Eğitim kadını üretime hazırlamalı
Kadın istihdamındaki artış ve kadınların istihdama katılma isteği eğitimi daha da önemli hale getirdi. Ancak kırsal kesimde kız çocukları hâlâ eğitimde fırsat eşitliğinden yoksun. Eğitim öğretim sistemi ise ‘meslek sahibi yapma’ perspektifinden uzak…
Türkiye’de kadın nüfusu, Cumhuriyet’in ilanından sonra sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitim yönünden sıçramalı gelişim gösterdi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınlarda okur yazarlık oranı çok düşük olmasına rağmen bu durum eğitime yapılan yatırımlarla ve çıkarılan kanunlarla giderildi ve günümüzde büyük artış göstererek yüzde 92’lere ulaştı.
Öte yandan okul çağındaki kadın nüfusunun ancak üçte biri okul öncesi eğitim görüyor, ilköğretimde neredeyse tamamı, ortaöğretimde yarıdan fazlası, yüksek öğretimde de yaklaşık üçte biri eğitim alıyor.
Zorunlu eğitimi yaygınlaştırma çabalarına rağmen, eğitim sisteminin sürekli değiştirilmesi, sosyoekonomik nedenler, gelir dağılımındaki bozulmalar ve bölüşümde adaletsizlik gibi nedenlerle orta ve yüksek öğretimde kadın sayısı istenen düzeye ulaşamıyor.
Üretimden kopuk, paralı ve büyük oranda özel bir sektör haline gelen eğitim sistemi, yetersiz okul, derslik, kadrolu öğretmen sorunu, kırsal yerleşimde okulların kapanması, uzak mesafelere taşınma gibi nedenlerle kız çocuklarının okula devamı düşüyor. Gelenek, görenek ve töre, kız çocuklarının eğitiminin önünde bir başka engel. Yine lise ve üniversitelere giden, lisans üstü eğitim alan ve fen bilimlerini tercih eden, eğitimini tamamladıktan sonra istihdama katılan kadın sayısı erkeklere göre düşük kalıyor.
En önemlisi, eğitim öğretim sisteminin, kadınları da erkekleri de meslek sahibi yapma perspektifinden uzak olması. Çalışmak zorunda kalan kadın, lise mezunu bile olsa ‘vasıfsız’ olarak işgücü piyasasına atılıyor.
KIRSAL KESİMDE SORUN BÜYÜYOR
Hızlı şehirleşme ve gelişen yeni ekonomik ilişkiler, kadınların eğitimden yararlanma oranını arttırdı. Ancak kırsal kesimde kadınlar hâlâ tarımsal iş gücü olarak görülüyor, erken evlendiriliyor, ev işlerinin temel yapıcısı olarak görülüyor, çocuk, yaşlı ve engelli bakımının zorunlu sorumlusu sayılıyor. Feodal yapı, cemaatlerin toplum üzerindeki etkisi, erkek çocuğun elinin iş tutması gerektiği anlayışları, kız çocuklarının ve kadınların eğitim alma hakkının önündeki en büyük engeller olarak ortaya çıkıyor.
Ekonomik olanakları sınırlı aileler, erkek çocuğun eğitimine öncelik veriyor, 4+4+4 eğitim sistemi ve taşımalı eğitim, kız çocuklarının eğitime devam etmemesine neden oluyor. Birçok yerde ilk ve orta öğretim kurumlarının bulunmaması, kız çocuklarının sistem dışında kalmasına neden oluyor. Bazı bölgelerde hava koşullarının ulaşımı uzun süre etkilemesi, yatılı okulların olmaması, yatılı okullara kız çocuklarının gönderilmek istenmemesi gibi nedenler de eğitimde kesintilere, devamsızlığa neden oluyor.
Eğitimde görev alan öğretmenlerin üçte biri kadın ve onların çoğu, kırsal bölgelerdeki il ve ilçelerde görev yapıyorlar. Köylerde ve kırsal mahallelerde kadın rol modellerin az ya da hiç olmaması kız çocuklarının eğitime yönlendirilmesini olumsuz yönde etkiliyor.
DEVLET ELİYLE ÇÖZÜLÜR
Özellikle kırsal kesimde kızların eğitimi, devlet eliyle alınacak önlemlerle düzenli ve sistemli olarak geliştirilebilir. Eğitim öğretim sisteminin devlet eliyle, kadınları da erkekleri de meslek sahibi yapacak bir yapıya kavuşturulması, Türkiye’nin önündeki en önemli meselelerden biridir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, eğitim sisteminin “Bir taraftan bilgisizliği ortadan kaldırmaya, bir taraftan da memleket evladını sosyal ve ekonomik hayatta fiilen etkili ve verimli kılabilmek için” olduğunu söyler; Türk insanının “Eğitim ve öğretim usulünün pratik ve uygulamalı olması esasına geçerek yetişmesine önem verilecektir.’’ Atatürk, 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmada Köy Enstitülerinin “Üretim için, üreterek, üreticiler yetiştiren” eğitim sistemi anlayışının çerçevesini çizer. Köy Enstitüleri, Osmanlı döneminde İstanbul dışında neredeyse olmayan eğitim sisteminin, Türkiye’nin pek çok yerine yayılması ve özellikle kız çocuklarının eğitim alması bakımından bir nitelik ve nicelik sıçramasıdır. Saldırılara maruz kalarak kapatılan Köy Enstitüleri, yarattığı yeni insan modeliyle derin izler bırakmıştır.
‘EŞİT YURTTAŞ’ MERTEBESİNE YÜKSELMEK
Osmanlı döneminde temel eğitim yasa ve yönetmelikleri desteklense de feodal, toprağa bağlı üretimin yaygınlığı, özellikle kadınların eğitilmişlik durumunun düşük düzeyde olmasına neden oluyor, ülke kalkınmasında kadın ev işleri ve tarım dışında fazla istihdam alanı bulamıyordu.
Daha önce ikinci sınıf görülen, nüfus sayımına giremeyen kadın, Kurtuluş Savaşında yedi düvele karşı verilen mücadelede yazıp çizerek, eline silah alarak, hemşire olarak, mühimmat üretimine, taşınmasına katılarak mücadelede yer aldı. Türk kadını Cumhuriyet döneminde, Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen devrimler hak ettiği konuma yükseldi.
Cumhuriyet Devrimi’nin önderleri ve aydınları, milli eğitimin en ücra köşelere kadar yaygınlaştırılması gereğini, yeni devletin varlık yokluk meselesi olduğunu gördüler. Tevhid-i Tedrisat ile öğrenim birliği sağlandı. Eğitim için seferberlik başlattılar.
Eğitim alanındaki gelişmeler, kadının sosyal ve siyasal haklara sahip eşit yurttaş mertebesine yükselmesinde kritik önemdedir. Cumhuriyetimizin birikimi, bugün izleyeceğimiz yolu aydınlatıyor.
TÜRK GELENEĞİNDE KADININ YERİ YÜKSEKTE
Türkler hakkında M.Ö. dört-beş bin yıl öncesine kadar uzanan bilgiler, kadının toplumsal durumunun oldukça yüksek olduğunu, kadın-erkek eşitliğinde ileri noktalarda olduklarını, çocuk üzerindeki velilik hakkının baba kadar anneye de ait olduğunu gösteriyor. Göçebe hayat tarzı kadının eğitimini de biçimlendiriyor. Yaygın eğitim yolu ile savaşa, ev işlerine yönelik bir eğitim veriliyor. Üretilen ürünlerin ve hayvanların korunması, kabilenin-boyun korunması, kadını aynı zamanda savaşçı yapıyor.
İslam dininde şeriatın erkek egemen tefsirleri, İslamiyet’i kabul etmiş Türk devletlerinde kadın eğitimini geri bıraktırıyor. Kadın eğitimi, genellikle büyüklerin, ekonomik durumu iyi olan ailelerde de ‘bacı kalfaların’ verdikleri eğitimlerle oluyor. Batılılaşmanın ‘modernleşme’ olarak görüldüğü Tanzimat döneminde kadınların eğitimine yönelik kısmi çabalar görülüyor, sosyoekonomik düzeyi iyi ailelerde eğitim, özel öğretmenlerle oluyor. Anadolu kadınları ise feodal yapı nedeniyle, tarımsal üretimin içerisinde olmalarına rağmen eğitim olanağından çok uzak kalıyorlar.
SAVAŞLARDA KADINLAR ‘BEN DE VARIM’ DİYOR
1859’da kızlar için Cevri Kalfa Rüştiyesi ve sayısı artan rüştiyelerin ardından, liseye, üniversiteye gitme isteği, Maarif Nezaretini yeni okullar açmaya zorluyor. 1870’de Darülmuallimat’ın yapmış olduğu ilk sınava katılan 31 kız öğrencinin tümü başarılı oluyor ve bunların 20’si, 1872-73’te mezun olmuştur. 1873’te dikiş, nakış dışındaki derslere kadın öğretmenler girmeye ve devlet memuru olmaya başlıyorlar.
Balkan Savaşları kadınların varlığının kabulünü zorunlu kılıyor, savaşlar kadınları ortaya çıkarıyor.
1911’de Kız İdadisi, 1914’te İstanbul’da İnas Darülfünun’u adı altında kızlar için üniversite açılıyor. Darülfünun’a girmek için zorlu sınavlar, özel dershaneler bile gündeme getiriliyor. 1914’te İnas Sanayi-i Nefise mektebi güzel sanatlar alanında eğitim vermek üzere açılıyor. 1917’de kadınlar tıp, dişçilik, ecza öğrenimine giriyorlar. Ancak bütün bu okullar, sayı ve nitelik bakımından hiçbir şekilde, geniş kadın nüfusunu karşılayacak sayılara ulaşmıyor, İstanbul dışına çıkılmıyor.
II. Meşrutiyet’in sonuna doğru kız-erkek karışık ‘karma eğitim’ gündeme geliyor, 1920 yılında Darülfünun’da, Fen ve Edebiyat şubelerindeki kızlar kendi sınıflarını boykot ederek erkek öğrencilerin sınıfına giriyor.
Kız öğrencilerin hukuk fakültelerine girişi 1921-22’de, tıp fakültelerine girişi 1922-23’te başlıyor.
OKUMA YAZMA BİLMEYEN KADINLAR VAR
Türkiye’de hâlâ kendi başına seçimlerde oy verme işlemini yapamayan, yönlendirilen ve imza atamayan kadınlarımız var. Kadın seçmenlerin yüzde 10’a yakını, okur yazar değil.
Okuma yazma bilmeyen kadınlarla konuştuk. Şunları söylüyorlar:
“Hangi otobüse bineceğini bilmiyor, çevrene soruyorsun. Okuyup yapman gereken işlemi yapamıyorsun. Akıllı telefonda bir şey yazamıyor, gelen yazılı mesajı okuyamıyorsun. Seçimlerde oy kullanırken kabine girip kime oy vereceğini okuyup bilemiyorsun, iradeni başkasına, eşine, ailene, başka birisine teslim ediyorsun, imza atamıyorsun veya çiziktiriyorsun.”
Okuma yazma bilmeyen Karadenizli bir kadın da tanıdık; İzmir’de, zekâsı ve azmiyle bakkal dükkanı işleterek, kendisinin üç, akrabasının da iki çocuğunu okutuyor.