Geçen asır başımızın belası sıtma idi-2: Ethem Bey'in kaleminden Aydın'daki sıtma mücadelesi

“Üç günden beri köylerdeyim. Aydın köyleri her sene sıtma yüzünden pek çok zayiat vermiştir. İlk ziyaret ettiğim nahiye merkezden yaptığım tetkikata nazaran bundan on sene evvel 14 bin nüfusu olan Koçarlı nahiyesi ve bu seneki nüfusu umumiye 9 bine tenzil etmiştir..."

“Üç günden beri köylerdeyim. Aydın köyleri her sene sıtma yüzünden pek çok zayiat vermiştir. İlk ziyaret ettiğim nahiye merkezden yaptığım tetkikata nazaran bundan on sene evvel 14 bin nüfusu olan Koçarlı nahiyesi ve bu seneki nüfusu umumiye 9 bine tenzil etmiştir. Bu yekûn meyanında mübadeleye tabi olan yerli Rumlardan ancak bin iki yüz kişi hicret etmiş kalan nüfusun bir kısmı Harbi Umumide, yarısından fazlası da sıtma yüzünden ölmüştür.

İşgal görmeyen bu arazi üzerinde nazari dikkati ehemmiyetli surette celp edecek zaiyat yekûnundan bir fert olmadığını katiyetle söyleyebilirim. 1920 senesinde Hilal-i Ahmer dispanser tabibi olarak çalıştığım bu nahiyede muntazam surette tuttuğum istatistiklerde sıtmanın nasıl esaslı bir surette bu havaliyi istila ettiğini günden güne şiddetini ve tahribatını nasıl tevsi ettiğini bu seneki ve geçen seneki tetkikatımla dahi iyi öğrenmiş oluyordum. (…)

Cumhuriyet idarenin sıhhatini idare eden ellere hayatlarını tevdi eden halk, çok acınacak bir halde yardım beklemektedir. Erzurum felaketi zan ederim ki bu sıtma belasından daha feci değildir. (…) Yeni doğan çocuklar sinirli, babalar alkolik, anneler de hastalıklı oluyorlar. (…) Küçük köyleri birleştirmek 300 haneli büyücek merkezi köyler ihdat edilmeli ve buralarda mektepler, sıhhiye memurlarının veyahut mücadele hekimlerinin nezareti altında ama küçük bir acizhane ve revir tesis edilmelidir. Halk aydınlatılmalıdır. (…)

Sıtma mücadelesinde bu sene hekim namzetlerinin pek çok yardımı olacağına hiç şüphe etmiyorum. Nitekim bu sene Koçarlı nahiyesine tabi Dede Köyü’nde tıbbiye mektebinden mezun gelen genç bir tıbbiyeli hanımın bu köyün sıtmalılarını bir hekim kadar anlayışlı bir kabiliyetle tedavi etmiş ve bu köy halkının yarı yarıya sıtmalısını ölümden kurtarmıştır. Henüz tahsil hayatında tıp dershanesinde bulunan bu aziz hemşireye karşı memleket namına şükran duymamak mümkün değildir.” (Akşam, 12 Ekim 1924, s.3.)

“4 Aralık: Dün gece yarısı bir hasta için uyanabildim. Şehrin en uzak bir yerinde muhacir mahallesinde bulunan ve çok fakir olan hastanın davetine, havanın şiddetli soğuğuna ve yağmuruna rağmen derhal icabet ettim ve kapıdan beni bekleyen rehberimle beraber yıkık duvarlar, akarsular ve çamaşırlar arasında insanların gece gece tepindikleri yollardan yürüdük. Beni almaya gelen, hastamın oğluyla annesi hakkında izahat veriyordu. On günden bire yanıyormuş, bugün yarın iyi olur diye ümit etmişler. Hastalık ilerlemiş, nihayet bu gece de çok ateş gelince hemen bana koşmuşlar. (…)

Bu sene Menderes Nehri üzerinde sondaj yapılıyordu. Ne netice alındığını bilemiyorum. Fakat yolcular yine taşkından şikâyet ediyorlar. Binlerce kilometrelik ovanın birçok aksamından köylüler istifade edemiyorlar. Bilmem ki bu nehir ne zaman tethir ederek çok menbit olan arazimizi su altından kurtaracağız? Ve halkımız da rahat rahat seyahatlerine devam edebilecekler. Yeni vekillerimiz, ümit ederim ki bu uğurda kıymetli yardımlarda bulunacaktır.” (Akşam, 10 Aralık 1924, s.2.)

İSPANYOL SALGINI

“Yeni seneye birçok hastalıklar içinde kavuştuk. Avrupa saadet ve neş’e ile dolu bayramlar yaparken bizim zavallı felaketzedelerimiz açlıktan ve sefaletten, hastalıktan ölüm tehlikeleri geçiriyorlar. İstanbul’da veba (…) korkusu içinde yüz binlerce halk, hayatını hekime teslim etmiş, hastalığın zail olmasını bekliyor. Anadolu içerileri büsbütün başka bir sefalet manzarası içinde baştan başa hastalıklarla nüfusu umumiyesini günden güne kaybediyor. Yazın sıtma kurbanları viran eden Aydın halkı, şimdi de on günden beri İspanyol salgını ve ihtilatı olan zatelleri ile uğraşıyor.

Önde birtakım çalışması olmayan, bir kaşık sıcak süt ve çorbadan mahrum bulunan bu zavallı halkı himaye edenin bir müessese-i hayriye yok. Cemiyet-i hayriyeler hep İstanbul’a münhasır kalmıştır. Çünkü İstanbul’da bu cemiyetleri himaye eden zenginler var.

Memleketimiz ise baştan başa fakir ve sefalet içinde kıvrandığı için himayesine ait teşkilat yapamıyor. (…)

On günden beri İspanyol salgını devam ettiği halde sıhhiye dairesi henüz hastalık hakkında küçük bir tedbir ihtiyatı vaz edememiştir. Halkın sıhhatine karşı bu kadar lakayıdı kimse görmüyor, hiç kimse tenkit ve muvaheze etmiyor. (…)

Sıhhiye Vekâleti sıtma mücadelesi için kuvvetli yardımını evvelâ Aydın vilayetine tahsis etmelidir. Öyle zannediyorum ki muhacerat, (…) ve açlıktan, hastalıktan Aydınlılar kadar sefalet çekmiş ve harap olmuş hiçbir vilayet yoktur. Menderes’in bataklıklarını kuruturken vilayetin muhtelif mahallerinde ve köy merkezlerinde açacağı dispanserler, seyyar acizhaneler kilitli doktor ve hasta bakıcılarla ve böyle kimselerle ilkbahardan daha evvel işe başlamalıdır.” (Akşam, 24 Ocak 1925, s.3.)

BİTTİ

Sonraki Haber