Erdoğan nefreti gölgesinde İsveç-Türkiye-NATO ilişkileri

Önce 14 Mayıs’ta sonra da 28 Mayıs’ta sandığa giden Türkiye’nin seçim sonuçlarıyla ilgili farklı değerlendirmeler yapılabilir. Ancak en önemli değerlendirme halkın yüksek oranda seçime katılarak tercihini yapması. Erdoğan 5 yıl daha Türkiye’nin iç ve dış ilişkilerinde belirleyici olacak.

Türkiye’deki seçim sürecinde ve öncesinde ABD ve Avrupa cephesinde belki de dünyada bir ilk yaşandı ve ABD Başkanı Biden başta olmak üzere pek çok Avrupalı lider, parti başkanı,

İsveç'in barış için NATO'ya ihitiyacı yok,
NATO'nun savaş için İsveç'e ihtiyacı var

Türkiye’deki seçimlerde bizzat taraf olarak “Erdoğan gitmeli” şeklinde beyanatlar verdi. Bu tutumları Türkiye’yi daha önce “Saddam gitmeli”, “Esad gitmeli”, “Kaddafi gitmeli” söylemlerini geliştirerek ateş topuna çevirdikleri Irak-Suriye-Libya’dan farklı görmediklerini düşündürebilir.

Acaba ABD ve Batılı liderlerin bu yanlı tutumları sadece “Erdoğan” a karşı olmalarıyla açıklanabilir mi diye sorulabilir. Cevap için ipuçlarını ABD ve Batı ile ekonomik, askeri dolayısıyla siyasi ilişkilerimizde iki önemli kuruluş ve bu kuruluşlarla yaşanan sorunlarda görebiliriz. Eski adı Avrupa Ekonomik Topluluğu olan günümüzdeki AB ve NATO. Türkiye 1959 yılında o zamanki adıyla AET’ye üyelik başvurusu yapmış, 1963 Ankara Anlaşmasını imzalamış olmasına rağmen o tarihten bu yana çeşitli gerekçelerle Avrupa’nın kapısında bekletilmekte. Bu kuruluşla 64 yıllık inişli çıkışlı ilişkimizde yaşadığımız sorunlarda “Erdoğan” etkisi incelenmeye değer.

NATO’ya gelince. Türkiye 1949 yılında 12 üyeyle kurulan NATO’nun 1952 yılından bu yana üyesi. Almanya’dan 3 yıl önce NATO’ya üye olmuş bir ülke. NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip ve yakın zamana kadar “iyi bir müttefik ve dost” olarak niteleniyordu. Buna rağmen ilginçtir hiçbir zaman Türkiye’ye NATO Genel Sekreterliği görevi verilmemiştir. Aksine 2002 yılında ABD ordusu tam da Lozan Antlaşması’nın 79. yıldönümünde yaptığı “Millennium Challenge 2002- Bin Yılın Meydan Okuması” tatbikatına tüm NATO üyelerini davet etmesine rağmen Türkiye’yi davet etmemiştir.[1] 2006 yılında İtalya-Roma’da NATO karargahında Amerikalı bir albay tarafından 28 ülke gibi Türkiye’nin de sınırlarıyla oynayan, parçalamayı hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi haritasını Türk subayların da bulunduğu brifing masasına getirilince Türk subaylar topluca toplantıyı terk etmiştir. 18 ilimizi “Kürdistan” olarak gösteren harita skandalı üzerine dönemin Genel Kurmay Başkanı, ABD Genel Kurmay Başkanı ile görüşmüş, kendisine “yanlışlık olduğu” söylenmiştir.[2]Sadece bu iki örnek dahi NATO’nun da sahibi olduğunu her fırsatta ilan eden ABD’nin Türkiye’ye karşı tutumunun “Erdoğan” ile sınırlı olmadığını gösterir. Ayrıca ABD ve Avrupa’nın Türkiye karşıtı tutumlarını yakın tarihimizdeki İnönü hükümetine gönderilen “1964 Johnson Mektubu” dahil çeşitli örnekleri inceleyerek görmek mümkündür.[3]

TERÖRİZME YAKLAŞIM ÇERÇEVESİNDE İSVEÇ-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

İsveç’in Türkiye’ye karşı tavrının AB ve ABD’den farklı olmadığı görülmektedir. İsveç’in halk oylamasına gerek duymadan yangından mal kaçırırcasına yaptığı NATO başvurusunun detaylarını daha önce yazmıştık.[4]Dönemin Sosyal demokrat hükümetinin YPG/PYD’ye geniş kapsamlı yardımını, mecliste tek oyla çoğunluğu sağlayabilmek için yaptıkları ödün ve ödül anlaşmasını da detaylı olarak açıklamıştık.[5]

İsveç’in NATO’nun kilidini açacağına inandığı yeni terör yasası ABD’nin 11 Eylül saldırısından sonra tüm dünyada Müslüman örgütlere yönelik uyguladığı baskılar sonucu çıkarılmış gibidir. İsveç ceza kanununda yapılan düzenlemelerin İsveç’te 2021 sonu ve 2022 Paskalya döneminde Kuran yakma eylemlerine karşı yapılan protestolarda Müslüman ve göçmen gençler tarafından yapılan eylemlerden sonra yapıldığı görülmektedir. Hedef kitle olarak topluma sunulan ve protesto eylemlerine katılan gençlere ağırlaştırılmış cezalar verildiğini görmekteyiz. Buna karşılık Kuran yakma eylemlerini başlatan, meydanların savaş alanına çevrilmesine neden olan provokatör Paludan, İsveç yasalarına göre suç olan “başkalarının kutsalına hakaret etme” suçunu işlemesine rağmen “ifade özgürlüğü” klişesinin ardına sığınmış, eylemlerinin “ifade özgürlüğü” kapsamında olduğuna dair geniş destek bulmuş ve ona hiçbir cezai yaptırım uygulanmamıştır. Polis tarafından “toplumsal huzursuzluğa yol açacağı ve kışkırtıcı olacağı gerekçesiyle bazı bölgelerdeki eylemlerinin yasaklanmış olmasına rağmen mahkemeden aldığı onayla Kuran yakma eylemlerini yeniden başlatacağını duyurmuştur. Polis de mahkeme kararının ardından kendi tutumlarını yasalara göre gözden geçireceklerini belirtmiştir.[6] Yani Paludan polis gözetiminde Kuran yakmaya devam edecektir.  Öte yandan bu yasanın Türkiye tarafından terör örgütü olarak ilan edilmesinehem ABD hem de AB’nin terör örgütleri listesinde yer almasına rağmen ancak el altından veya açıktan sürekli gözetilen PKK’ya yönelik uygulamaya konulmadığı görülmektedir.[7]

İsveç’te adı “Şiddet Yanlısı Aşırı Uçlarla Mücadele Kurumu” olan kurumun yayınları arasında Türkiye’nin ilgi alanındaki terör örgütlerinden PKK ve FETÖ hakkında bir yayın olmadığını görmekteyiz. Buna karşılık “İslam Devleti -IS” ve örgütün Somali, Horasan çalışmaları hakkında ve İsveç’teki gençlerin nasıl korunacağı hakkında çalışmalar yayınlanmıştır.[8]Hükümete bağlı İsveç Güvenlik Polisi (SÄPO) sokaklarda PKK ve Öcalan bayraklarıyla yürüyen, “Saddam eşittir Erdoğan”, “diktatör Erdoğan” “katil Erdoğan” diye bağıran PKK’nın İsveç’te bir sorun yaratmadığını söylerken Başbakan Ulf Kristersson muhtemelen Türkiye’nin NATO müzakereleri çerçevesindeki tavrına bağlı olarak PKK’nın büyük çaplı yasa dışı bir haraç toplama faaliyeti yürüttüğünü söylemektedir.[9]Geçtiğimiz günlerde de İsveç’te daha önce benzeri görülmemiş bir dava gündeme gelmiş, PKK adına haraç toplama faaliyeti nedeniyle örgütün üst düzey sorumlusu ile ilişkisi olduğu söylenen bir kişinin yargılanmasına başlanmıştır.[10]

TÜRKİYE’YE ABD VE AYRILIKÇI KÜRT GÖZLÜĞÜYLE BAKMAK

Türkiye’deki seçim sürecinde İsveç’te neredeyse her gün Erdoğan aleyhinde yazılar yayınlandığına, “Türkiye uzmanlarının” analizleriyle basında, çeşitli seminerlerde boy gösterdiğine şahit olduk. İsveç medyası tıpkı İsveç’in NATO başvurusunu “Türkiye ve Kürtler” üzerinden tartıştığı gibi Türkiyeseçimlerini de ayrılıkçı Kürt örgütlerinin gözlükleriyle ve Erdoğan nefretiyle tartıştılar. PKK bayrakları ve Öcalan posterleriyle yapılan sokak gösterilerine, Erdoğan’ın kuklasının ayaklarından asılmasına Türkiye’den tepki geldikçe basın, Erdoğan’ın İsveç’teki “ifade özgürlüğüne” de müdahale ettiğini işledi. Erdoğan’ın talepleri ve PKK’nın kışkırtıcı eylemleri arasında sıkışan hükümet de utangaç bir biçimde “ifade özgürlüğü” algısının ardına sığınmayı yeğledi.

Basın “İslamcı ve diktatör” olarak nitelenen ve sınırsız yetkiye sahip olduğu söylenen Erdoğan’ın İsveç’e müdahale ettiği görüşlerini vurgularken Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini manipülasyon aracı gibi kullandığı fikri işlenmekteydi. “İsveç mutlaka NATO’ya üye olmalıdır” diyenler PKK eylemlerine karşı çıkarken, bu eylemlerin İsveç’in NATO’ya üyelik sürecini sabote ettiğini dile getirmekteydiler. İsveç’in NATO’ya üye olmasını istemeyenler dahi yapılan eylemleri seviyesiz bulmakta ancak “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmekteydiler.

İsveç koalisyon hükümeti de PKK eylemleri konusunda da bölünmüştü. Ilımlı Muhafazakar Parti’den olan Dışişleri Bakanı Tobias Billström, Stockholm Belediyesi önünde Erdoğan kuklasının ayaklarında vinçe asılmasını “utanmazca bir eylem” olarak nitelerken, hükümet ortaklarından Liberal Parti Başkanı İş Piyasası ve Entegrasyon Bakanı Johan Pehrson “evet tatsız bir eylem ama bizim ülkemizde ifade özgürlüğü var, ben Paludan’ın görüşleri için eylem yapmasını ne kadar savunuyorsam İsveç’te Erdoğan’ın protesto edilme hakkınıda o kadar savunuyorum” demişti.

Diğer partiler açısından da durum farklı değildi. Örneğin “Sol Parti” başkanı Nooshi Dadgostar açıkça Erdoğan’a karşı Yeşil Sol Parti’ye oy isteyen videolar yayınlarken Kürtçe selam göndermekten de geri kalmadı. Sol Parti milletvekilleri PKK gösterilerine katılmakta, PKK bayraklarıyla fotoğraf çektirmekte hiçbir sakınca duymadılar.

Kısacası İsveç Türkiye’ye “ABD ve ayrılıkçı Kürt örgütleri gözlüğü” ile bakıyor. İsveç basınında sadece bu gözlükle dolaşanlar görüşlerini duyurabiliyor. İnsan hakları, LGBTI hakları, kadın cinayetleri hem Türkiye ve hem de Erdoğan’a hakaret edebilmek için birer araç oluyor.

Türkiye seçimlerine Amerika ve ayrılıkçı Kürt örgütlerinin gözlükleriyle bakanlar yanıldı. “İstenmeyen Erdoğan” halkın desteğiyle yeniden Cumhurbaşkanı oldu. Peki şimdi ne olacak? Karşılıklı diplomasi nasıl yürüyecek? Hiçbir şey söylenmemişçesine, yazılmamışçasına yüz yüze nasıl bakılacak?  Masadaki sorun “Türkiye-İsveç-NATO krizi” nasıl aşılacak?

SATRANÇ MASASINDA STRATEJİ

Erdoğan’ın seçimleri kazanması İsveç’te kartların yeniden karıştırılması ve Erdoğanlı bir masada oyunun yeniden kurulması gereğini ortaya çıkardı. Ancak Türkiye’nin NATO vetosunun kalkması için iadesini istediği terörist sayısı konusunda yaratılan karışıklığın müzakereler başladığından itibaren İsveç kamuoyunda Türkiye’ye olumsuz bir puan getirdiğini belirtmeliyiz. Terörist sayısındaki karışıklık dışında bu kişilerin çoğunun İsveç vatandaşı olması da bir sorun. İsveç göçmen kökenli vatandaşlarının, iltica etmiş ve belli bir süre sonra vatandaşlığa başvuru şartlarını yerine getirdiği için vatandaş olmuş kişilerin geçmişlerinden bağımsız olarak yeni ülkelerinde yasalara uygun olarak varlıklarını devam ettirmelerine saygı gösteriyor.[11] Üstelik “terörist iadesi” konusunda İsveç’te büyük ve bürokratik “travma” yaratan bir örnek mevcut. Terör şüphelisi iki Mısırlı 2001 yılında ABD’nin baskısıyla, hükümetin bilgisi dahilinde, dönemin Dışişleri Bakanı Anna Lindh’in kararı ve izniyle kaçırılarak, uyutularak, kelepçelenerek, turuncu tulum giydirilerek Stockholm’deki Bromma havaalanında CIA’ye teslim edildi (sınır dışı edildi) ve CIA uçağıyla Mısır’a götürüldü.[12]

Böylesine bir travmanın ardından İsveç’in Türkiye’nin listesindeki teröristleri iade edeceğini düşünmek güç. Üstelik ABD açıkça PKK ve FETÖ yandaşlarına kol kanat gererken ve Erdoğan’ın gitmesini isterken bu iadelerin gerçekleşeceğini düşünmek neredeyse imkânsız. Terör örgütlerinin işyerlerinden düzenli haraç almasının engellenmesi, İsveç devletinin terör örgütlerine ve türevlerine İsveç’te, Türkiye’de ve Kuzey Suriye’de verdiği maddi yardımın kesilmesi, sokaklarda PKK bayraklarıyla ve Öcalan pankartlarıyla yürüyüşlerin engellenmesi gibi gerçekleştirilebilir talepler Türkiye’nin elini güçlendirebilirdi.

İsveç’in NATO üyeliğini karşılanması imkânsız gibi görünen taleplerle engellemek NATO-Türkiye ilişkilerindeki gerginliği yeni bir boyuta taşıyacaktır. Türkiye’nin gerginliği arttırmak yerine alttan alması ve İsveç’te şart koştuğu taleplerden vaz geçmesi ise “geri adım atmak” ya da “tükürdüğünü yalamak” olarak nitelendirilecektir.

Bazı çevrelerde İsveç’in Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyeceği ya da Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’ni tanıyabileceği gibi savlar dile getirilmektedir. Ancak mevcut şartlar altında ayrılıkçı Kürt örgütü gözlükleriyle Türkiye’ye bakan İsveç, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemeyeceği gibi, KKTC’nin tanınması konusunda ABD’den farklı bir tutum almayacaktır.

İSVEÇ’İN TARİHSEL RUS KORKUSU

İsveç-NATO ilişkisinde önemli faktörlerden biri de İsveçlilerin tarihsel Rus düşmanlığı ve korkusudur.[13]Bu korkuyla İsveç’in 200 yıllık “barışta bağlantısızlık, savaşta tarafsızlık” ilkesinden vazgeçilmiştir. Halbuki bu ilke 1814 yılında Ruslarla savaşmamak adına kabul edilmiştir. Şimdi ise ana muhalefet partisi lideri Magdalena Andersson ve Başbakan Ulf Kristersson ve koalisyon ortakları tarihi Rus korkusuyla, güvenli bir liman gibi gördükleri NATO’ya sığınmak istemektedir.

Sosyal demokrat Magdalena Andersson başbakan olarak alelacele NATO başvurusu yapar yapmaz ABD’ye gitmiş ve Biden’ı ziyaret ederek tam desteğini almıştır. Patriot füzeleri İsveç’e geldiğinde de Savunma Bakanıyla birlikte asker üniformaları giyerek fotoğraf çektirmiştir. Andersson partisinin yeni güvenlik stratejisini açıklarken “Rusya yakın bir zamanda İsveç için tehdit oluşturacak” diyerek yine Rusya’yı işaret etmekte halkın Rus korkusunu kuvvetlendirmektedir.[14]Halbuki şimdiki İsveç Savunma Bakanlığı İsveç’e yönelik silahlı bir saldırı riskini çok düşük görmektedir. İsveç sınırları boyunca hiçbir endişe yaratacak hareket görülmediğini ancak silahlı bir saldırı riskinin göz ardı edilemeyeceğini, Rusya ve Batı arasında yanlış anlaşılmalar nedeniyle çeşitli risklerin arttığını ve İsveç yakınlarında bu olayların nasıl gelişeceğini tahmin etmenin güç olduğunu belirtmektedir.[15]

Hemen her konuda ikilem yaşayan İsveç birçok sorunla karşı karşıya. İç politikada silahlı çeteler büyük sorun yaratmakta. Avrupa ülkeleri arasında ölümle biten çete saldırıları istatistiğinde İsveç en üst sırada. Sokak çatışmalarında ya da çetelerin kanlı hesaplaşmalarında öldürülen kişilerin etnik kökenleri toplumdaki göçmen ve entegrasyon sorunlarını bir kez daha gözler önüne sererken çözüm konusunda toplum bölünmüştür. İsveç dışında doğanların oranının yaklaşık %20 olduğu İsveç’te Müslümanların oranı da yaklaşık %8. İsveç’in entegrasyon politikası iflas etmiş durumda. Hükümet ve polis göçmen yoğun bölgeleri “tehlikeye maruz bölgeler” ilan ediyor. Yoksulluk hızla artıyor.

İSVEÇ NATO KAPISINDA BEKLEMEK İSTEMİYOR

Türkiye’nin 64 yıldır AB kapısında bekletilmesine hiçbir itirazı olmayan İsveç, NATO kapısında beklemek istemiyor. Diğer Kuzey ülkeleriyle birlikte NATO’nun Kuzey savunması planlamasında yer almak istiyor. Özellikle de Finlandiya ile NATO bünyesinde ortak çalışma yapmak istiyor. Bu çalışmalara baştan dahil olmayı hedefliyor. Bu nedenle Stoltenberg’in ve Macaristan-Türkiye hariç tüm NATO ülkelerinin desteğini alan hükümet 11-12 Temmuz NATO toplantısından ümitli. Aslında 1994 yılından beri İsveç-NATO ilişkileri artarak sürüyor. Ancak hükümet bu ilişkilerin üyelik yoluyla daha da geliştirilmesini ve karar mekanizmasında yer almak silah sanayine yeni pazarlar bulmak istiyor. Örneğin İsveç savaş uçağı Gripen’in Baltık’ta hava devriyesi olarak görev almasını istiyor. NATO’nun sadece üyelere açık ve Kuzey savunmasının planlanacağı gizli toplantılarda söz sahibi olmak istiyor. İsveç üyelik için beklerken İsveç ordusu NATO’dan kısa süreli olsa dahi görevlendirme almış durumda ama bununla yetinmeyerek, gecikmeden Kuzey savunmasında var olmak ve yeni görevler alabilmek için NATO’ya üye olması gerektiğini ileri sürüyor.[16] İsveç halkının tutumuna gelince Mart 2023’te Göteborg üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre Ukrayna savaşıyla birlikte toplumdaki NATO karşıtlığında da hızlı bir değişim oldu ve artık halkın % 52’si NATO’ya güveniyor.[17]

Gözler önünde olan tüm bu gelişmeler ve tartışmaların bir de kapalı kapılar ardındaki pazarlıkları var.  Bakalım Türkiye İsveç’ten taleplerinin yerine getirilmesini sağlayabilecek mi, İsveç Türkiye’yi ikna edebilecek mi, İsveç 11-12 Temmuz’daki Vilnius toplantısına üye olarak katılabilecek mi, bekleyip hep birlikte göreceğiz.

 [1]https://www.aydinlik.com.tr/haber/millenium-challenge-2002-tum-yonleriyle-abdnin-turkiyeyi-isgal-plani-367736
[2]https://www.haberturk.com/gundem/haber/1465-bolunmus-turkiye-haritasi-skandali
[3] Johnson Mektubu, basındaki haberler üzerine  https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/985610
[4]05/27/2022https://uwidata.com/25125-the-historic-collapse-that-came-with-swedens-application-for-nato-membership/

[5]06/23/2022https://uwidata.com/25564-how-a-pro-pkk-pyd-member-of-parliament-determined-the-swedish-government/ 
[6]https://www.ttela.se/nyheter/sverige/thornberg-vi-ska-ratta-oss-efter-svensk-lag.186b3ef8-fcbd-584c-81a4-d32738d0b79f[7]19 Haziran 2022https://www.aydinlik.com.tr/haber/isvecin-yeni-teror-yasasi-nato-kilidini-acabilir-mi-321827[8]https://cve.se/sok.4.2f4ed3a21806a388a2f1fb.html?query=publikationer
[9]https://www.aftonbladet.se/nyheter/a/0QVl70/kristersson-stor-forstaelse-for-turkiet ,[10]https://www.aftonbladet.se/nyheter/a/xgdmqp/nekar-till-pengainsamling-for-pkk
[11]İsveç’te yaşanan son sokak eylemleri, çeteler vs gibi tartışmalar “vatandaşlık” konusunun gözden geçirilmesi ve diğer Kuzey ülkeleriyle uyumlu olarak “vatandaşlığa kabul” şartlarının değiştirilmesi tartışmalarını gündeme taşıdı.
[12]Bu iki kişinin o zamanki hükümetin bilgisi dahilinde CIA’ye teslim edildiği ortaya çıkarıldı. Başbakan Göran Persson,ABD’nin eğer İsveç bu iki Mısırlıyı sınır dışı etmezse AB’ne ticaret ambargosu koymakla tehdit ettiğini söyledi. İki Mısırlıdan biri iki yıl sonra dava dahi açılmadan serbest bırakıldı, diğeri önce 25 yıl ağır ceza aldı daha sonra cezası 15 yıla indirildi. İsveç her iki Mısırlıya da tazminat ödedi. Biri, İsveç’te eşi ve çocuğu olduğu için oturma izni aldı.

https://sv.wikipedia.org/wiki/Egyptenavvisningarna ,  https://www.washingtonpost.com/wp-dyn/articles/A11976-2004Jul24.html

[13] 19 Haziran 1922 https://www.aydinlik.com.tr/haber/isvecin-yeni-teror-yasasi-nato-kilidini-acabilir-mi-321827[14]https://www.svd.se/a/JQGkeX/magdalena-andersson-om-nato-och-sveriges-forsvar-mot-ryssland
[15]https://www.forsvarsmakten.se/sv/var-verksamhet/forsvarsmakten-i-sverige/nato-i-fokus/[16]https://www.tn.se/inrikes/29804/svenska-forsvaret-ser-risker-med-utdraget-natobesked/[17]https://www.gu.se/sites/default/files/2023-05/Jordskred%20i%20svensk%20nato-opinion%20-%20Bjereld%20och%20Oscarsson%20-%20F%C3%B6rhandspublicering.pdf

Sonraki Haber