Federasyon müzakerelerinden derhal çekilmeli!

Türkiye ve KKTC iki bağımsız devlet tezini ilan ederek federasyon müzakerelerine son verildiğini açıklarken, aynı zamanda Türkiye’nin KKTC’de bir deniz ve hatta hava üssü kurmasında gerekli adımlar hızla atılmalıdır. Çok kutuplu bir dünyada ve AB çerçevesi dışında Türkiye için seçenekler artacaktır.

Doğu Akdeniz’de özellikle Kıbrıs adası açıklarında TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı)’ya ait gemilerin Türk deniz kuvvetleri unsurlarıyla birlikte hidrokarbon arama ve sondaj çalışmalarına başlaması Kıbrıs sorununda yeni bir aşamayı beraberinde getirdi. Çünkü Türkiye’nin bu çıkışı AK Parti iktidarının ilk yıllarından itibaren Kıbrıs sorununu Avrupa Birliği üyeliği çerçevesinde federal bir çözüme kavuşturma politikasının artık terk edildiğini gösteriyor.

Doğu Akdeniz’e Türk donanması eşliğinde TPAO arama-sondaj gemilerini göndermenin amacı Rum tarafının yıllardır Kıbrıs’ın tek temsilcisi olduğu iddiasıyla oldu-bittiler yaratmasına fırsat vermemek içindi. Türkiye’nin bu girişimlerinin AB üyesi Yunanistan başta olmak üzere diğer AB ülkelerinden de tepki çekeceği önceden bilindiğine göre, AB çerçevesinde bir federal çözüm modelinden de uzaklaşılmış olunması gerekir veya artık böyle bir modeli bir daha geri gelmemek üzere müzakere masasından kaldırmak lazımdır.

‘SİHİRLİ’ FEDERASYON FİYASKOSU

Türk tarafının (Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) onlarca yıldır savunageldiği iki kesimli, iki toplumlu ve egemen siyasi eşitlik esasına dayanan bir federasyonun Rum tarafı ile masada müzakere edilebilmesi mümkün olmadığı gibi, böyle bir çözümün içinde yaşadığımız dünyada fazlaca cazibesi de kalmamıştır. Şöyle ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan BM (Birleşmiş Milletler) düzeninde özellikle 1950’lerden 1990’lara kadar federasyon bir çok etnik çatışmayı sonlandırmak için adeta sihirli bir çözüm gibi önerilmişse de, etnik veya dini/mezhebi çatışmalarla birbirinden ayrılmış toplumları başarılı bir federasyon çatısı altında bir araya getirememiştir.

Dışarıdan dayatılan etnik/dini bölünmelere dayanan anayasal yapılar (Lübnan, Irak, Bosna-Hersek) ise hantal, işlevsel olmayan ve yönetilemez nitelikte devletler ortaya çıkarmıştır. Üstelik bu devletlerin bölünmeyeceğinin hâlâ garantisi yoktur. Öte yandan 1990’larda başlayan ve hâlâ devam etmekte olan bir gidişatın altını çizmekte yarar var: Federasyonlar son otuz yıl içerisinde dağılmaya başladılar. Yugoslavya federasyonu kanlı bir şekilde dağılıp yedi bağımsız devlete dönüşürken, Sovyetler Birliği ve Çekoslovakya daha medeni diyebileceğimiz bir biçimde ayrılarak parçalara bölündü. Çekoslovakya’dan iki, Sovyetler Birliği’nden ise on beş bağımsız devlet ortaya çıktı. Batılıların, sosyalist federasyonların kaçınılmaz sonları olarak gördükleri bu gelişmelerin farklı biçimlerde Avrupa Birliği içerisinde de ortaya çıkması, federal yapıların çatırdamakta olduğu gerçeğini bir kere daha gözler önüne sermiş oldu.

‘BÖLÜNMEZ’ AVRUPA ÇATIRDIYOR

Eğer Avrupa Birliği bütün gücüyle İspanya’nın arkasında durmasaydı bugün Katalonya adıyla bir bağımsız devlet daha ortaya çıkmış olacaktı. Kaldı ki, AB’nin İspanya’ya verdiği desteğe rağmen Katalonya’nın bağımsızlığı orta vadede durdurulamayabilir. İngiltere’nin (Birleşik Krallık – United Kingdom) BREXIT gereği Avrupa Birliği’nden ayrılmasının ardından Birleşik Krallık’da neler olabileceğine dair pek çok tahminde bulunmak mümkün. Örneğin BREXIT oylamasında ezici bir çoğunlukla AB’den çıkmama yönünde oy kullanan İskoçya halkının yeni bir bağımsızlık referandumunda Birleşik Krallık’tan ayrılma kararı vermesi hiç de uçuk bir senaryo değil artık. Öte yandan fiilen dağılmış bir görüntü veren Belçika’nın dağılmayacağının veya İtalya’daki kuzey-güney ayrışmasının derinleşerek bölünmeye gitmeyeceğinin garantisi yok. Kısacası bir zamanlar ‘AB’ye girip de bölünen ülke var mı?’ sözleriyle Türkiye’ye de önerilen federal modellerin etnik/milli sorunları çözmede yetersiz kaldıkları açık.

Kıbrıs’ta federal bir çözüm tezinden uzaklaşmak gerektiğine dair ikinci temel ise Rumların bugüne kadar sürdürülen müzakerelerde önlerine konulan bütün federal çözümleri reddetmiş olmalarıdır. Federal modellerin daha cazip göründüğü 1970’lerden 1990’lara kadar Rum tarafı de Cuellar paketi ile Ghali Fikirler Dizisi’ni toptan reddetmiş ve çözümü Türk tarafının iki kesimlilik, iki toplumluluk ve egemen siyasi eşitlik tezlerini büyük ölçüde sulandırabileceğini düşündüğü Avrupa Birliği üyeliği çerçevesine kaydırmaya çalışmış; doğrusu bunda başarılı da olmuş; Annan Planı’na giden yolun önü açılmış ve Rumların tezlerini önemli ölçüde bünyesinde barındıran bu planı da Rum tarafı 2004 yılında yüzde 76 gibi ezici bir çoğunlukla reddetmiştir. Annan Planı’nın Rumlar tarafından reddedilmesinden bu yana gerek Mehmet Ali Talat’ın gerekse Mustafa Akıncı’nın söz konusu Planın oldukça gerisine giden pek çok öneri ile masaya oturmasına rağmen Rumların egemen eşit bir Türk varlığı istememesi, Türk tarafı ile yetki paylaşımı konusunda çok isteksiz görünmeleri ve özellikle güvenlik ve garantiler konusunda Türk tarafının kabul edemeyeceği tezlerde ısrarcı olmaları yüzünden hiç bir ilerleme sağlanamamıştır.

RUMLARIN NİYETİ EGEMENLİĞİNİ GENİŞLETMEK

Rumlar açısından AB çerçevesi öncesinde de AB üyeliğinin ardından ise kemikleşmiş bir şekilde istenilenler federasyon adı altında Rum milli-üniter devleti içinde Türkleri uygulamada azınlık haline düşürecek düzenlemelerden ibaret görünmektedir. Şöyle ki, Rumlara göre, Kıbrıs’taki tek ve esas sorun Türkiye’nin adaya 1974 yılında müdahale etmiş olmasıdır. Türkiye Kıbrıs’tan geri çekilirse veya çekilmeye zorlanırsa, Güneydeki Rum milli-üniter devleti egemenliğini kuzey bölgelere de genişletecek ve böylece Kıbrıs meselesi çözülmüş olacaktır. Bu tarz bir çözümde AB normları geçerli olacak; Türk tarafı kağıt üzerinde bazı haklar edinmiş olsa da pratikte bunların karşılığı azınlık statüsünün fazlaca ilerisine gidemeyecek; 1960 Antlaşmalarında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin üstlendiği garantörlük rolleri sonlanacak ve bunun yerine AB bir nevi garantör olmuş olacaktır. Ayrıca AB normlarına dayanan her hangi bir düzenlemede iki kesimlilik ve iki toplumluluk kaçınılmaz olarak sulandırılacağı için Kıbrıs’ın bir Yunan adası haline gelmesi hem zor olmayacak hem de uzun zaman almayacaktır. Kısacası Rum-Yunan tarafı gerek Soğuk Savaş yıllarında gerekse sonrasında federasyondan bunları anlamış ve bu tezlerde halen ısrarcı görünmektedir.

Bu tezleri Türk tarafının kabul etmesi mümkün değildir. O halde ne yapmak gerekir? Aslında TPAO gemilerinin Türk donanması eşliğinde Kıbrıs açıklarına ve Rum tarafının kendi egemenliği altında olduğunu ilan ettiği sulara gönderilmesi Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ne yapması gerektiğini ortaya koymaktadır.

‘AB CENNETİ’ BOŞ VAAT

İlk olarak federasyon müzakerelerinden çekilmek ve iki devlet modelinde ısrarcı olmak gerekir; çünkü bu müzakereler Rumlar lehine bir statüko yaratmayı amaçlamakta ve Kıbrıs Türk tarafının yapması gerekenleri ertelemektedir. Öte yandan Annan Planı’na giden yıllarda ve sonrasında AB üyeliğinin getireceği iddia edilen ekonomik ve finansal cennetin ne kadar gerçek dışı bir propaganda olduğu görüldüğüne göre, herhangi bir çözüm modelinde AB üyeliğinin şart olmasına gerek yoktur. Daha açık bir ifadeyle AB içerisinde iki bağımsız devlet modeli Kıbrıs Türk Halkının istemesi ve Türkiye’nin de kabul etmesiyle mümkün olabilir. Fakat Türkiye’nin üye olmadığı bir Avrupa Birliği içerisinde KKTC’nin tek başına Rumların ezici nüfus çoğunluğu (Türklerin dört katı) karşısında AB normlarının uygulandığı bir yapıda ayakta kalamayacağı açıktır. Ya KKTC AB’nin birincil hukukuna girecek pek çok derogasyon ile korunacak –ki bunu Yunanistan ve Rum tarafının kabul etmesi pek mümkün görünmüyor – ya da AB dışında bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdürmeyi tercih edecektir.

DOĞU AKDENİZ KIBRIS VE SURİYE

Öte yandan Doğu Akdeniz’in artan jeopolitik önemi konuyu Türkiye ve diğer ülkeler açısından ayrıca önemli hale getirmektedir. Suriye krizinin başından itibaren Kıbrıs’ın etrafında çok sayıda ülke donanmasının dolaşmakta olduğunu görüyoruz. Başta ABD ve Rusya olmak üzere çok sayıda ülke açısından Doğu Akdeniz neredeyse üçüncü dünya savaşının çıkması muhtemel bir bölge olarak değerlendirilmektedir. Üstelik bu bölgenin jeopolitik öneminin artarak devam edeceği olayların gidişatından anlaşılmaktadır. Böyle bir ortamda konuyu Türkiye açısından ikincil öneme sahip bir mesele olarak değerlendirmek düşünülemez.

Bu şartlarda yapılması gerekenleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye arasında atılması gereken adımlar ve KKTC’nin tanınması yönünde yapılacak girişimler şeklinde iki grupta değerlendirebiliriz. Türkiye ve KKTC iki bağımsız devlet tezini ilan ederek federasyon müzakerelerine son verildiğini açıklarken, aynı zamanda Türkiye’nin KKTC’de bir deniz ve hatta hava üssü kurması için gerekli adımlar hızla atılmalıdır. Rumların güneyde askeri üsler kurarak bunları Yunanistan’a ve son aldıkları kararlarla Fransızlara kullandırma girişimlerine karşılık bu şekilde verilirken, çok kutupluluğa evrilen dünya sisteminden faydalanmaya çalışmak gerekir.

TÜRKİYE KIRIM’I RUSYA KKTC’Yİ TANIYABİLİR

Örneğin Rusya ile Türkiye arasında hızla gelişen ve iki ülkenin de çıkarına olduğuna şüphe bulunmayan ikili ilişkiler ağına KKTC de eklenebilir. Bunun için Türkiye Kırım’ı Rusya Federasyonu’nun toprak bütünlüğü içinde tanımayı kabul edip, karşılığında da Rusya’dan KKTC’yi tanımasını isteyebilir.

ABD’nin kendi imzasının da bulunduğu BM Güvenlik Konseyi kararlarını hiçe sayarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti ve Golan Bölgesini de İsrail toprağı olarak tanıdığı bir dünya düzeninde Türkiye ile Rusya arasında Kırım-KKTC mutabakatı yapılması pek de zor olmayacaktır. Bu noktaya varmadan önce Türk Hava Yolları Kırım’a doğrudan uçuşlar başlatabilir ve Rusya da bunun karşılığında adı Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak değiştirilebilecek olan KKTC’nin Ercan Havalimanına uçuşlara özellikle de turist uçaklarının (charter flights) gitmesine izin verebilir.

Unutmamak gerekir ki, çok kutuplu bir dünyada ve AB çerçevesi dışında Türkiye için seçenekler artacak, buna karşılık Rum-Yunan tarafının Türkiye’ye karşı mücadele etme imkanları azalacaktır.

Sonraki Haber