Geçmişi olmayanın geleceği olmaz (2) ‘Çuvalın tarihi 68’e dayanıyor’

6. Filo’nun denize dökülüşü… Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşü… İşte Vatan Partisi Öncü Gençlik ve Türkiye Gençlik Birliği böyle bir geçmişe dayanıyor.

Deniz Gezmiş’in önderlik ettiği en önemli eylemlerden biri, Samsun’dan Ankara’ya “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” oldu.

13 Haziran 1968 tarihli gazeteler, bir gençlik liderinin resimlerini bastılar, adından söz ettiler: Deniz Gezmiş.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları, 30 Ocak 1968’de Devrimci Hukukçular Örgütü’nü kurdular. Amaçları, Türkiye’nin emperyalizmden ve kapitalizmin tahakkümünden kurtulması için verilen savaşa yardımcı olmaktı. Deniz Gezmiş, bürokratik, eylemsiz ve anti-emperyalist mücadelelere karşı çıkan, TİP çizgisindeki FKF İstanbul Sekreterliği’ne karşı Ekim 1968’de Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB)’ni kurdu.

Deniz Gezmiş, Türkiye devriminin can damarını yakaladığı için Deniz Gezmiş oldu: Bağımsızlık.

Emperyalizm tarafından sömürülen bir ülkenin çocuğu olduğunu, ülkenin bağımsızlığa “mecbur” olduğunu en başından gördü. Kısacık ömrünü Amerikan emperyalizmiyle mücadeleye adadı.

‘TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE İÇİN MUSTAFA KEMAL YÜRÜYÜŞÜ’

Deniz Gezmiş’in önderlik ettiği en önemli eylemlerden biri, Samsun’dan Ankara’ya “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” oldu. 1968’in unutulmaz gençlik eylemlerinden biri olan yürüyüşü Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı örgütlemişti. Planlamaya göre 1 Kasım günü Samsun’dan yola çıkılacak, 10 Kasım günü Anıtkabir’e varılacak ve Atatürk’ün önünde saygı duruşuyla eylem noktalanacaktı.

Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, gazetecilerin yürüyüşle ilgili sorusuna şu ünlü yanıtını verdi: “Yollar yürümekle aşınmaz.”

Deniz Gezmiş, “Amerikan emperyalizmine karşı millî kurtuluş yolunda izindeyiz” başlıklı yürüyüş güncesinde, şöyle yazıyor:

“30 Ekim 1968. Saat 13.30’da toplu halde Atatürk Anıtı önüne giderek bir dakikalık saygı duruşunda bulunduk. Ardından İstiklal Marşı’nı söyleyip, Bayrağımızı ve üzeri yazılı bezi açarak yola koyulduk... 9 Kasım 1968. TMGT, ODTÜ ÖB, AÜTB bizi terk ettiler. Bu gayet normaldi. Zira küçük burjuva tabakasının mücadeledeki yeri bellidir. Kaypak bir niteliği vardır. İşte böyle 427 kilometre olan yolun 410’uncu kilometresinde mücadeleyi terk edebilirler... 10 Kasım 1968. Biz Anıtkabir’e varmak ve Ata’nın huzurunda ona bağlılığımızı, hiç değilse saygı duruşunda bulunarak göstermek istiyorduk. Dağınık halde çeşitli yollardan Anıtkabir’e doğru gittik. Her türlü tertiplere, azgınlıklara rağmen yılmayan üç yüz bilinçli kafa... Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir subayı bize gereken, en mükemmel kolaylığı sağladı. O sırada çelengimiz getirildi. Çelengin üzerine, ‘Amerikan emperyalizmine karşı milli kurtuluş yolunda izindeyiz-Samsun yürüyüşçüleri’ yazmıştık... Ata’nın huzuruna çıktık. Saygı duruşunda bulunduk ve deftere, ‘Amerikan emperyalizmine karşı ikinci milli kurtuluş savaşımızda gerçekten izindeyiz. Milli Kurtuluş Savaşımız yok edilemez. Onu yok etmek için bütün Türk milletini yok etmek gerekir. Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal yürüyüşçüleri’ yazdık.” (Türk Solu, 26 Kasım 1968)

COMMER’İN ARABASI YAKILIYOR (1969)

Vietnam’da CIA adına çalışan Robert W. Commer’in, Ankara’ya ABD elçisi olarak tayinine, bütün öğrenci örgütleri tepki gösterdi. Commer’in Türkiye’ye gelişi sırasında İstanbul’da ve Ankara’da eylemler düzenlendi.

Deniz Gezmiş’in önderliğinde 80 kişilik bir devrimci öğrenci grubu, 28 Kasım 1968 günü ABD’nin Ankara’ya yeni atadığı büyükelçi Robert Commer’i kınamak amacıyla Yeşilköy Havaalanı’na gittiler. Protesto gösterileri sonrasında gözaltına alınan 18 öğrenciden Deniz Gezmiş, Mustafa Zülkadiroğlu, Mustafa Gürkan, Toygun Eraslan ve Rahmi Aydın 29 Kasım Cuma günü Bakırköy Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı.

Duruşma yargıcının, “Son sözünüz var mı?” sorusuna gençler, “Son sözümüz kahrolsun Amerika’dır!” karşılığını verdi. Öğrenciler, duruşmadan çıktıktan sonra, “Bağımsız Türkiye Marşı”nı söyledi.

Commer’i kınayan öğrencilerin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a gönderdikleri telgraf şöyleydi:

“Vietnam’da emperyalist Amerika’nın uşaklığını yapan CIA ajanı Commer yeni bir Vietnam denemesi için Türkiye’ye geldi. İtimatnamesini kabul etmeyiniz. İTÜ-ÖB, İÜİF, İÜOF, İÜ Dişçilik Fakültesi, DÖB, FKF”

Öğrenciler, otonun yanışını ABD’yi ve Commer’i kınama gösterileri yaparak seyretti. Commer de Rektörlük binasından otosunun yanışını izledi.

Aynı duygular içinde olan ODTÜ ve Ankara Üniversitelerine kayıtlı bin 500 kadar genç, 28 Kasım 1968 günü öğleden sonra derslere girmeyip otobüslerle toplu halde Esenboğa Havaalanı’na gitti. Amaç, Commer’in uçağını havaalanına indirmemekti. Bu nedenle havaalanına giden gençler, uçağın ineceği alana oturarak beklemeye başladı.

Gençlerin havaalanında Commer’i kınamak amacıyla toplandığını öğrenen emniyet güçleri, Commer’i iniş pistinin ucundan otomobille alarak, havaalanı binasına uğramadan şehre götürdü.

6 Ocak 1969 Pazartesi... Ankara’da yağmurlu bir hava vardı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Commer, ziyaret amacıyla 1969 model “Cadillac” marka siyah renkli, 06 CA 001 plakalı makam otomobiliyle, saat 12.30’da ODTÜ’ye gitti.

Commer’in otomobilini öğrenciler fark etti.

Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, İrfan Uçar, Halil Çelimli, Yusuf Aslan, Tuncay Çelen, Mehmet Akın Atauz, İbrahim Seven, Ulaş Bardakçı, Mete Ertekin, Sait Big, Serdar Haybat, Taylan Özgür ve bazı öğrenciler hızla olay yerine gitti.

Öğrenciler arabayı taşa tuttu ve “Çimlere basmayınız!” yazılı demirleri sökerek arabanın camlarını kırmaya başladı.

Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Akın Atauz, İbrahim Seven, Halil Çelimli, İrfan Uçar, Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, Mustafa Taylan Özgür, Ahmet Sönmez, Commer’in otomobilini sallamaya ve sarsmaya başladılar.

Commer’in otomobilini sarsan ve sallamaya çalışan öğrenciler, sonra havaya kaldırıp devirmeye çalıştı. Bir kısmının avucu otomobili devirmek için uğraşmaktan kan ter içinde kaldı. Fakat otomobil çok ağır olduğu için deviremezler.

İbrahim Seven civardan bulduğu bir çelik boruyu getirdi. Eylemciler, uzun çelik boruyu manivela gibi kullanarak Commer’in otomobilini ilk önce yan, sonra ters çevirdi.

Ters çevrilen otomobilin benzin deposundan benzin akmaya başladı. Hüseyin İnan, hemen gitti Sinan Cemgil’in boynundaki kaşkolü aldı. Ters çevrilmiş ve benzin akıtan Commer’in otomobilinin benzin deposunun kapağını açan Hüseyin, deponun içine sarkıtıp benzin emdirdiği kırmızı-siyah çizgili uzun kaşkolü otomobilin değişik yerlerine vurmaya başladı. Bu şekilde otomobili benzinle bulayan Hüseyin İnan otomobili ateşe verdi.

Öğrenciler, otonun yanışını ABD’yi ve Commer’i kınama gösterileri yaparak seyretti. Commer de Rektörlük binasından otosunun yanışını izledi.

Commer’in otomobilinin yakılması sadece Türkiye’de değil tüm dünyada geniş yankılar uyandırdı.

Commer Türkiye’de fazla kalamadı. Türkiye’deki görevinden alındı, yerine William Handley atandı. “Honç-ho (Kasap-işkenceci)” olarak adlandırılan Vietnam Pasifikasyon uzmanı ve CIA ajanı Commer, 28 Kasım 1968 Perşembe günü olaylı olarak geldiği Türkiye’den 7 Mayıs 1969 Çarşamba günü ayrılmak zorunda kaldı.

‘KANLI PAZAR’

“Kanlı Pazar”, 1 Mayıs 1977 katliamının bir provası gibidir. 1960’lı yıllarda kitlelerin hedef alındığı ilk büyük Gladyo (Kontrgerilla) tertibidir. Kıdemli gazeteci Ergin Konuksever’in unutulmaz fotoğrafı, o döneme ayna tutuyor. Fotoğrafta, 16 Şubat 1969 günü Taksim Meydanı’nda gericiler tarafından bıçaklanan bir devrimci genç ve olayı müdahale etmeden izleyen bir toplum polisi görülmektedir.

O gün Beyazıt’ta 30 bine yakın işçi ve öğrenci toplanmıştı. 6. Filo’yu protesto haftası, görkemli bir miting ve yürüyüşle noktalanacaktı. Yürüyüşün adı “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü”ydü.

Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, 9 Şubat 1969 günlü gazetelere şu demeci veriyordu: “Amerikan gemilerinin limanlarımızı ziyaret edecekleri sırada sayıları bir kaç bini bulan kişilerin arzularına uyarak Türkiye’ye gelmeyin diyemeyiz.

“Bu, Türkiye’nin dış itibarını nereye götürür? Türk dostluğuna bu şartlar altında kim güvenir?”

Bir yıl önce yine 6. Filo’yu protestoya hazırlanırken polis tarafından öldürülen Vedat Demircioğlu hafta içinde anılmış, üstünde Vedat’ın resmi bulunan ve Beyazıt Yangın Kulesi’ne asılan flama, sağcı basın tarafından “Kızıl bayrak çekildi” biçiminde duyurulmuştu. Bu nedenle 14 Şubat 1969 günü yapılan “Bayrağa Saygı” mitingi olacakların habercisi gibiydi. Bir Gladyo kuruluşu olan Komünizmle Mücadele Dernekleri Genel Başkanı İlhan Darendelioğlu, mitingde yaptığı konuşmada “Memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme zamanı gelmiştir” diyordu. Mehmet Şevki Eygi ise 15 Şubat 1969 günlü Bugün gazetesinde, “cihada hazır olunuz” diye yazıyor du.16 Şubat günü Beyazıt’ta toplanan yaklaşık 30 bin kişi yürüyüşe geçti. Aynı saatlerde gericiler Beyazıt ve Dolmabahçe camilerinde ve Taksim’de toplandılar. Yürüyüş kolu, Gümüşsuyu yokuşunu çıkıp İstanbul Teknik Üniversitesi önüne geldiğinde gençlik önderleri bir değerlendirme yaparak Taksim’e bir öncü grup göndermeye karar verirler. Asıl kitle ise üniversitenin arkasından dolaşarak alana girecektir. Ancak 400 kişilik öncü grup Taksim Alanı’na girdiği anda saldırı başladı. İki işçi Duran Erdoğan, Ali Turgut Aytaç öldürüldü, çok sayıda kişi yaralandı.

KİTLE ÇİZGİSİ VE ‘ÖNCÜ SAVAŞ’

Parti önderliğinden yoksunluk, gençlik kitlelerinin aceleci karakteri, çabuk parlayıp sönen eylemlere yatkınlık, devrimci saflarda maceracı eğilimler için elverişli bir ortam oluşturmuştu. Latin Amerika kaynaklı “Öncü Savaş teorisi”, bu ortamda etkili oldu. Carlos Marighela, Alberto Bayo, Regis Debray, Douglas Bravo gibi yazarların bu yanlış çizgiyi savunan kitapları, hızla tercüme edilip gençliğe sunuldu. Bu sunuşta, kapağı kurşun delikli kitaplarıyla dönemin “Ant Yayınları” olumsuz ve uğursuz bir rol oynadı. Che Guevara’nın “Savaş Anıları” ve “Gerilla Günlüğü”, Alberto Bayo’nun “Gerilla Nedir?”, Douglas Bravo’nun “Milli Kurtuluş Cephesi”, Daniel John Bendit’in “Anarşizm”, Carlos Marighella’nın “Şehir Gerillası” türünden maceracılığı kışkırtan kitapların tümü “devrimcilik” adına Ant Yayınları tarafından piyasaya sürüldü. “Sol” bir cunta beklentisi içinde olan Doğan Avcıoğlu’nun liderliğindeki Devrim gazetesi de “şehir gerillası” üzerine tefrikalar yayınlıyordu.

Devrim için güç toplamanın gereği reddedildi. Kitlelere dayanan devrim stratejisi yerine, kitlelerden kopuk “öncü savaşçı”nın silahlı eylemi konuldu. Bu eylemlerle “suni dengenin” bozulacağı, kitlelerin “öncü savaşçıların” gözü pek eylemlerine bakarak düzenin kofluğunu görüp ayağa kalkacağı öne sürüldü. “Devrim kitlelerin eseri olacaktır” ilkesi unutuldu. Elbette bu, bilimsel sosyalizmden büyük bir kopuş anlamına geliyordu. Sosyalist kitlenin partisiz kalması Türkiye sosyalizmine büyük zarar verdi. 1970’lerin başında THKP-C, THKO gibi örgütler “öncü savaş” pratiğine girdiler. Bilinen trajik sonuçlar ortaya çıkacaktı.

12 MART

Yaşananlar tarihe, “12 Mart askeri darbesi” olarak geçti. Aslında söz konusu olan tek bir darbe değil. Darbe içi darbeler, iç çatışmalar, ihanetler, tasfiyeler, devrimci gençleri kullanmalar, ajan faaliyetleri ile dolu geçen birkaç yıllık bir süreç.

9 Mart günü, 12 Mart 1971 müdahalesinden önce yaşanan sürecin en kritik tarihidir. 12 Mart, bir bakıma 9 Mart’ta yapılması planlanan darbeye karşı yapıldı ve Kemalist subayları hedef aldı.

1968’in tam bağımsızlıkçı, anti-emperyalist geniş kitle eylemlerinin yerini, bireysel serüvenci eylemlere bıraktığı günlerdi. 27 Mayıs’ı tekrar edecek sol bir darbe hayali bazı devrimci örgütleri geniş ölçüde etkiliyordu. Öyle ki, 12 Mart darbesi tamamen “Sol” hava içinde geldi. Süleyman Demirel’e muhtıra vermiş, Adalet Partisi’ni iktidardan uzaklaştırmış, bir takım reformlar yapacağını söyleyen “11’ler”i kabineye almış olan 12 Martçılar’ın gerçek yüzü hemen anlaşılamadı. 9 Martçılarla 12 Martçılar birbirine karıştırıldı!

1960’lı yılların sonunda derinleşmeye başlayan ekonomik bunalım ile birlikte cuntalar da kurulmaya başladı.

1968’in kitle eylemlerinde zemin bulamayan darbeciler, 1970 ve 71’li yılların serüvenci eylemlerini teşvik ediyorlardı. Dönemin gençliğinin kitlesel devrimci örgütü Dev-Genç içinde de darbeye doğru sürüklenen ve cuntalarla ilişki kuran bir kesim bu koşullarda ortaya çıktı.

Darbe tarihi 9 Mart’tı. Darbeciler bütün hazırlıklarını yapmışlardı. Çıkarılacak Anayasa bile hazırlanmıştı.

Unutulan, ordunun tepesini kontrol eden güçtü ve özellikle ABD idi. Onlar da hazırlıklıydı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, 3 Mart Çarşamba günü, 2 bin civarında subayı toplamış ve şöyle sesleniyordu:

“Sosyal uyanış, ekonomik gelişmenin önüne geçti. Türkiye hiçbir zaman sokağa bırakılamaz. Durum vahim değildir. Her şeyi biliyoruz, hazırız ve ne yapılacaksa biz yapacağız.”

Ve yaptılar! TSK içinde Kemalist subaylara karşı büyük bir kıyım yapıldı. Ve bu son olmayacaktı. Ordu içinde Kemalistlere karşı ikinci büyük kıyım 12 Eylül döneminde bir kez daha tekrarlanacak, ancak Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bu büyük devrimci ideolojiyi yok etmek mümkün olmayacaktı. Mümkün olmadığı 28 Şubat sürecinde görülecekti! Yakın tarihte yaşadığımız Ergenekon, Balyoz ve benzeri kumpas davalarında da gene asıl hedef milli ordu olacaktı.

68’İ HİÇ SEVMEDİLER

Amerikancı siyasal iktidarlar 68 kuşağını hiç sevmediler…

Taylan Özgür 21, Deniz Gezmiş 25, Hüseyin İnan 23, Yusuf Aslan 25, Mahir Çayan 27, Sinan Cemgil 27, Kadir Manga 24, Alpaslan Özdoğan 26,Cihan Alptekin 25, Hüseyin Cevahir 26, Ulaş Bardakçı 25, Ömer Ayna 24, Koray Doğan 25, İbrahim Kaypakkaya 24 yaşındaydı öldüklerinde. Amerikan emperyalizme karşı devrimci bir kuşağı vurdular, kırdılar, astılar, işkencede öldürdüler.

Vatan Partisi Öncü Gençlik ve Türkiye Gençlik Birliği, işte böyle bir tarihe dayanıyor.

BİTTİ

Sonraki Haber