Foreign Affaırs:ABD dış politikasını restore etmemeli, yeniden oluşturmalı
Foreign Affairs yeni sayısında Biden yönetiminin nasıl bir dış politika izlemesi gerektiğini yazdı. Buna göre ABD, Çin ile stratejik olarak sağlam bir ilişki geliştirmeli, Rusya ile ilişkilerinde kendini yeniden kanıtlamalı ve müttefiklerinin güvenini yeniden kazanmalı.
ABD’nin dış politikasına yön veren Dış İlişkiler Konseyi’nin (Council on Foreign Relations-CFR) yayın organı Foreign Affairs dergisinin Mart-Nisan sayısı, ABD’nin Biden sonrası yeni dış politikasına ilişkin görüşleri ana konu işleyen bir dosya ile çıktı. Kapak sloganını “Gerileyiş ve Çöküş” (Decline and Fall) olarak seçen derginin kapak altı yazında “Amerika tekrar lider olabilir mi?” sorusu mevcut. Gideon Rose’un son kez editörlüğünü yaptığı Mart-Nisan 2021 sayısında Jessica Mathews ve Jonathan Kirshner’in makaleleri, Biden yönetiminin miras aldığı sorunları ve diğer ülkelerin ABD’ye bakış açılarını inceliyor. Robert Kagan “Beğen ya da Beğenme, Bir Süper Güç” adlı makale ile, “ABD’nin omuzlarındaki büyük jeopolitik yükü ve küresel gücünü yeniden inşası için gerekli tarihsel öğretiyi ve uluslararası arenada bundan sonrası için neler yapılması gerektiğini” inceliyor.
Ana yazısını Jessica Mathews’in yazdığı makalenin başlığı ise çok net: ABD Dış Politikası Yeniden Oluşturulmalı, Restore Edilmemeli. Biz de bu yazıda Jessica Mathews’in makalesini inceleyeceğiz.
‘WASHİNGTON TARAFINDAN YAZILAN FELAKET’
Mathews, özellikle müttefikler açısından ABD’nin politik gücünün nasıl göründüğü ile ilgili önemli bir portre çiziyor:
“Başka yerlerdeki insanlar Washington’un son yirmi yıldaki performansına baktıklarında kendilerine güvenen bir liderlik görmüyorlar. Bunun yerine gördükleri şey, Washington tarafından yazılan bir felaket. Bunların başında 2003 Irak işgali, Orta Doğu’daki istikrarsızlık ve 2008 küresel mali krizi geliyor. Bu on yıllar boyunca Washington, Afganistan’da etkisiz bir savaş, Suriye’de tutarsız bir politika ve özellikle Libya’da olmak üzere sağlıklı olmayan müdahaleler yürüttü.”
‘ULUSAL LİDERLİK EKSİKLİĞİ VE YABANCILAŞMIŞ BİR TOPLUM’
Yazar ayrıca sadece dış politikada değil, içeride de ABD’nin yönetme sorunu olduğuna vurgu yapıyor. ABD’nin Kovid-19’a karşı mücadelesinin dünyanın en kötüsü olduğunu söyleyen Mathews, şöyle devam ediyor:
“Başarısızlık aynı zamanda içeride de gerçekleşti. Bugüne kadar ABD, Kovid-19 salgınını diğer ülkelerden çok daha kötü ele aldı. ABD, dünya nüfusunun yüzde 4’ünü oluşturmasına rağmen şaşırtıcı bir şekilde dünya genelindeki toplam vakaların yüzde 25’ini ve toplam ölümlerin yüzde 19’unu oluşturuyor. Böylece başarısızlık her düzeyde ortaya çıktı: Ulusal liderlik eksikliği, ortak çıkar için mütevazi fedakarlık yapmaya isteksiz yabancılaşmış bir toplum ve son derece adaletsiz ve parçalanmış bir sağlık sistemi.”
‘TRUMP ABD DIŞ POLİTİKASININ TEMELİNİ OYDU’
ABD’nin yaşadığı sıkıntıların Trump’tan önce başladığını vurgulayan yazar, yine de en büyük yıkıcılığın Trump tarafından oluşturulduğunu belirtiyor:
“Trump’ın ‘Önce Amerika’ popülist milliyetçiliği, uzun süredir devam eden ittifaklarını sorgulatmaya başladı, otoriter yönetimleri kucakladı, müttefikleri aşağıladı ve ABD’yi birçok uluslararası anlaşmadan çekerek ABD dış politikasının temelini derinlemesine kesti.”
‘ASKERİ MÜDAHALE VE YAPTIRIMDAN ÇOK İKNA GÜCÜNÜN YENİDEN İNŞASI’
Yazar, Trump’un özellikle Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi uluslararası kurumları nasıl işlevsiz hale getirdiği üzerine birkaç Trumpizm eleştirisi yaptıktan sonra son dönemde ABD siyasetlerinin en önemli iki ayağını oluşturan askeri müdahaleler ve ekonomik yaptırımların da aynı ölçüde etkisiz kaldığını şu şekilde vurguluyor:
“Yasalara uyan bir demokrasinin temelleri söz konusu olduğunda, Birleşik Devletler artık neyi kucaklayacağından çok neyin kaçınılması gerektiğinin bir örneğidir. Ülke, askeri üstünlüğünü ve yaptırımları uygulamaya koyma konusundaki ekonomik ağırlığını koruyor, ancak ilkinin sınırlı faydası var ve ikincisi, tek taraflı kullanıldığında nadiren etkili oluyor. Washington, hedeflerine ulaşmak için ikna etme gücünü yeniden inşa ederken, uzun ve yavaş bir süreç olan evinde (İç politika kastediliyor, Ç.N.) iyileşmek zorunda kalacak. Dışişleri bakanı olarak Antony Blinken, ülkenin diplomatik birliklerinde moral ve etkinliği yeniden inşa etmek için önemli bir çabaya öncülük edecek, Trump'ın kaosundan kaçan yetenekli profesyonelleri geri çekecek, departmanın çalışmasını daha verimli ve yaratıcı hale getirmek için reformlar arayacak.”
“İktidarın dağıldığı ve ABD'nin itibarının azaldığı küreselleşmiş bir dünyayla karşı karşıya kalan Biden, Amerikan liderlerinin alışmamış olduğu bir meydan okuma olan temkinli, hatta şüpheci yabancı ortaklarla karşı karşıya kalacak.”
“Yabancı hükümetler, geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Trumpizmin bir reddi olmadığını anlıyor. Bu nedenle yakın müttefikler bile, bir dış politika duruşundan diğerine öngörülemez bir şekilde dönüşebilen bir Birleşik Devletler ile uğraşan tehlikeli bir Amerikan ruletine zorlandı. Onlar için mantıklı yanıt, riskten korunmaktır. Aksi takdirde memnuniyetle karşılanacak olan ABD politikaları söz konusu olduğunda bile, büyük taahhütlerden kaçınmak ve seçeneklerini açık tutmak.”
AVRUPA’YLA İLİŞKİLERİ CANLANDIRAN VE UZLAŞMACI DİPLOMASİ
ABD’nin ülke için restorasyonuna girişirken dünyanın mola vermeyeceğini belirten yazar, Biden’ın özellikle Avrupalı müttefikleri ile yeni diplomasi ağına ağırlık vereceğini belirtiyor. Burada yine Trumpizm kalıntısı çok taraflılığa burun kıvıran yönetim anlayışının tam tersine uluslararası kuruluşları öne çıkaran uzlaşmacı bir tavır sergileyeceğini vurguluyor. Yazar bunların dünya çapında memnuniyetle karşılanan köklü değişiklikler olduğunu vurguluyor.
Bunun yanı sıra eski Dışişleri Bakanı John Kerry’in özel iklim elçisi yapıldığı bir “çevre politikası” misyonu ile de yeni diplomasinin başlangıç aşamasına girdiğini belirtirken bunu Nükleer alandaki anlaşmaların takip edeceğini belirtiyor.
ABD’nin 1991’de Sovyetler ile imzaladığı START I Anlaşmasını uzatmak için derhal harekete geçeceğini belirten yazar ayrıca İran’ı ile nükleer anlaşmayı yeniden oluşturmak için de çaba gösterileceğini vurguluyor.
‘ORTA SINIF İÇİN DIŞ POLİTİKA’
Yazar Biden’ın seçim sürecinde de sürekli vurguladığı “orta sınıf için dış politika” söyleminin ise belirsizliğini şu şekilde yorumluyor:
“Kampanya boyunca Biden, ‘orta sınıf için bir dış politika’ oluşturma niyetinden bahsetti. Başka hiçbir tema bu kadar belirgin değildi. Bununla birlikte pratikte Biden yönetimi böyle bir şeyin gerçekten var olup olmadığı sorusuyla yüzleşmek zorunda kalacak. Uluslararası ticaret kurallarını değiştirmek cevabın küçük bir parçasıdır, ancak teknolojik değişim, yüksek ücretli ABD imalat işlerinin kaybında ticaretten çok daha büyük bir rol oynadı. Belki de bu yüzden, dış politikasının Amerikalılara nasıl yardımcı olacağını tartışırken Biden ticaretten diğer konulara hızlı bir şekilde geçme eğilimindedir: Daha yüksek asgari ücret, daha iyi eğitim, daha uygun fiyatlı sağlık hizmetleri. Bunların hepsi önemli, ama hiçbiri dış politika alanı değil. Biden’in “daha iyiyi inşa et” adlı ekonomik planı, altyapıya (yollar, demiryolları, elektrik şebekesi ve geniş bant internet) ve bazı sektörlerdeki araştırma ve geliştirmeye büyük federal yatırımlar vaat ediyor. Bu eski moda bir sanayi politikasıdır. İyi bir ekonomi politikası olup olmadığı ve paranın nereden geleceği tartışmalı konulardır; dış politikanın bir parçası olup olmadıkları tartışmalıdır. Ayrıntıları ne kadar yakından incelerseniz, orta sınıf için bir dış politika kavramının o kadar çok gözden kaçtığını fark edersiniz.”
‘ÇİN’E YÖNELİK İDEOLOJİK OLMAYAN BİR YAKLAŞIMA İHTİYAÇ VAR’
Yazarın Çin konusundaki görüşleri ise radikal bir eskiye dönüşü içeriyor. Trump yönetiminin özellikle son döneminde Çin Komünist Partisi üzerinden eski Soğuk Savaş argümanları ile yürüttüğü diplomatik anlayışa karşı çıkan yazar şöyle devam ediyor:
“Gerçek dış politika zorluklarından birincisi, Çin’e dengeli, ideolojik olmayan bir yaklaşıma duyulan ihtiyaçtır. Pekin'in askeri takviyesi, Güney Çin Denizi’ndeki kışkırtıcı manevraları, giderek daha baskıcı politikaları (Sincan’daki Uygurlara karşı korkunç insan hakları ihlalleri ve Hong Kong’daki demokrasi yanlısı aktivistlere yönelik baskılar dahil) ve Kovid-19 pandemisine yol açan kritik öneme sahip bilgileri alıkoyması tehdit edici bir zemin oluşturuyor. Bununla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri'nin bu hızla yükselen ekonomik ve askeri güçle başarılı bir şekilde bir arada yaşayabilmek için bir strateji geliştirmekten başka seçeneği yok.”
“Trump’ın yaklaşımı, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’e karşı güvenilmez husumetliğe ve anlamsız hakaretlere dönüştü. Yönetimin Çin’e olan tek başarısı, en önemli yapısal konuları ikinci bir müzakere turuna iten çok ses getiren ticaret anlaşmasıydı-ki bu hiç gerçekleşmedi. Pekin, 200 milyar dolarlık ABD mal ve hizmetlerini satın almaya söz verdi, ancak aslında bunu yapmaya yaklaşmadı. Bu arada, Çin’e olumsuz bakan Amerikalıların yüzdesi, Trump’ın Başkanlığının başında yüzde 47’den geçen sonbaharda yüzde 73’e yükseldi. Hala büyük Çin pazarına erişimden kâr elde etmeyi ümit eden iş ve finans sektörlerinde bile, Çin hakkındaki görüşler kesinlikle olumsuz.”
“İlişkilerdeki aşağı doğru gidişatı tersine çevirmek için Washington’un Çin’i şeytanlaştırma tembel alışkanlığından vazgeçmesi ve Pekin ile Soğuk Savaş’a benzer ideolojik bir mücadele olduğu iddiasını bırakması gerekiyor. Bunun yerine, Amerika Birleşik Devletleri’nin Çin’in Asya’daki ve dünyadaki meşru çıkarlarını belirlemesi ve Washington’un neyi kabul etmesi, Çin'i nerede yenmeye çalışması ve neyle yüzleşmesi gerektiğini belirlemesi gerekiyor. Duruşunu, bölgedeki müttefikleri ve potansiyel ortaklarla ilişkilerine dayandırmalı, küresel mali krizden bu yana koşulların nasıl değiştiğini kabul etmeli ve Asya hükümetlerini iki süper güç arasında seçim yapmaya zorlayacak bir yaklaşımdan kaçınmalıdır. Washington, Asya’daki çok taraflı ticaret ve ekonomik anlaşmalara geri dönmeli ve Pekin’e yaklaşımında Avrupa’nın ABD-Çin rekabetinde bir savaş alanı olmasına izin vermektense Avrupa ülkeleriyle güçlerini birleştirmeli.”
‘TEK ÇİN POLİTİKASI BOZULURSA ABD-ÇİN SAVAŞ OLASILIĞI ARTAR’
Yazar özellikle Trump ve Pompeo’nun Tayvan sorunu üzerinden gereksiz riske girdiklerini ve “Tek Çin” politikası üzerinde oluşan konsensüs bozulursa savaş riski oluşacağını şu şekilde açıklıyor:
“En acil olarak, Pekin, Taipei ve Washington (ABD Kongresi’nin bazı dikkatsiz üyeleri de dahil olmak üzere) “Tek Çin” politikasının, kırk yıl boyunca kesintiye uğramış bir iç savaşta barışı koruduktan sonra çözülme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu kabul etmelidir. Politikanın belirsizliklerin hassas dengesini korumak yerine, Trump ve Pompeo bir oyun oynadı, böylece büyük ve tamamen gereksiz bütün riskleri bu oyuna davet ettiler. Anlaşma bozulursa, Çin ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki savaş olasılığı yüksek olacaktır, çünkü Amerika Birleşik Devletleri’nin bir kavgadan uzaklaşması, demokratik bir müttefike olan bağlılığını muazzam bir itibar maliyetiyle terk etmek anlamına gelecektir. ABD-Çin Savaşının nükleer olmadan kalması pek olası değildir.”
YENİ BİR DIŞ POLİTİKA KONSENSÜSÜ
Biden’ın II. Dünya Savaşı’nın ardından yarım yüzyıldır ABD dış politikasının altında yatan iki partili geniş fikir birliğinin çöktüğü bir anda göreve başladığını söyleyen yazar, Biden yönetiminin yalnızca zaman ve diplomatik çabayı değil, aynı zamanda siyasi sermayeyi de tüketen Trumpizmin bir yığın hatasını ortadan kaldırmaya adanacak bir büyük bir çaba vermesi gerektiğinin altını çiziyor ve makaleyi şu sözlerle bitiriyor:
“Biden yönetimi Çin ile stratejik olarak sağlam bir ilişki geliştirebilir, Rusya ile ilişkilerinde kendini yeniden kanıtlayabilir, uluslararası ekonomik büyümeyi sıfır toplamlı bir rekabet olarak değil, kazan-kazan olarak gören ekonomik politikalar izleyebilir ve müttefiklerin ve arkadaşlarının güvenini yeniden kazanabilirse, yeni bir dış politika konsensüsünü geride bırakmadan bile gurur duyulacak kadar çok şey yapmış olacak.”