FETÖ ideolojik zeminde yok edilir
AİHM’in, FETÖ hükümlüsü Yüksel Yalçınkaya’nın davasında Türkiye aleyhine aldığı karar ve Altın Portakal Film Festivali’nde yayımlanacak olan 'Kanun Hükmü' belgeseli ile FETÖ’ye meşruiyet kazandıracak bir hat çizilmeye çalışılıyor. FETÖ'yle mücadele, ideolojik zemine taşınmalı
15 Temmuz Amerikancı-Fethullahçı darbe girişiminin üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen hâlâ kamu görevlerinde kalmış FETÖ’cülerin çıktığı haberleriyle güne uyanıyoruz. Bundan daha tehlikelisi, hükümet, FETÖ’yle mücadeleyi ideolojik zemine taşıyamadığı için FETÖ her taşın altından çıkmaya, milletimizi tehdit etmeye devam ediyor. Bazen başka bir tarikatın içinde kendini gösteriyor, bazen sosyal hayatın içinde beliriyor, bazen de üniversitelerden başını uzatıyor.
TÜRK YARGISI MI ESAS YOKSA AİHM Mİ?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinde şöyle bir cümle bulunuyor: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”(1)
İnanılır gibi değil! Türk yargısının, hak ve özgürlükler konusunda T.C. Anayasası Kanunlarına göre aldığı kararla, merkezi Strazburg’da bulunan AİHM’in aynı konuda aldığı karar farklı olursa Türkiye Cumhuriyeti kendi yargısının değil de AİHM’in aldığı kararı kabul ediyor.
Sanırsınız düşman gemileri İstanbul Boğazı’na demirlemiş ve düşman piyadeleri Ankara’ya ilerliyor. Bu müstemleke maddesi ancak böyle bir ortamda mümkün olabilir çünkü. Ekonomimiz gibi yargımız da Batı merkezlerine bağlı.
AİHM, FETÖ’cü Yüksel Yalçınkaya’nın davasında Bylock kullanımının FETÖ üyeliğine delil olarak gösterilemeyeceğini belirtti. Yani esasıyla FETÖ’cüleri kurtarmak için bir alan açtı. Çok ciddi bir mücadele vermemiz gereken bu noktada hükümet tekrar açıklamaları yapmak dışında bir şey yaptı mı? Aynı AİHM, 10 Aralık 2019'da aldığı kararda Osman Kavala'nın tutuklanması ve tutuklu yargılanmasının onu susturmak ve diğer insan hakları savunucularının cesaretini kırmak amaçlı olduğunu belirtmiş, hükümetten Kavala'nın bir an önce serbest kalması için gerekli önlemleri almasını istemişti. AİHM’e göre ne içeride ne de dışarıda Türk yargısının bağımsızlığı mevzubahis. Dışarıda bağımsız değil çünkü aldığı karara AİHM müdahale ediyor. İçeride bağımsız değil çünkü AİHM, yargı kararını değiştirmek için yürütme görevini icra eden hükümete açık talepte bulunuyor. Sistemin adamlarına dokunduğunuz anda “demokrasinin beşiğinde” hukuk sistemi tam bir çorba haline getiriliyor.
Aynı AİHM, terörist Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ için de Türkiye'nin hak ihlali yaptığına hükmediyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak için çabalayanlara can suyu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesiyle veriliyor.
AİHM YAPTIRIMLARI MEHMET ŞİMŞEK’LE GÖĞÜSLENEBİLİR Mİ?
Hükümet, AİHM’in Demirtaş ve Kavala kararlarını uygulamıyor. Böylelikle AİHM’in kendi hukuku uyarınca Türkiye’ye yaptırım hakkı doğuyor. Avrupa Konseyi’nden çıkarma, İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikayet ve sonucunda tazminat gibi yaptırımlar konuşuluyor. Yaptırım tehdidine rağmen hükümetin bu kararları uygulamamasını başarı olarak mı kabul etmeliyiz?
Elbette Demirtaş’ın serbest bırakılmaması, Kavala’nın ise asıl suçu olan casusluk suçundan içeride tutulması doğru olacaktır. Fakat bu doğru bu hükümet için başarı değildir çünkü bu doğrularda direnebilecek bir hükümet yoktur. Hükümetin ekran önündeki yüzlerinden Mehmet Şimşek, Atlantik merkezlerini kapı kapı dolaşıp borç ararken hükümet Atlantik merkezlerinin yaptırım tehditlerine ne kadar direnebilir? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın göreve getirdiği Mehmet Şimşek’in “kabul görmüş ortodoks ekonomi politikalarıyla” Batı’nın yaptırımları göğüslenebilir mi? İşte bu nedenle hükümetin AİHM kararlarını şimdilik görmezden gelmesi asla bir başarı değildir. Şimşek’in borç arayan faizsever programı önünde sonunda AİHM yaptırımlarında kilitlenecek. Hükümet o gün geldiğinde Mehmet Şimşek’ten mi vazgeçecek yoksa Demirtaş’la Kavala’nın birer “kahraman” olarak çıkmasına müsaade mi edecek? Bugünden bakıldığında ikincisi ilkine göre daha olası duruyor.
ALTIN FETÖ FİLM FESTİVALİ
FETÖ’nün ikinci atağı, Antalya’da 60.’sı düzenlenecek olan Altın Portakal Film Festivali üzerinden yapıldı. Yönetmenliğini Nejla Demirci’nin yaptığı “Kanun Hükmü” belgeselinde 15 Temmuz sonrası Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden atılan doktor Yasemin ve öğretmen Engin’in hayatını anlatıyor.
Milletin tepkisi üzerine Festival’in Yönetim Kurulu “Kanun Hükmü” adlı yapımı programdan çıkardı. ‘Vay sen misin bunu yapan.’ Ne kadar kökü dışarıda yazar, aydın, örgüt varsa sayıp sövmeye başladı. Festivalin jüri başkanı Demet Akbağ ve yönetmen Zeki Demirkubuz gibi isimler de festivalden çekildiklerini açıkladılar. Festival’in Yönetim Kurulu da baskılara dayanamayarak, derme çatma bir açıklamayla “Kanun Hükmü”nü yeniden programa aldıklarını duyurdu. Fakat bu sefer de Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, festivali iptal ettiklerini duyurdu. FETÖ filmi yayınlanmayınca festival iptal edildi.
Bu nasıl bir festival kurulu ki ülkenin ve milletin yararına aldığı kararı uygulamaktan aciz? Türkiye’de sanatın eli kolu, teröristlerin meşrulaştırılacağı bir filme direnemeyecek kadar mı bağlı?
MİLLET KENDİ DİRENÇ VE MÜCADELE MERKEZİNİ YARATIR
Hükümetin görevi en basit tabiriyle “yapmak” eylemidir. Hükümet, meselelerde ülke ve millet yararına bir şey yapabilendir. Cılız açıklamalarla ve kuru bir esinti niteliğindeki çıkışlarla hiçbir şey yapılamaz. Nitekim FETÖ’nün bu iki atağına karşı da elle tutulur hiçbir şey yapılamadı. Millet, tepkisi sonucunda doğal olarak gözünü hükümete dikiyor. Hükümetin hareket etmediğini gören millet, kendi direnç ve mücadele merkezini yani yeni hükümetini yaratır. Bunu da tepki konularında hükümetle aynı tarafta olanlarla değil devrim niteliğinde adımlar atabileceklerle yapar. Dün de böyle olmuştur, bugün ve yarın da böyle olacaktır.