını öğrenince hazırlığımı yapıp Antakya’ya doğru yola koyuldum. İnternet uygulaması üzerinden yanıma bir kişi aldım. Ailesinden haber almıştı. Ailesi iyiydi. Kış günü yollar tahmin edeceğiniz gibi karlı. Konya’da bir kaza nedeniyle yolda mahsur kaldık. 40 saat sonra ancak Antakya’ya giriş yapabildim. Salı gününü Çarşamba gününe bağlayan gece saat 01:00’de Antakya’nın içindeydim. Bölgede hiçbir kurtarma çalışması yoktu. Birkaç kişi eldeki imkanlarla yakınlarını kurtarmaya çalışıyordu. “Size katılabilir miyim” dedim. İçlerinden biri bana öfkeli davrandı. Görevli sandığı için “Neredesiniz bu saate kadar? Neden kimse yardıma gelmedi?” diyerek üzerime yürüdü. Kendimi tanıttım ve onlara katıldım. Binadan çıkan yakınlarını Thermo King’i olan uzun araçta tutuyorlardı. Oradaki çalışma bitince dinlenmek için çekildiler. Ben de çalışacak başka bir ekibe katıldım.

Özel aracımla gelmek mantıklı bir tercih oldu çünkü gelirken aracımın sığdığı kadar günlük ihtiyaç malzemesi getirdim. Gelemeyen arkadaşlarımız uzaktaki çalışmalara katıldı ama İzmir’de İstanbul’dan gelen dostlarım oldu. Hatta İzmir’den Pelin Gören ile daha sonra bir ekip kurarak psiko-sosyal destek anlamda insanlara yardımcı olmaya çalıştık. Özellikle ilaç temini noktasında çok ciddi çalışmalar yaptık. Ardından Holon Akademi’nin “Köyden Köye Oyun Gönüllüleri” çalışmasına katıldım.

‘DÜNYA YENİ BİR ANLAM KAZANDI’

l Biz İstanbul Artcontact fuarında bir panel düzenledik ve ben panelin küratörü olarak başlığı "Acının Estetiği" olarak belirlemiştim. Bu konu, yine bu sayfalarda defalarca yer bulmuştu. Tam da siz şimdi acının ortasındasınız. Bu sizin sanatınıza nasıl yansıdı?

16 gün öylece geçti. 20 Şubat'ta dinlenmek üzere kamp kurduğumuz yerde 6.4 depremini yaşadım. O gece çok zorlu bir geceydi. Son günlerde sağ kulağımda bir duyma kaybı olduğunu fark ettiğim için İzmir'e tedavi için dönmeyi planlıyordum. 21 Şubat’ta İzmir’e döndüm. Doktor üzüntüden kaybettiğimi söyledi. Yüzde seksen (%80) kayıp olduğunu ve kortizon tedavisiyle geçeceğini söyledi. Sağ olsun tedavimi verdi ve ben Antakya'ya geri döndüm. Acının ve hüznün bendeki görüntüsü bu oldu. Bölgedeki insanların karşısında güçlü durup güçlü hissettirmeye çaba gösterirken benim içten içe ne kadar acı duyduğumu örtmeye çalışıyordum.

Beni çok etkileyen nesnelerden birisi depolar oldu çünkü yıkımın içerisine girdiğimde duvarların bazen bir mesnet olduğunu bazen de bir insanı öldürdüğünü görüyorsunuz ama depoların su depolarının yoğun olarak kullanıldığı bir bölgedeyiz ve bu depoların bir yağmur gibi yağdığını görebiliyorsunuz insanların anlatımlarında zaten depolar çok ciddi bir yer kaplıyor. Belki de bundan sonra her bir su deposu benim zihnimde bir sanat nesnesi sorunsalı olacaktır.

Doğal olarak hayatın içerisinde acı hep vardır. Günlük yaşamda acıyı yaşarsınız, Televizyon ekranlarında acıyı yaşarsınız, savaş fotoğraflarında yaşarsınız ama insan ne acıyı yaşamak ne de acıya tanık olmak ister. Acı konusunda bilgi sahibi olduğumu düşünüyordum. Fiziksel bir acıya tanık olmak, aslında direkt olarak o acıyı görmek çok ilginç bir durum. Her şeyin kayıt altına alınabildiği günümüz dünyasında, insanın aklına gelebilecek her türlü acıyı izleyebiliyoruz. Ölümü dahi videolarda izleyebiliyoruz. Ama bu durum yaşamın içerisinde bir akış değildi. Bu süreçte bu durumla ilgili nasıl sanat üretilebilir. Sanatta olan durumu yaşanan duyguyu gösterme-aktarma çabası da vardır. Ama ben hiçbir şeyi göstermek istemiyordum. Günümüz yaşam pratiklerinde en kolay olan gösterme biçimi sosyal medyada dahi acımı paylaşmak istemedim.

Schopenhauer’ın “Dünya, benim gördüğüm şeydir” sözü vardır. Benim gördüğüm bildiğim dünya bu depremle yeni bir anlam kazandı. Bildiğim her şeyi bu tarihten itibaren yeniden düşünmem gerektiğini hissediyorum. Bu nedenle arada bir aklıma gelmiş olsa da hiç bu anlamda bir üretim yapmadım.

l Geldiğinizde çocukların psikolojisini nasıl yorumladınız? Tabi biz bunun uzmanı değiliz ama siz bir eğitimci olarak onların ne yönde ihtiyaçları olduğunu düşünüyorsunuz?

Bence yetişkinlerin ve çocukların psikolojik durumu birbirinden farklı değildi. Depremi yaşayan herkesin gözleri açıktı. Gözlerin oval bir biçimde açılması, korkuyu-tehlikeyi ifade eder. Duygusal ifadeler de zaten insanlar arasında bir tür iletişim aracı gibidir. İlk günlerde herkesin şokta olduğunu anlıyorsunuz. İnsanların davranışlarını ve yüzlerindeki korkuyu görebilmekteydim. Herkesin korkulu bakışlarını ve gözlerin yuvarlaklığı halen o korkuyu yaşıyorlarmış gibiydiler. Ben kendi aileme bunu söyledim. Tabi aylar geçtikten sonra söyledim. İlk geldiğimde sizin gözlerinizde korku vardı, ben onu görebiliyordum dedim ve her ne yapıyorsanız da ben onu anlıyordum dedim. Depremin ilk saatlerinden itibaren insanlar kümeler halinde yaşamaya çalışıyordu. İlkel bir yöntemle bir arada bulunarak korunma biçimi oluşturmuşlar. Düşünsenize sayıca fazla sera olsa da 26 kişi farklı seralara bölünmekten korkuyorlardı. Doğal olarak bir arada olmak onlara güç veriyordu.

Çocukların çoğu büyüklerin dibinden ayrılamıyordu. 6 yaşındaki Elif, arkadaşıma “Annem ölürse beni yanına alır mısın, bana sen bakar mısın?” dedi. Psikolog arkadaşımla, bir dağ köyüne korkudan konuşmayı bırakan bir çocuk için gittik. Buna benzer çok fazla örneğimiz var. Bu örnekler her şeyi açıklıyordur.

Bu süreçte tabii çok farklı insanlarla tanışıyorsunuz ve iyilik için gelen insanlar bir iyilik ağı ördü. Hiç tanımadığım bir insanın mesajı bana geliyor. Benim mesajım başka birisinin telefonuna gidiyordu. Kimse “bana ne” demiyordu. Herkes bir şekilde “ben bu mesaj için, bu istek için ne yapabilirim”in cevabını arıyordu.

Arama kurtarma çalışmaları devam ederken enkazların kaldırılması kararı alındığını ve yabancıların bu cinayete ortak olmayız diyerek çekildiklerini duyduk. Bu haberin doğruluğunu araştırmadım ama bir süre sonra arama kurtarma çalışmaları yerini kepçelere bıraktı. Sahada evsiz kalan, aracı olmayan insanlara ihtiyaçları olan ilaçları temin etmeye çalıştık. Bölgede tesadüfen birbirimizi bulduğumuz arkadaşlarımla birlikte bir ekip kurarak sanatsal etkinliklerle çocuk merkezli psiko destek çalışmaları yaptık.

'KENTİ YENİDEN YARATIRKEN SANAT DA PARÇASI OLMALI'

l Bu zor süreci anlattığımız vakit ileriye dönük kişisel planınız nedir?

Bölgede sanat atölyesi kurmayı planlıyorum. Bu bölgede bir sanat alanı yaratılmalı. Kent yeniden kurulurken kentin oluşumunda sanatın da bütüncül bir parça olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu yüzden bu kursu önemsiyorum. Atölye kurmayı önemsiyorum.

YIKINTILARIN ARASINDAKİ KARAKALEM ÇİZİM

l Geldiğiniz ilk günle şimdi arasında, sanat eğitiminin çocuklar üzerinde bir fark yarattığını hissediyor musunuz?

Bu sorunuz hala tesiri altında olduğum kısa bir zaman dilimini hatırlattı. Daha ilk günlerde bir enkazda çalışırken büyük boyutta bir kağıt dikkatimi çekti. Kağıtta karakalem teknikle bir figür çizimi vardı. Üniversiteye hazırlık çalışmalarını yapan bir öğrencinin işi olduğu anlaşılıyordu. Çok etkilendiğim bu görüntünün fotoğrafını çekip çekmeme ikilemi yaşadım. Fotoğrafını çekip kağıdı olduğu yerden kaldırdım. O kaosun içinde kendimce daha az zarar göreceği bir yere bıraktım. Bu görüntüyü hatırladığım vakit bu kursu açmaya karar verdim. Tabi ki Antakya'da güzel sanatlar fakültelerine hazırlık kurslarından haberim vardı. İnsanların acil ihtiyaçları öncelikli ihtiyaçları giderildiğinde artık neler yapılabilir diye sordum kendime ve cevabı hazırdı aslında. Bu anımın etkisiyle uzman olduğum bir alanda çalışmam gerektiğini düşündüm. Bu nedenle öğrencilere ulaştım. Kurs için merkezi bir yerde olan “İmam Ali Derneği” ile görüştüm ve bana çalışma alanı verdiler. Böylelikle 5 öğrenci ile başladım. İlk günlerde çocuklar korkuları yüzlerinde taşıyorlardı. Üniversite hayali için yıkımın içerisinden geçip kursa gidiyorlar, yıkım makinelerinin çalıştığı alandan geçince sessizleşiyorduk. Ama alıştık diyebilirim. Çocuklar daha iyiler. Yaptıkları işin kıymetli olduğunu hissediyorlar. Bir amaç için geldiklerine ikna oldular.

Daha önce Hatay’da bu kadar uzun kalmış mıydınız? Defne halkı için ne düşünüyorsunuz? Eğitime ve sanata bakış açıları nasıldır?

Ben bu bölgede büyüdüm, üniversite bitinceye kadar da burada yaşadım, daha sonra meslek hayatım çoğunlukla dışarıda geçti. Antakya halkı çok seviliyor. Antakyalılarla muhabbet, öncelikle çoklu yaşam kültürünü ve yemek kültürünü sorarak başlar. Antakya kültürü ile büyüyen insanları, çalışma hayatında görev bilinci yüksek insanlar olarak görüyorum. İşçi, çiftçi, zanaatçı, hizmet sektörü gibi her türden meslekte insanlar işlerini gerçekten iyi yapıyorlar. Bir pastaneye giriyorsunuz diyorsunuz ki ben yarım kilo baklava alacağım ve size ikramları karlarından daha fazla oluyor. Kaç çeşit baklava varsa hepsinden ikram ediyorlar.

Eğitimi destekleyen bir halk, okuryazar kitlesi hatırı sayılır bir seviyededir. Bölgede bu anlamda Mustafa Kemal Üniversitesi'nin büyük bir etkisi var. Üniversite bünyesindeki güzel sanatlar fakültesi önemli bir gelişim sağlamaktadır. Antakya arkeoloji müzesindeki incelemelere bakılırsa bu coğrafyada sanat çok eski tarihlere dayanır. Tabii günümüz insan yaşamında sanat biraz daha arka planda kalmaktadır. Bölgede resim heykel ve mimari açıdan sanat tüketicisi çok azdır. Bölgede zanaat üzerine düşünürsek zengin bir sanat kültürü var. Örneğin Harbiye bölgesinde bölgenin doğal taşıyla üretilen küçük heykelcikler ülkemizin turizm bölgelerinde satılıyor. İpekböcekçiliği ile yine aynı şekilde üretimi fazla olan bir bölge. Özetle bölgede sanatsal üretim zanaatçılık ve kültürel ürün olarak karşınıza çıkar. Üyesi olduğun ANSAM Kültür ve Sanat Derneğinin kurucusu Mehmet Oflazoğlu, sanat çalıştayları, sanat fuarı ve film festivali gibi ciddi çalışmalar yapıyor.

'SADECE EĞİTİM DEĞİL İÇİNDE MÜCADELE VAR'

l Bu eğitim ile hedefiniz ve bu hedefe ulaşabileceğinize dair sizi umutlandıran olumlu süreçler nelerdir?

Bu eğitim temelde güzel sanatlar fakülteleri hazırlık eğitimi ama tabii bu dönemde bu kadarıyla tanımlanamaz. İçinde mücadele var. Öğrencilerin bu süreçte kendilerini ben hazırlanabilirim yeterli zamanım olmasa da başarabilirim demesi gerekmektedir. Çadırdaki yaşamın içerisinde umudu beslemek gibi bir durum var aslında böyle bir mücadele var ve bu yüzden çok kıymetli bir eğitim sanat eğitimi. Öğrencilerin istikbalini düşünmekteyim ama diyorum ki bu öğrenci gidecek üniversite okuyacak ve sanat alanında gelişecek. Aslında iyileştirdiğim bir yanı olacak bu çocukların. Bu kadar çok acının içerisinde yeniden gençlerle filizlenecek bir yaşam üreteceğimizi düşünüyorum. Tabii sanat ve sanat etkinlikleri ile bölgedeki tüm çocuklara iyi geleceğini düşünüyorum.

3 ÇOCUKLU ANNE ÖĞRENCİ

Öğrencilerim arasında 3 çocuklu bir anne var. Tabii bazı nedenlerle okula gidemiyor ve yaşamını kuruyor evleniyor ama düşlerinde her zaman resim öğretmeni olmak varmış. Benim kursu duyunca daha fazla zaman kaybedemem diyerek zorlu bir çabanın içinde her gün kursa 2 çocuğu ile birlikte 50 km uzaktan geliyor. Aslında bu mücadele sadece kendisiyle olan bir mücadele değil yani neredeyse etrafındaki herkesle mücadele içerisinde ve bunun için bence bu annenin desteklenmesi gerekiyor. Etraftaki insanların telkinlerini tahmin edebilirsiniz. Çocuğun var eşin var otur oturduğun yerde daha ne istiyorsun hayattan gibi… Ekonomik anlamda mücadele ediyor. Onu gördükçe yaptığım işin yorgunluğunu unutuyorum. Bu kursa gelen her bir öğrencinin zorlu bir günlük hikayesi var.

Önceleri Mimar Sinan'da okumak isteyenin şimdi “artık neresi olursa okurum” demesi beni üzüyor. Ben hayır diyorum umutlarımızı hedeflerinizi küçültmeyelim diyorum. Çok çalışalım, bunu yapabiliriz başarabiliriz diyorum. Benim için çocuklara böyle bir umut vermek, yapabilirsin demek çok özel bir durum. Üzüldüğüm şeyler arasında bir de şu var; çoğu öğrenci servis veya toplu taşıma olmadığı için kursa katılamıyor.

Mesela N. adlı öğrencimiz ulaşım olmadığı için gelemiyorum dedi. Çok üzücü bir durum. Bu öğrencilere servis sağlanmasını isterdim ama bu tabii mümkün değil. Benim yapabileceğim şeyler de sınırlı maddi açıdan ve zaman açısından. Bazı şeyler sınırlıdır. Bunu kabullenerek bu çalışmayı yapıyoruz.

Bu yolda yine de umut var, yine de umutluyuz fakat bu böyle olmasa ya da bu böyle olsa işimiz daha kolaylaşır dediğiniz etmenler, öneriler nelerdir?

Herkes bildiği işi yapmalı doğru gördüğü şeyi yapmalı destek verebildiği kadar destek vermeli doğru olanı görmek doğru olana destek vermek doğru olanı göstermek ve övmek bence güzel bir şey. Şu an sizin gelip bizimle ilgilenmeniz umut veriyor. Çünkü buradaki emeği görünür kılmak görevini üstleniyorsunuz. Bu konuda sizlere teşekkür ediyorum. Zorlu bir yolculuğun ardından buraya ulaştınız ve bizimle paylaşımda bulunduğunuz için teşekkür ederim. İyilik bulaşır diyerek harekete geçen herkesi bu sohbette zikretmek istiyorum. Başka yerlerde başka zamanlarda belki de ne yapılabilir sorusunun cevabı olacak bu sohbet.

Bu süreçte adının zikredilmesini istemeyen az veya çok demeden desteği olan insanlara teşekkür etmek istiyorum. Kursun başlaması noktasında farklı biçimlerde destek veren atölye çalışma arkadaşım Mine Türeli’ye ve Kurum müdürümüze teşekkür ediyorum. Antakya bölgesinde ilk günden itibaren derneğini lojistik destek merkezine çeviren ve insanların imdadına koşturan toplumun kanaat önderlerinden İbrahim Kanatlı bize çalışma mekânı sağladığı için teşekkür ederim. Kursa yakın yerde çadırda yaşamını sürdüren Nadiye Hanım ve Mehmet Kanatlı çizim modeli olarak desteklerini vermekteler. Bu süreçte Holon Akademi’den Pelin Gören ve Onur Orhan iki öğrencimize eğitim bursu verilmesi noktasında çok yardımcı oldular. Mesela bu çok kıymetli bir destek oldu çünkü öğrencilerimizin bu kursa devamlılığını sağlamanın tek yolu buydu.

Bölgede yıkım çalışmaları devam ediyor ve çok fazla toz var. Kursta belli bir saat sonra artık o tozu boğazımızda, burnumuzda hissediyoruz. Bunun sonu ne olur bilmiyorum. İnsanlara asbest diye söylemlerle ciddi korkunç şeyler olabileceğini, sağlık açısından kötü bir durum olduğunu ifade ediyorlar. Bu tür sorunların çözümünü istiyoruz. Tazyikli suyla birlikte yıkımlar gerçekleştirilebilir. Ulaşım konusunda burada ciddi bir çalışma yapılmalı. Ulaşımın daha sistemli hale getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bu zor süreci anlattığımız vakit ileriye dönük kişisel planınız nedir?

İleriye dönük ciddi planlarım var. Bölgede sanat atölyesi kurmayı planlıyorum. Bu bölgede bir sanat alanı yaratılmalı. Kent yeniden kurulurken kentin oluşumunda sanatın da bütüncül bir parça olduğunu görmemiz gerekiyor.

Bu yüzden bu kursu önemsiyorum. Atölye kurmayı önemsiyorum. Avrupa Birliği hibe programları temelinde bir proje yapılabilir veya başka bir yol izlenerek mesela burada yaşayan arkadaşlarla bir plan yapılabilir. Sonuç olarak güzel sanatlar fakültelerine hazırlanan öğrencilerinin rahatça eğitim almalarını sağlayacak bir mekân olsun istiyorum.

'YAPAMAZSIN DİYENLERİN TEBRİK ETMESİNİ İSTİYORUM'

l Sürecin sonunda bu projenin bölgeye faydaları neler olacaktır?

Görülebilir çalışmalar ve ürünler çok önemli; bu bölgede görülebilir bir mekân yaratabilmek gerekmektedir. Ve bu mekânı zengin bir içerikle donatarak öğrencileri bir şekilde sanat alanı ile buluşturmak istiyorum. Süreç içinde buradan da yetişen öğrenciler de bu mekâna sahip çıkacaktır. Böylece kendi kendini var eden mekân gelişir ve sanat alanında kollektif bir bilince dönüşür diye düşünüyorum. Bu düşüncenin sürdürülebilir olabilmesi için de en başta bölgede gönüllü olarak bu konuda çalışacak insanlara ihtiyacım var. Kurduğum arkadaşlıkların neticesinde böyle bir oluşum ortaya çıkacaktır veya tamamen bu yazıyı okuyup bundan sonra ben de varım diyecek arkadaşlar olacaktır. Sürecin sonunda bir anne olan öğrencime yakınları tarafından söylenen “yapamazsın, gidemezsin, bırakamazsın, başaramazsın” sözleri, yerini “tebrik ederim” sözleriyle taçlandırıldığını duymak istiyorum.

Sanatın her zaman var olduğunu biliyoruz. Savaşta da güzel günlerde de her yerde her zaman sanatın izini görebiliyoruz rastlayabiliyoruz. Sanat alanında gelişecek olan bu çocuklar yaşadıklarını sanat alanında ifade edecekler sanatsal üretimler ortaya koyacaklar ve yok olan hafızanın Antakya'da daha güzel bir şekilde tekrar oluşmasını sağlayabileceklerdir. Tarihe baktığımızda sanat tarihine baktığımızda sanatçıların belge niteliğinde yaptığı eserleri görüyoruz. Belki de belge niteliğini taşıyacak eserler üreteceklerdir. Bu açıdan çok önemli bir misyon üstlendiğimi düşünüyorum.

Sonraki Haber