FETÖ terörüne karşı mücadele yılları... ‘Vardiya bizde, dedik’

Nilgül Doğan dik duruşu ve yaptığı öncülükle kadın tarihimizde iz bırakan güçlü kadınlarımızdan biri. 2006’dan itibaren FETÖ’nün estirdiği terör karşısında komutan eşlerinin verdiği mücadelenin ön saflarındaydı

Emekli 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın eşi Nilgül Doğan’ı Silivri'deki ‘Vardiya Bizde’ ve ‘Sessiz Çığlık’ günlerinden tanıyoruz.

2006’nın sonlarından itibaren, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) kumpaslarıyla ülkemizin araştırmacı, siyasetçi, yönetici pek çok değerli Türk aydını ile Türk Ordusu’nun yüzlerce muvazzaf ve emekli subayı, düzmece delillerle gözaltına alınmaya başlandı, ardından tutuklandı.

‘Balyoz’ gibi suçlamalar, ordumuzun stratejik Kozmik Odası’na uzanan kumpaslar, yıllarca orduda sayısız madalyalara, brövelere layık görülmüş kahramanlara ‘casusluk’ yaftaları art arda birbirini izliyordu.

Tutuklanan komutanlarımızın eşleri, ilk günlerin şaşkınlığı geçer geçmez, Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesi’nin önünde bir araya geldiler. Vakur ve dirayetli duruşlarıyla ‘Vardiya Bizde...’ dediler. İşte o ilk günlerden başlayarak, Sayın Nilgül Doğan en öndeydi.

Türkiyemizin zorlu bir süreçten geçtiği o günlerde, ordumuzun sınanmış çelik çekirdeğine ve vatansever aydınlarına karşı başlatılan, emperyalist uzantıların görevli olduğu saldırılar söz konusu oldu. Ardından, süreç 15-16 Temmuz 2016 darbe girişimine evrildi… Bugün de zorlu zamanlardan geçiyoruz dedik, Doğan’a mikrofon uzattık.

DAVALAR BİR TÜRLÜ DÜŞMÜYOR

- O günlerin nasıl başladığını bizlere aktarır mısınız?

Öncelikle, geçen yıllarda kamuoyunun da şahit olduğu gibi kumpas davaları görülürken bu konuda mağdur edilenlerin yanında yer alan, Aydınlık Gazetesi’ne, elbette idareci ve çalışanlarına teşekkür borcumdan söz etmek isterim.

Biz Doğan ailesi olarak yaklaşık 15 yıldır bu kumpas davaları ile uğraşıyoruz. Önce Balyoz, daha sonra 28 Şubat davaları. Bu sürenin tam yedi yılı da cezaevi günleri… Ancak henüz davalarımız bitmiş değil. Ne acıdır ki bu davaların iddianamelerini hazırlayan, açan ve kararlar altına imza atan savcı ve hakimler Fetullahçı Terör Örgütü mensupları. Kimisi cezaevinde, kimisi de yurtdışında kaçak. Ama davalar bir türlü düşmüyor.

CEZAEVLERİ ORDUEVLERİNE DÖNÜŞMÜŞTÜ

Cezaevleri o dönemlerde orduevlerine dönüşmüştü. Önce denizci eşlerinin başlattığı, daha sonra da kara ve hava subay eşlerinin katıldığı ‘Vardiya Bizde’ platformu, sonrasında ‘Sessiz Çığlık’ eylemleri ile gündem yaratıldı. O günlerde Vatan Partisi, TGB, HKP, bazı CHP milletvekilleri, sanatçılar, az sayıda gazeteci ve de ülkenin yaşadığı bu kâbusu doğru okuyan birçok kişi bizlere destek verdi. Öyle ya da böyle bugünlere geldik.

Bizler trafik cezasından bile karakola yolu düşmemiş kişiler, cezaevleri yollarını aşındırdık. Görevde olan askerler mesleklerinden olurken, tam da dinlenmeye ihtiyacı olan emekliler özgürlüklerinden mahrum olarak, zaten var olan meslek hastalıklarına yenilerini ekleyerek, torunlarının büyüdüklerini bile göremediler.

Bu konuda günlerce konuşabilir, çekilenleri, yaşanan komedileri anlatabilirim. Ancak bunun için maddi ve manevi gücümün de tükendiğini hissediyorum. Bizlere bunları yaşatanlar utansın…

SEMİNER TUTANAKLARINA SAHTE DELİLLER YERLEŞTİRDİLER

- Komutanımız Çetin Doğan, Balyoz iddianamesinde neyle suçlandı, nasıl karşıladınız?

Herkesin bildiği gibi Ordu Karargahlarında her sene ülkemizin iç ve dış tehlikelerini irdeleyip, bu durumlarda alınması gereken önlemleri saptayıp, planları yeniden düzenlemek için ‘Harp Oyunları’ adı altında seminerler düzenlenir.

Çetin de İstanbul 1. Ordu Komutanı iken, bağlı birlik komutanları ve askerleri ile rutin olan böyle bir semineri düzenledi. Seminer, Çetin’in emri ile sesli olarak da kayda geçti. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra gizli bir el seminer tutanaklarını çalıp, aralarına bir sürü sahte deliller yerleştirip bu tutanakları ‘darbe planı’ haline getirdiler. Yine aynı gizli el düğmeye bastı, ‘bunlar darbe yapacaklardı’ diye ortalığı velveleye verdiler. Sahte belgelerin büyük bir kısmı okyanus ötesinde hazırlandı.

Bu eylemle ordunun Kara, Deniz, Hava Kuvvetlerinin Atatürkçü, yurtsever 365 askerini tutukladılar. Mahkemeler tutuklulara 20 seneden başlayan cezalar vererek parmaklıklar ardına yolladılar. Üç buçuk, dört sene çekilen onca cefadan sonra, FETÖ ile yollarını ayıranlar ‘pardon, kumpasmış’ diyerek yeniden yargılanmayla beraat kararlarına imza attılar.

AİLE BİREYLERİ DE DIŞARIDA ESİR EDİLDİLER

Ama kimse askerlere yapılan bu haksızlığın hesabını vermedi. Mahkemenin hakimine, savcısına, Balyoz Davası’nın hesabı sorulmadı. Sadece Fetullahçı Terör Örgütü’ne üye olmalarından dolayı yargılandılar. Bu arada haksız hukuksuz yere yüzlerce asker, aileleri ve sevenleri mesleklerinden, sağlıklarından, her şeyden önce özgürlüklerinden oldu. Özgürlüklerini kaybedenler sadece cezaevlerinde tutsak olan askerler değildi elbet. Bütün aile bireyleri de dışarıda maddi manevi esir edildiler.

YAPILMASI GEREKEN ŞEY AYAĞA KALKMAKTI

- Eşinizin tutukluluğundan itibaren yaşadıklarınızı, duygularınızı bugünün gençliğine aktarır mısınız?

Eşim ilk defa gözaltına alındığı zaman, dünya duracak zannetmiştim. Gözaltılar, tutukluluklar bana o kadar uzak kavramlardı ki durumu idrak etmem zaman aldı. Yaklaşık bir ay kadar salon kanepesinde yatıp, durmadan ağladım.

Sonra baktım ki herkes günlük yaşamında, trafik durmuyor… Kısaca hayat rutininde devam ediyor. Yapacak tek şey var o da ayağa kalkıp bununla baş edebilmek için mücadele etmek…
Öyle de oldu. Elleri kolları bağlı eşlerimizin gözü, kulağı, ağzı olmak durumundaydım. O gün bugündür bu mücadeleyi bazen toplu olarak, bazen de tek başıma sürdürüyorum.

Genç olan ve yaşamını bu topraklarda sürdüren herkese diyeceklerim var.

Hayatta hiçbir şey için benim başıma gelmez demesinler. Yaşadığımız sürece, aklımızın köşesinden bile geçmeyecek her şey başımıza gelebilir. Böyle durumlarda, önce soğukkanlılığımızı elden bırakmayacağız.

Yaşadığımız problemle nasıl baş edebiliriz, bunun analizini yapacağız. Bunun için de, gözümüze büyük gözlükler takıp, probleme geniş perspektiften bakacağız. Bunu başarabilmek için de bol bol okuyacağız. Bir başka konu da en yakınımızda olanlara bile tamamen güvenmeyeceğiz. Bazen iyi niyet, aşırı hoşgörü size zarar verebilir. Elbette tamamen güvensizlikten söz etmiyorum. Ama temkini elden bırakmayacağız.

Eğer konu vatan ve onun bekası ise bu konuda Kuvay-ı Milliye dönemindeki kadar heyecanlı, bir o kadar da azimli olacağız. Bu topraklar bizim ve eğer sahip çıkmazsak, kendimizi işgal kuvvetlerinin boyunduruğu altında buluruz. Bu heyecanımızı hiç yitirmeyeceğiz.

Son olarak da bilinçli olarak seçtiğimiz yoldan, rotadan hiçbir durumda sapmayacağız. Aksi takdirde çıkar için söylem ve eylem değiştirmiş ,bizden sonrakilere de ilkesiz bir kişilik örneği sergilemiş oluruz. Özetle , yaşam boyu saygın biri olarak anılmak istiyorsak ki her şeyden önce kendimize olan saygı gelir, özü sözü doğru, dürüst, onurlu olacağız. Onurumuzdan asla taviz vermeyeceğiz.

MÜCADELE RUHU BÜTÜN TÜRK KADINLARINDA VAR

- Vatanseverliğinizle, dik duruşunuzla vatan mücadelesinin içindeki bütün kadınlara örnek oldunuz. Hepimize mesajınız ne olurdu?

Güzel görüşleriniz için çok teşekkür ediyorum. Bence, benim verdiğim mücadele ruhu, bütün Türk kadınlarında var. Ama dileğim odur ki bunu harekete geçirecek kâbusları yaşamadan, evlatlarımız ve torunlarımız için çalışmalı, çok çalışmalıyız. Bu vatan bizim.

Sonraki Haber