'Ermeni Sorunu' ve İngiltere!

1920 yılında Malta sürecinde Türklerin suçlu olmadıkları hukuken İngiltere tarafından teslim edilmişti. 2000’li yıllarda Türklerin 1915 Tehciri dolayısıyla soykırımcı olarak suçlanmasının mümkün olmadığı açıklanmıştı. İngiltere’nin bu Avam Kamarası kararı, yeni bir dönüşü ifade ediyor.

İngiltere’nin Avam Kamarası 9 Kasım'da fazla dikkatleri çekmeyen bir karar aldı. Konu, Türkiye’nin “yaptığı” Ermeni Soykırımı! Oy birliğiyle kabul edilen tasarı “soykırım” yalanını tanıyor. Kesin oylama 18 Mart 2022 tarihinde yapılacak. Buradan da geçtiği takdirde, İngiltere’nin parlamenter sisteminde bir üst meclis olan Lordlar Kamarası’na sunulacak. Onaylanması halinde parlamento resmi olarak “1915 yılı olaylarını soykırım olarak” değerlendirmiş, yani tanıyarak Türkiye’yi mahkum etmiş olacak.

Gerçi parlamentoların bu şekilde kararlar almaları hukuken bir şey ifade etmiyor ve ayrıca onların yetki alanlarının dışında kalıyor. Ancak siyasal bakımdan Türkiye’ye karşı olarak uygulanan siyasetlerin bir parçası olduğundan önem taşıyor.

Türkiye’nin devletiyle, basınıyla, medyasıyla, kuruluşlarıyla, üniversiteleriyle, partileriyle, gençliğiyle ve her şeyiyle hassasiyet ve tepki göstermesi gereken karar, İngiltere’nin soykırım yalanının üretilmesi, soykırım yazını, seyri, bugünlere taşınması konularındaki rolünü ele almamızı dayattı. Bu girişte gördüklerinize özne-konu İngiltere olduğu için eklenecek çok şey var.

TARİH: SOYKIRIM YALANI İNGİLTERE’DEN ÇIKIYOR

19. yüzyıl başında İngiltere, Osmanlı devletiyle ilgilenmeyi önüne koydu. Sömürgeciler arasında birinci durumdaydı. İlk olarak kapsamlı bir planlamayla Osmanlı topraklarındaki Rumları ayaklandırarak koruması altında Yunanistan devletinin kurulmasını sağladı. 1844 yılında yaptığı gizli bir antlaşmada “zayıf bir Türk imparatorluğunun mümkün olduğu kadar uzun süre devamı” ve daha sonra “paylaşılması için diğer Avrupa devletleriyle iş birliği” için mutabakat kararı aldı.

Yüzyılın üçüncü çeyreğinde Ermenileri sorun yaratarak kullanma ikinci bir büyük adımdı. Ayrılıkçı-terörist Ermeni örgütleri kurulmaya ve faaliyete başladı.

Osmanlı topraklarının parçalanması ve paylaşılması 20. yüzyılda yapılacaktı. On yıllardır kemirilen topraklar, “Büyük Savaş”la sona erdirilecek, gizli anlaşmalarla Osmanlı devleti, haritaları çizilen bir küçük bölgeye sıkıştırılacaktı.

Bu arada bütün azınlıklara (azınlık olmayanlara da, örneğin, Kürtlere) olduğu gibi, Ermenilere de devlet vaat edilmiş, “Siz de bu hay huy içinde devletinize kavuşun” denmişti. “Denizden denize Büyük Ermenistan” kurulacak, elbette bu devlet İngiltere’ye bağlı olacaktı. Ancak İngiltere Ermenileri ilk ve en çok kışkırtan olarak Ermenilerde sürekli hayal kırıklıkları yaratacaktı. Ermeniler savaş başlamadan çok önce propagandaya, silahlanmaya, ayaklanmalara, teröre başladıkları gibi, savaş sırasında da Türk ordusunun özellikle doğu cephesinde Ruslara karşı savaşamaması ve yenilmesi için her şeyi yaptılar. Bunun cepheye zararını önlemek için tehcir kararı alındı ve uygulandı. Hemen bunun üzerine İngiltere Ermenilere kıyım yapıldığı propagandasına başladı.

Van İsyanı üzerine alınan tehcir kararı, önce komiteciler ile kıyım ve tedhiş eylemlerini yapanlar için söz konusuydu. Cephelerdeki birliklerin güvenliğinin tehdit altında olduğu yerler öncelikliydi. Ayaklanmaların yaygınlaşması üzerine sonradan genelleştirilecekti. Toplu yer değiştirme uygulamasına ise daha çok vardı. Batı dünyası, sözcüleri, basını, kuruluşları, devletleri ve bütün imkanlarıyla, tehcir kararını ele aldı, işledi, yargıladı ve mahkum etti; kötüniyet ortadaydı!

Başta İngiltere olmak üzere Batılıların tehcir kararını, daha tehcir uygulanmaya bile başlamadan olumsuz bulup mahkum etmeleri, gerektiğinden fazla olduğu düşünülecek bir şekilde üzerinde durarak karşı çıkmaları, yalnız siyasal öneminden ve Osmanlı için daha sonra kullanılmak üzere ele alınan bir “yatırım” olarak düşünülmesinden değil, yalnız propaganda amaçlı olarak planlanmasından değil, askeri olarak da canalıcı bir özellikte görülmesindendi.

Ermenilere kıyım yapıldığı yolundaki iddiaların başını İngiltere çekiyordu. Daha 1915 Mayıs'ında İngiliz gazetelerinde kıyım haberleri çıkmaya başladı. Henüz hiç bir uygulama yapılmamıştı. “Ermenilerin tehcir edilmeleriyle birlikte katliam iddiaları Avrupa’da harp propagandası unsuru olarak kullanılmaya” başlandı. “İngiltere ve Fransa hükümetleri, bu cinayetlerden dolayı Osmanlı hükümeti üyelerini ve katliamlara katılmış ve katılacak olanları şahsen sorumlu tutacaklarını” ilan ettiler. Bunların devamı gelecekti.

Aslında suçlama çok köklüydü. Ayrıca Ermenileri aşan bir genişlikteydi. İngiltere Türkleri, (1970 yılında adı verilecek olan) bir “Demografik Savaş” yapmakla, “etnik temizlik” uygulayıcısı olmakla itham ediyordu. Gayrimüslimler habire öldürülüyordu!

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ermeni Soykırımı yalanını bitiren mücadelenin önderi. İşte o yalanı bitiren kararlar: AİHM 2. Dairesinin 17 Aralık 2013 günlü “Perinçek-İsviçre Davası” kararı. AİHM Büyük Dairesinin 15 Ekim 2015 günü kesin hükme bağlanan “Perinçek-İsviçre Davası” kararı. AİHM’nin 28 Kasım 2017 tarihinde Ali Mercan, Ethem Kayalı, Hasan Kemahlı ile İsviçre Devleti arasındaki davada aldığı karar.

İNGİLTERE KIYIM-KATLİAM YAZININI BAŞLATIYOR

20 Şubat 1917’de The Times gazetesinde Mark Sykes’ın yazdığı bir makale yayımlandı. Makale, Ermenilerin kasıtlı ve planlı kıyımı iddiaları konusunda bir ilkti ve arkasından gelecek bütün söylem ve yayınların modeli ve örneği olacaktı. Aslında Ermenileri sevmeyen, hatta onlarla ilgili olarak başka yerlerde düşmanca, kötüleyici ve aşağılayıcı ifadeler bile kullanmış olan yazara göre Türkler 700 bin Ermeniyi kesmiş, katletmişti. Belirlenen politika gereğince Ermeniler mağdur olmalıydı. Gazeteden ayrı olarak 100 bin basılan (30 bini ABD’ye gönderilmişti) makale her yere dağıtıldı. Sonra bu konudaki girişimler sistemleştirildi. İlk adım olarak “Ermeni katliamı fabrikasyonu”na başlandı. “Bu amaçla ilk göreve getirilen kişi W.E. Allen (1901-1973) oldu.” Kendisine 1919 yılında yazdırılan Türkler adlı kitapta Allen, hem Türk düşmanlığı yapıyor, hem de Ermenilerle ilgili olarak tezler ileri sürüyordu. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, The Threatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916 (Documents Presented to Viscount Grey of Falladon by Viscount Bryce) adında, sonradan en ünlü “Mavi Kitap” olarak anılacak, hüsrana uğramış öfkeli Ermenilerin söylediği ve yazdığı şeylerle, doğruluğu kontrol edilmemiş belgelere dayanan ve uydurma iddiaların yer aldığı bir kitap bile yayımladı. Propaganda amacıyla tasarlanmış kitapta “hiç isyan etmemiş ve Osmanlıya bağlı olan Ermeniler”, “asilime edilemedikleri için”, “Hıristiyan oldukları için” ezilmişler, kıyılmışlar, öldürülmüşler, yok edilmeye çalışılmışlardı!

Haziran 1915’te 2,5 milyon basılan Mavi Kitap, 1916’da 200, 1917’de 400 üzerinde yayınevi tarafından 17 dile de çevrilerek on milyonlarca olarak yeniden yayımlandı. Başta ABD olmak üzere bütün dünyada dağıtıldı.

“Psikolojik savaşın temel eserleri” arasında seçkin bir yer alacak olan bu “Mavi Kitap”ın inandırıcılığının sağlanabilmesi için, Alman karşıtlığıyla ünlenmiş diplomat-tarihçi Lord Bryce’ın (1838-1922) adı kullanılmıştı (üstelik önsözde de imzası bulunuyordu). Ama aslında kitap, o dönemde istihbarat subaylığı yapmakta olan genç Arnold Toynbee (1889-1975) tarafından kaleme alınmıştı. Savaş başladığı zaman İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın haberalma örgütünde çalışmaya başlayan Toynbee, 1915’te yazdığı The Murder of a Nation ve The Murdereous Tyranny of the Turks adlı çalışmaları yüzünden uygun görülmüştü.

Toynbee sonradan yazdığı bir kitabında Mavi Kitap’ın “propaganda amacıyla” yazıldığını belirtmiş, Anadolu’da yaşanan felaketlerde başta İngiltere olmak üzere Batı’nın oynadığı rolü sergilemiş, ilerideki sayfalarda Ermenilerin 1920 yılı boyunca yaptığı kıyımlardan söz etmişti.

İNGİLTERE, 'SUÇLU' TÜRKLERİ CEZALANDIRMAK İSTİYOR

İngiltere’de Ermeni sorununu kullanmak isteyen çevreler, Tehcirde sorumlu olanların ve suç işleyenlerin cezalandırılması için bir komisyon kurulmasını istiyordu. Amaç aslında siyasaldı. İngiltere, işgal ettiği İstanbul’da kurduğu baskı rejimiyle İttihat yönetimini cezalandırmaya yöneldi.

Osmanlı-İngiliz Cemiyeti, “iki Müslüman, iki Ermeni, iki İngiliz ve iki Amerikalıdan oluşmak üzere sekiz kişilik bir komisyon oluşturulmasını ve bu komisyonun bir mahkeme gibi faaliyetlerde bulunmasıyla amacının gerçekleştirilebileceğini” açıklamıştı. Böylece hem intikam duygularını karşılamaya, hem de emperyalistlere yaranmaya çalışıyorlardı.

Yargılanıp cezalandırılanlar, mahkum edilenler, İngilizler açısından bir başka sorunu da doğuruyordu. Yargılamaların düzmece olduğu ortadaydı, “maskaralığa dünüşmüş”tü, Osmanlı devletinin itibarını zedelemişti ve zedeliyordu ama, önemli olan, İngiltere’nin de itibarı zedelenecekti. Yargılamaların “sonuçları hiç bir şekilde dikkate alınamaz”dı.

Ama İngilizler sonuç almaya çalışmaktan vazgeçmediler. Doğru olmadığını bildiklerini ihbarları bile işleme koydular. İstediklerini tutuklattılar. Tutuklananları teslim aldılar. Sıra üst düzey devlet adamlarının da idam edilmesine gelmişti. Fakat halktan gelen tepkinin Damat Ferit Paşa hükümetini ürkütmesi üzerine İngiliz Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, tutuklananların idamlarının kolay kolay mümkün olamayacağını anlamış görünüyor ve “suçluların Türkiye dışına götürülmesinin hem sadrazam, hem de kendileri açısından faydalı” olacağını belirtiyorlardı. En uygun yer olarak Malta akla geldi. İngiltere’nin elindeki Malta Adasına kendilerinin götürdüğü (Mayıs 1919) “Ermeni olayları sanığı” ve “savaş suçlusu” 144 Osmanlı yöneticisi, ileri geleni ve aydını, kendileri tarafından yargılanmak ve mahkum edilmek istendi. Böylece, Osmanlı mahkemelerinin zedelediği itibarlarını da kurtaracaklardı. Yargılamayı uluslararası düzeye çıkarmak istemelerine rağmen bu duruma da çıkaramadılar. Destek olmasını bekledikleri diğer ülkeler (başta Fransa) kendilerini çekti. Yalnız kaldılar. ABD resmi belgelerinden ve yazışmalarından, sonradan ortaya çıkarılacak Alman arşivlerinden, mutlaka “suçlama” ortaya koyacak kanıtlar çıkacak olmalıydı. Umut oradaydı. Ancak ciddi hiç bir şey gelmiyor, hiç bir şey bulunamıyordu. Ayrıca sonuçta gene hiç bir hukuki kanıt yoktu. Türklerin masumiyeti ortadaydı. Düzmece suçlarla yargılandıkları iddialarına yol açabileceği ve bu yüzden ileride İngiltere’nin adalet geleneğine zarar verebileceği, İngiliz hukukuna leke sürebileceği düşünüldüğünden yargılama sürdürülmedi. İngiliz savcılığı, delilsiz, kanıtsız, hukuk dışı yollarla yargılama yapılamayacağına karar verdiğinden tutukluları serbest bırakmak zorunda kaldı. İttihat ve Terakki yöneticileri Ermenilere kötü davrandıkları ve onlara kıyım yaptıkları yolundaki yersiz ithamlardan kurtuldular, bu konulardaki iddialardan aklanmış oldular.

Dava düştü. İngiliz Kraliyet Başsavcısı, “İstanbul türü yargılama” yapılmasının doğru olmadığını, yargılama için “gerçek kanıt ve tanık” gerektiğini söylemişti. Tarihe “Malta Sürgünleri” (bir başka adlandırmayla “Malta Yârânları”) olarak geçen sanıklar topluluğunda devlet görevlileri ve askerler yanında, aydınlar, gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler, din görevlileri vb. de vardı.

KONUYU LOZAN’A DA TAŞIMAYA KALKTI

Lozan sürecinde son bir çaba daha sarfedildi. Toplantılarda Türkiye’nin esas muhatabı olan İngiltere, belki tutar, belki de pazarlık konusu olur diye kendi şartlarından biri olarak Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulmasını tekrar masaya sürdü (12 Aralık 1920). Lord Curzon’un ifadesiyle, “Ermeniler için Türk Asya’sında bir toplanma yeri olmalı”ydı. Kararlı bir tutumla Türkiye, bunu, “Ermeni yurdu” konusunu, tartışmayı bile tartışmadı, yalnızca görüş açıklandı.

145 Türk devlet adamı, asker, idareci ve aydın 1919-1920 yıllarında işgal kuvvetlerince tutuklanarak bir İngiliz sömürgesi olan Malta’ya sürülmüştür.

İNGİLTERE YENİ YÜZYILDA TUTUM DEĞİŞTİRDİ

İngiltere’nin soykırım yalanı konusunda, Almanya, Fransa ve ABD gibi en önemli Batılı ülkelerden 2000’li yıllarda farklı bir tutum gösterdiğini, Türkiye’nin soykırımcı olarak suçlanması kampanyasına o dönemlerde katılmadığını gördük. Örneğin, 2001 yılı başında iki ayrı milletvekili tarafından hem Lordlar ve hem de Avam Kamarasına verilen soru önergesinde “tehcir”in ne olduğu sorulmuş, şöyle yanıtlanmıştır: “Bir soykırım sözkonusu değildir, karşılıklı kıyım olmuştur ve bu konu kapanmıştır.” İngiliz hükümeti “1915 olaylarının soykırım sayılması için gereken unsurların oluşmamış olduğu”nu birçok kez açıklamıştır. Ayrıca İngiltere yönetimi aynı yıl, Ermenistan’daki büyükelçisi Timothy Jones’un bir demecine açıklık getirmek ihtiyacı duymuş, Ankara’daki İngiliz büyükelçiliğinin 30 Temmuz 2001 tarihli resmi basın bülteninde 1915-16 Ermeni olayları ile ilgili olarak “kanıtların, olayların soykırım olduğunu gösterdiğine inanmıyoruz” denilmişti. Bunları başka benzer açıklamalar izledi.

Bu açıklamalara göre, BM’nin 1948 “Soykırım Sözleşmesi”nin anlamına dikkat edilmeli, sözleşmenin geriye dönük işleyemeyeceği gözden kaçırılmamalıydı.

2010 yılında İngiltere parlamentosunda gene aynı şekilde görüşler belirtildi.

BUGÜN İNGİLTERE NE YAPIYOR?

1920 yılında Malta sürecinde Türklerin suçlu olmadıkları hukuken İngiltere tarafından teslim edilmişti. 2000’li yılların başında Türklerin 1915 tehciri dolayısıyla soykırımcı olarak suçlanmasının mümkün olmadığı açıklanmıştı. İngiltere’nin bu Avam Kamarası kararı yeni bir dönüşü ifade ediyor. Hem 20. yüzyılın başındaki kendi emperyalist politikalarına, hem de ABD, Almanya, Fransa gibi Avrupa’nın önemli ülkelerinin soykırım yalanına sarılma tutumlarına dönmüştür. Anlaşılan İngiltere, düşünmüş taşınmış, Batı’nın ortak Türkiye düşmanlığının dışında kalmaması gerektiğini belirlemiş, ABD’nin bugünkü Türkiye’ye yüklenme politikalarının yanında yer almanın doğru olduğunu saptamıştır. Bilindiği gibi, Nisan ayında ABD Başkanı Biden Türkiye’yi suçlayıcı açıklamasını yapmıştı.

Emperyalistlerin aynı yerde toplanmalarında anlaşılmayacak bir şey yok, ancak İngiltere’nin gene ABD’nin, bu konuda da ABD’nin eteğine yapışması, onun kaçınılmaz kötü kaderine ortak olmak istediğini gösteriyor.

Sonraki Haber