Gladyo’nun ‘siyasi cinayetleri’ 1: Vatanseverler hedef alındı
Gladyo, ABD çıkarlarını koruyan bir siyasi örgütlenmedir. Hedef alınan ülkelerde terör sopasıyla kargaşalık ve istikrarsızlık yaratılır ve o ülke diz çökmeye zorlanır. Gladyo elemanlarının çalışması sonucu Türkiye’de iki darbe yapıldı. Üçüncüsü ise ordu ve halk direnişiyle yerle bir edildi.
Kontrgerilla/Gladyo’nun bir dönem Türkiye’deki en önemli elemanlarından olan Mehmet Eymür, mayıs ayında Sözcü gazetesindeki açıklamasında “siyasi cinayetlere” işaret etmişti. Eymür’ün söyleminin ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 8 Ekim 2021 günü yaptığı açıklamada “siyasi cinayetler olabilir” dedi. Kılıçdaroğlu’ndan sonra İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın da benzer duyumlar aldıklarını ifade etti. Büyük tepki çeken açıklama 15 Temmuz 2016 Darbe Girişiminin bastırılmasından sonra unuttuğumuz siyasi cinayetleri tekrar gündeme getirdi. Türkiye siyasi cinayetlerden çok çekti. Çok canı yandı. Ölenlerin çoğu da vatansever ve Türkiye’nin bağımsızlığını savunan insanlardı. Sadece 12 Eylül 1980 darbesi öncesi iki yıl içinde 5 bin 263 vatandaşımız hayatını kaybetti. 15 binin üzerinde insanımız ise yaralandı ya da sakat kaldı. 15 Temmuz Darbe Girişimi öncesi 14 büyük bombalı saldırıda ise 331 vatandaşımız hayatını kaybetti. PKK teröründen bugüne kadar ölenlerin sayısı ise 40 bini aştı. Bütün bu saldırılar sıradan saldırılar değildi. Ustaca hazırlanmış ve bir amaca hizmet ediyordu.
Bu saldırıların hepsinin ayrı ayrı hedefleri vardı. Belli bir merkezden yönlendirilen saldırılar ABD emperyalizmine yaradı. Onun bölgesel ve Türkiye üzerindeki çıkarlarına hizmet etti. Olan ise Türkiye’ye oldu. Milyarlarca doları bulan askeri ve güvenlik harcamaları Türkiye’nin kalkınmasını engelledi. Bundan daha da önemlisi en kıymetli canlarını kaybetti. Onarılmaz acılar bıraktı. Artık halkımız “siyasi cinayet” cümlesini bile duymak istemiyor. Çünkü 5 yıldır bu tür cinayetlerin olmadığını gördü ve huzurun kalıcı olmasını istiyor. 40 yıldır PKK teröründen çok acı çeken Doğu ve Güneydoğulu vatandaşlarımız PKK’nın ezilmesiyle sağlanan huzur ve güven sayesinde normal yaşama döndü. Bunun sürmesi için de Diyarbakırlı anneler 3. yıla giren eylemleriyle kaçırılan evlatlarının geri verilmesi için HDP önünde eylem yapıyor… ABD destekli bölücü örgütü lanetliyor ve bu örgütün siyasi kolu HDP’nin kapatılmasını istiyor. Bu eylemler Türkiye’de yeni bir sürecin de başlangıcı oldu. Bölünmenin değil birleşmenin çimentosunu sağlamlaştırdı.
Diyarbakır Anneleri
NATO SÜRECİYLE ARTAN SALDIRILAR
Siyasi cinayetler Türkiye tarihinde daha çok NATO süreciyle yoğunlaştı ve darbelere gerekçe oldu. En önemlisi de hükümetleri zayıflatarak yıkılmalarını sağladı. Çünkü halkın güvenliğini sağlayamayan hükümetler çok çabuk yıprandı ve gözden düştü. İlk seçimde de iktidarı kaybetti.
Terör, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD için bir yöntem/araç oldu. CIA’nin kurduğu ya da içine sızdığı terör örgütleri üzerinden hedef ülkelerde eylemler yapıldı ve ülkeler istikrarsızlığa sürüklendi. Yoğun terörden sonra da askeri darbeler gerçekleştirildi. Darbelerle kurulan yeni düzen de ABD çıkarlarına hizmet etti. ABD’nin o ülke üzerindeki hegemonyasını artırdı. Bazı ülkeler bütünlüğünü kaybetti: Yugoslavya, Sudan… Afganistan, Irak ve Suriye gibi ülkeler ise uzun yıllardır süren istikrarsızlığa sürüklendi. Dünya çapında büyük sıkıntı yaratan göç dalgalarını başlattı.
Bugüne kadar yaşadığımız sürecin bize öğrettiği; Güney Amerika ve bizim gibi ülkelerde meydana gelen terör olayları ile askeri darbeler arasında çok açık bağ olduğu... Terör örgütleriyle hedef ülkede ses getiren eylemler yapılıyor, kitleler güvensizliğe ve korkuya sürükleniyor, “seçilmiş hedef” denilen kişiler suikastlarla katlediliyor ve ardından da askeri darbeler düzenleniyor. Bu döngü Güney Amerika ve Türkiye’de çok yaşandı. 12 Mart 1971 müdahalesi, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve en son 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimiyle bu uygulandı ya da uygulanmaya çalışıldı. 12 Mart müdahalesiyle yükselen devrimci millici gençlik akımı kırıldı; bastırıldı. Güçlü halk desteğiyle iktidara gelen iktidarlara yaptırılamayan işler, darbe yönetimiyle yaptırıldı.
Örneğin, 12 Mart müdahalesinden önce Afyon ve çevre illerde uygulatılamayan haşhaş ekim yasağı, darbe sonrası kurulan Nihat Erim hükümetine 1972 yılında uygulattırıldı. Başbakan Erim, ABD gezisinden sonra bunu yasallaştırdı. Burada haşhaş ekim yasağı baskısı aslında Türkiye’nin direncine ve bağımsızlığına bir müdahaleydi. “Haşhaş ekim yasağı” aslında bir bahaneydi. Amaç Türk siyasi silsilesine müdahale etmek ve taviz kopararak kendine bağımlı bir siyasi mekanizma yaratmaktı. Çünkü taviz tavizi getirecekti… Direnenler ise Gladyo sopasıyla tasfiye edildi.
Nihat Erim
BÜYÜK KIRILMA YARATILDI
Bu kırılma 12 Eylül sonrası daha net yaşandı. Kamu ağırlıklı bir ekonomiye sahip olan Türkiye, 12 Eylül sonrası kurulan Özal ve Çiller Hükümetleriyle daha liberal ve dünya tekelci sermayesine açık hale getirildi. Üretmeden tüketen toplum yaratıldı. Aşırı borç sarmalına dolandı… İç kaynaklarıyla ayakta duran değil, dışa bağımlılık yaratan borç parayla bütçesini ve yatırımlarını yapar hale gelen bir ülke ortaya çıktı. Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının uzun yıllar titizlikle uyguladıkları “güçlü TL, denk bütçe” uygulaması rafa kaldırıldı. Emperyalist ülkelere göre, ekonomisi ele geçirilen ülkeleri yönetmek daha kolay! Yapılmak istenen tam da buydu. Bir yandan dolar bir yandan da terör sopası… Türkiye bu süreci çok acı olaylarla yaşadı. Bu model daha kötü yöntemlerle ve sonuçlarıyla Güney Amerika ülkelerinde de yaşandı.
Peki, bütün bu olanlar neye uygun? Neye dayanıyor? Şunu açıkça söyleyelim ki ABD Ulusal Siyaset Belgesine uygun! Orada öyle söyleniyor. Yani ABD çıkarlarına karşı duran ülkeler ve liderler onlara göre “tehdit!” Soğuk Savaş yıllarında bu “Komünizmle mücadele” adı altında yürütüldü. 1990 yılından itibaren çöken Sovyetler Birliği sisteminden sonra ise yerini “terörle mücadele” ve “demokrasi” söylemleri aldı. Yine bu siyaseti sürdürmek için Batı Asya’ya yerleşmek gerekiyordu. Çünkü enerji ve zenginlik kaynakları buradaydı! 1991’de Irak’a Çekiç Güç ile müdahale edildi. Boşluk alanları yaratıldı. Oraya Lübnan’da bulunan PKK getirildi. Türkiye’nin bölünme süreci hızlandırıldı (tabi başarılamadı. Türkiye beklemedikleri şekilde direndi). 2003 yılında açık işgalle yeni bir boyuta taşındı. Irak fiilen üçe bölündü. Anayasayla bu bölünme güvence altına alındı. Bu yetmedi Libya ve Suriye tertipleri sahneye konuldu. Bundan önce Yugoslavya’nın kanlı bir terör sürecinden sonra 1992-2000 arasında dağıtıldığını gördük. Bütün bunlara “Globalizm” ve “Yeni Dünya Düzeni” denildi. Bunun sopası da NATO oldu. NATO’ya ABD tarafından “terörle mücadele” rolü verildi. O günlerde terör büyük boyutlu değildi. Ama zaman içinde o “gerekçe” de sahneye çıktı. PKK, El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi örgütler buna hizmet etti. Bu örgütler nedense ABD’yi değil, hedef ülkeleri ve yöneticilerine yönelik eylemler yaptı. Ardından da ABD o ülkelere girdi/müdahale etti. Bu döngü yıllarca sürdü gitti. En son “terör” bahanesiyle 2001 yılında girdikleri Afganistan’dan yenilerek çıkmak zorunda kaldılar.
ABD’nin kirli eli Gladyo, bütün bu organizasyonları yapan örgüt! Cinayetler işliyor, tertipler düzenliyor, suikastlar yapıyor, psikolojik savaş yapıyor ve en sonunda daha büyük boyutlu bir eylem olan darbe tezgâhlıyor. İmkânı varsa bunu askerlerle yoksa sivil örgütler üzerinden sokak gösterileriyle yapıyor.
TÜRKİYE GLADYO LABORATUVARI
Gladyo’yu en iyi tanıyan ülke kuşkusuz Türkiye. Türkiye halkı canıyla kanıyla bu örgütün eylemlerine maruz kaldı. Sadece 12 Eylül öncesi çıkarılan ve kışkırtılan “Sol-sağ” kavgasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı kayıtlarına göre 5 bin 263 vatandaşımız hayatını kaybetti. Bütün bunlar 12 Eylül darbesini haklı göstermek için yapıldı. Kamuoyu oluşturuldu ve dönüşüm sağlandı. 12 Eylül için eski Başbakanlardan Süleyman Demirel’in güzel bir sözü vardır: “Ne oldu da 12 Eylül’den önce akan kan, 12 Eylül’den sonra bıçak gibi kesildi!” 12 Eylül öncesinin Başbakanı Demirel bir de eklemişti: “Askerin her istediğini yapmıştık. Sıkıyönetim dediler sıkıyönetim uyguladık.” İşte Demirel’in anlatmak istediği bu merkezdi. Yani Gladyo! CHP eski Genel Başkanı Bülent Ecevit de bu yapılanmanın ismini vermişti: “Kontrgerilla!” Kontrgerilla bu yapılanmaya o dönem verilen isimdi. İtalya’da 1990’larda kısmen açığa çıkan bu örgütün ismi orada “Gladyo” olarak anılıyordu. Biz de bu isimle anmaya devam edeceğiz. Bu örgütün üzerine en kararlı bir şekilde giden ve örgütü açığa çıkaran Aydınlıkçılardı. Aydınlıkçılar 1978’den itibaren bu merkezi kamuoyuna anlattı ve üzerine giderek teşhir etti. Aydınlık’ın “Kontrgerilla” yayınları kamuoyunda büyük ses getirdi.
GLADYO UZMANI FERİT İLSEVER: ‘SİYASİ CİNAYET SÖYLEMİ ABD PATENTLİDİR’
Aydınlık gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni ve Vatan Partisi MKK üyesi Ferit İlsever, uzun yıllar Gladyo üzerine çalışan bir Aydınlıkçı. Gladyo’nun Türkiye’de yaptıklarının “ciğerini” biliyor! İlsever Kılıçdaroğlu’nun “siyasi cinayetler” söylemini ve Gladyo bağlantısını Aydınlık’a değerlendirdi:
“Bu ABD emperyalizminin dünyaya hâkim olmak ve iktidarını sürdürmek için 70 yıldır yaptığı bir uygulamadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin dünyaya hâkim olma iddiasıyla beraber Gladyo merkezinin teorik hazırlığını yaptığını, buna niçin ihtiyaç duyduklarını kendi uzmanlarının ağzından öğrendik. Örneğin Gladyo’nun önemli uzmanlarından David Galula, 60 yıl önce, ‘Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri’ diye kitap yazdı. Bu stratejiyi ilk kez şöyle anlattı: “Bir ülkede tek bir dava vardır, eğer bu dava asi tarafından benimsenmişse ideolojik kuvvet, asi lehine olacaktır.”
“Dava” dediği, ABD’nin hâkim olmak istediği ülkelerde, halkı antiemperyalist mücadeleden soğutma davasıdır. Bunun ilk uygulamalarını Vietnam Savaşı’nda yaptılar.
Ferit İlsever
Aynı stratejiyi Franklin Lindsay, ‘Gayri Nizami Harp’ kitabında şöyle ifade ediyor: “Daha çok saldırgan olan taraf, halka hâkim olacaktır. Yani Kontrgerilla’ya göre haklı veya haksız olmak boş şeylerdir, sorunu şiddet çözer.”
Şöyle devam ediyor: “İsyanın nedeni başlangıçta önemlidir fakat daha sonra önemini kaybetmeye başlar, çatışmaların kendisi dava halini alır, halkı kazanan tarafı tutmaya zorlar. Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan taraf, halk tarafından ne kadar sevilmezse sevilmesin, kendisi kudretliyse, halk içindeki taraftarlarına güvenirse iktidarını koruyabilir.”
Kontregilla uzmanlarına göre, sulh ve sükûnun ana dava haline getirilip, Kontrgerilla’nın terörü karşısında kitleler, haklı davalarından vazgeçecekler; sadece sulh ve sükûnun sağlanmasını isteyecekler. Bu arada insanlar ölecek, bombalar patlayacak, can güvenliği kalmayacak.”
YALANLARLA HEDEF ALDILAR
İlsever, tarih boyunca yalanlarla, Türkiye’nin milli birikiminin hedef alındığına dikkat çekerek şunları söyler:
“Vietnam’da, Afganistan’da ve bölgemizde Suriye ve Türkiye’de bu stratejiyi sürdürdü. Sağ-sol çatışması dedikleri çatışmalar yaratıldı, can güvenliği kalmadı, bombalar patladı, suikastlar yapıldı. 12 Mart ve 12 Eylül’de halk ‘yeter artık, sulh ve sükûn sağlansın’ dedi. Arkasından ABD darbeleri yaşandı. BOP Eş Başkanlığı dönemini Kontrgerilla’nın has adamlarından Mehmet Eymür, kendi ifadeleriyle anlattı. Eymür Tuncay Güney’i kullanarak, sözüm ona Ergenekon adı altında yalan belgeler hazırlandı, 2006’dan başlayarak Fetullahçı Gladyo’nun elemanlarıyla milliyetçi güçlere, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin subaylarına ve Vatan Partisi’ne (İşçi Partisi) karşı Ergenekon ve Balyoz operasyonları düzenlendi. ‘Ergenekon darbe yapacak’ yalanını öne sürdüler. Sözüm ona o darbeyi önlemek için operasyonlar yapıldı.
Son örneği de 15 Temmuz 2016’da yaşadık. Bu darbe daha yapıladan aylar önce Gladyo’nun has elemanlarından Michael Rubin, “Yakında Vatan Partisi darbe yapacak ve Tayyip Erdoğan’ı öldürecek” dedi. 15 Temmuz’un hazırlığını bu yalanlarla yaptılar. Maalesef bu isimlerin o dönem psikolojik savaşta oynadıkları rolü bugün Kılıçdaroğlu oynuyor.”
YARIN: Gladyo’nun kanlı eylemleri