Göçmenlik dünyamızın en büyük sorunu! İnsanların gidecek yeri yok!

‘İnsanlık 21. yüzyılda hiç olmadığı kadar aidiyet duygusundan uzaklaşıp kendine yurt aramak zorunda kaldı. Hem de en kötü koşullarda. Canı pahasına.’

(Meliha Akay - Rozerin Doğan)

Özellikle Ortadoğu’da süren savaşlar nedeniyle göçmenlik, dünyanın önemli bir sorunu haline geldi. Yaşanan dramatik sahneleri her gün haberlerde görmek mümkün. Sığınacak yer bulmak amacıyla yola çıkanların, kıyıya vurmuş cesetlerine, alabora olmuş teknelerden denize dökülen insan görüntülerine içimiz burkularak tanık oluyoruz. Bu kadar önemli bir konunun edebiyatta yer bulması kaçınılmaz. Meliha Akay, romanlarında göçmenlik konusunu işleyen yazarlarımızdan. Akay’la bu önemli konuyu işleyen, Yeryüzü Göçerleri ve Doğu İstanbul’un Batısı kitaplarını konuştuk.

  • Sizinle röportaj için hazırlandığımda ilk aklıma gelen soru, göçmenlik ve göçebelik oldu! Bu konuya epeyce alan açtığınızı ve dijital mecrada da kafa yorduğunuzu biliyorum. Siz ne dersiniz?

Teşekkür ederim, röportaj konusunda üretken iki kadını yan yana koyunca sorular yağmur olur yağar! Özellikle sizin yıllar yılı bütün edebiyatçılarla yaptığınız röportajları her zaman gıptayla okumuşumdur. Ne güzel ki şimdi yaptığınız yeni söyleşilerden oluşan kitabınız çıkıyor. Soruya gelince, göçmenlik dünyanın kanayan yarası bana göre. Derinlemesine bakıldığında insanlık tarihi katmanlarında gezinmiş gibi oluyorsunuz. Dünya öylesine devingen, sömürü düzeni, çarkı öylesine acımasızca dönüyor ki; insanlık 21. yüzyılda hiç olamadığı kadar aidiyet duygusundan uzaklaşıp kendine yurt aramak zorunda kaldı. Hem de en kötü koşullarda. Canı pahasına. Acımasızlık, gaddarlık hiç bu denli kural tanımaz, hoyrat olmamıştı.

20. yüzyıl için diyorduk ki; acı, baskı, tahakküm, sömürü yüzyılı… Yaşadığımız yüzyıl eski yüzyılların fersah fersah önüne geçti. Ortadoğu’da yaşananlar, tarifi olmayan zulüm ve kıyım buna en güzel örnek. İşgalci bir devlet katliam yapıyor, dünya seyrediyor!

SÜRGÜN EDEBİYATI

Dünya siyasetine ve ekonomisine yön verenler doymak bilmez hırsları ve parayı tanrı yaptıkları için, her geçen gün para uğruna şeytanlaştıkları için, insanlığı adeta gettolar için hapsettiler! Görüyoruz ki; dünya halkları bu gettoların içinde yaşamakla sınırlarını yıkıp geçmek arasında bir ölüm kalım savaşı veriyor! Sürgün hayatının bütün acımasızlığını iliklerine kadar yaşayarak. Sürgünü yaşamak her insan için korkunçtur! Sürgün edebiyatı diye bir kavram yer etmişti biliyorsunuz. James Joyce bunun en güzel örneğidir.

  • Sürgün demişken; sizin iki romanınızda da sözünü ettiğiniz göçmenlik ve göçebelik bu sürgün tanımını kapsıyor mu?

Kodaman devletler başka bir deyimle yeni sömürgeciler, dünyayı yeniden şekillendiriyoruz derken sanırım insanlık yok oluş öncesi travmatik bir çırpınış yaşıyor. Yani toplu bir sürgün yaşatılmasından korkuyorum. Yaşadığımız çağ tam da distopik bir dünya örneği. Distopik romanlara hiç gerek kalmadı! Oysa düne kadar göç; gerçekte ve mecaz anlamda modernizm temellerinin altını oyan ve de sorgulayan bir kavramdı. Ben de bu süreçte kalemi elime aldım. Göç ve göçebeliğin bütün katmanlarını, hatta kendine yabancılaşmaya, kendi içinde kendini sürgün etmeye kadar götürdüm konuyu. Çünkü bu konu tam da göçebeliğin beraberinde sürüdüğü gizil bir tehlike! İster gönüllü sürgün olsun ister zorunlu sürgün… 20. yüzyıl için diyorduk ki; acı, baskı, tahakküm, sömürü yüzyılı…

ORTADOĞU’DA YAŞANANLAR TARİFİ OLMAYAN ZULÜM

  • Peki bugün yaşananlar için ne dersiniz?

Yaşadığımız yüzyıl eski yüzyılların fersah fersah önüne geçti. Ortadoğu’da yaşananlar, tarifi olmayan zulüm ve kıyım buna en güzel örnek. İşgalci bir devlet katliam yapıyor, dünya seyrediyor! İnsanların gidecek yeri yok! Yok! Bu mu? Taş devrinden bu yana geldiğimiz nokta bu mu? Eğer öyle ise, Göbeklitepe ve benzeri yerlerdeki medeniyetleri kim ya da kimler kurdu? O dönemlerde de göçler vardı, hep oldu ama hiçbir zaman bu kadar kanlı, ölümcül olduğunu sanmıyorum. Dünya Savaşlarında bile sadece kıtaların kendi coğrafyasında yaşanmıştı.

  • Peki; ülkelerin kendi içine ve sınırları dışındaki göçler için, hayallerinin peşinde olmak söyle dursun, sadece hayatta kalabilmek için yeni yurtlar arayanlar? Bir örnek; Yeryüzü Göçebeleri eserinizde Alemdağ önemli bir yer tutuyor. Göç örneği olarak Alemdağ insanına ve bu coğrafyaya dair neler söylersiniz? Bu bölge eseriniz için nasıl bir kaynak oldu?

Ortadoğu’dan bizim ellere bakacak olursak; paralı askerler dışında insanlar oradan oraya savruluyor adeta. Ülkemizde pek çok ülkeden gelen göçmenler var. Ülkemize dönersek; Doğu İstanbul’un Batısı ve Yeryüzü Göçebeleri’nde işlediğim bölge Anadolu yakası! Çamlıca’dan Alemdağ’ın orman bölgesine kadar uzanan hatta hem Anatolu şehirlerinden hem de ülke dışından gelen göçmenler var. Şehir hayatına entegre olmaya çabalıyorlar. Ve de bana göre, bu hat, İstanbul ve Anadolu arasında tampon bölge!

Gezin, dolaşın, taşra kasabalarından ne farkı var göreceksiniz. Alemdağ ve çevresindeki mahalleler çok değil daha yirmi yıl kadar önce sadece piknik yapılan bir sayfiye alanıydı! Kentin aldığı aşırı göç, kentsel dönüşüm, Avrupa yakasında yer alan iş yerlerinin Anadolu yakasına hızla taşınmış olması çehresini bir anda değiştirdi. Ama benim tanışmam ev değiştirmek istediğim bir döneme rastladı. Uzaktan Alemdağ’ın ormanlık tepelerini görüyordum. Sonra, pazar yerleri de dahil, sosyal yapıyı, kültürel ve ekonomik yapıyı, insanı gözlemlemek için aralarında dolaştım uzun süre. Kimliğimi gizleyerek ama…Sonra edebiyatta bu bölge ile ilgili kitapları araştırdım. Üzülerek gördüm ki, edebiyatta pek fazla bir kaynak yok.

Göç ve göçler konusunda, hatta sürgün konusu ile birlikte diyeyim, bugüne kadar gerçekleştirdiğiniz araştırmalarda en çok ne dikkatinizi çekti?

Her araştırma, her kaynak, arkeolojik kazı gibidir. Kazdıkça, derine indikçe, katmanları aştıkça daha derine inmek, görmek istersiniz. Müthiş bir deneyim. Doğanın döngüsel bir gerçeği var bu yine ağaçlar üzerinden açıklayabilirim. Her ağaç her mevsimsel döngüyle beraber kökleri toprağın derinlerine uzanırken gövdesiyle, dallarıyla uzamdaki yerini alır. İster kozalak olsun ister meyve olsun, insana verebileceği her ne var ise olabildiğince sunar. Bağ bozumu sonunda sadece gövde olarak kalır. O kalın kabuğunun altına bakıldığında gövdedeki enine halkaların büyüdüğü, bir yenisinin eklendiği görülür. Bu döngüsel değişimin en güzel örneğidir. Bunu göz önüne alınca benim de uzun soluklu bir yolculuk yaptığımı meyvemi verdikten sonra da yine kendime ama ağacın halkaları gibi yenilenmiş olarak döndüğümü söylemeliyim.

YERYÜZÜ GÖÇEBELERİ’

  • Yeryüzü Göçebeleri kitabınıza dönersek, kitapta okuru nasıl bir yolculuğa çıkarıyorsunuz?

İspanya’dan Orta Asya’ya, kendi ülkemizin doğusundan batısına bir yolculuk…Romandaki her kokuyla birlikte duygusal belleklerinin kapısı aralanacak ve unutulmuşluğun sisleri arasında kalan anıları yeniden hatırlanacak. Kahramanların yolculukları ile kendi hikayelerinin içinde kalakalmış kördüğümleri çözecekler ve belki de kendileri birer kahramana dönüşecek! Görsel bir şölen onları bekliyor. Çünkü, roman önce resim olarak belirir zihnimde. Tablolarla donatılır belleğim. Sonra da ben o resimleri sözcüklerle edebiyata dönüştürürüm. Ayrıca yine karakterlerle birlikte trajik gerginliklerin, çatışmaların, uyumsuzlukların içinde bitap düştükleri bir anda; sıradan sandığımız şeylerin şiirsel büyüleyiciliğine kapılıp kendine özgü müziğini duyacaklar. Bazen hüzünlenip öfkelenecekler, bazen tebessüm edecekler. Yani kendileriyle özdeşleşen kişilere daha yakın olacak ve belki de aynaya bakmış gibi olacaklar.

MODERN DÜNYA ÇARESİZLİK İÇİNDE

  • Günümüz teknolojisi ve sosyal medya bir yazar olarak sizi nasıl etkiledi?

Keşke insanlık bütün bu gelişmeleri insana layık bir yaşam için, dünya için kullanabilseydi…Teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Hem de korkuturcasına. Bazı düşünürlerin dediği gibi umarım dünyayı uçuruma yuvarlamaz! Modern dünya çaresizlik içinde saçmalığa gömülmüş gibi görünse de insan asla umut kesilecek bir varlık olmamalı. Bütün çabam bu yönde. Toplumca çok farklı bir yerden teker yuvar bambaşka bir topluma dönüştük. Hepimiz için geçerli bu. Kaldı ki yalnız biz değil, dünyanın öteki toplumları da hayli tuhaf, farklı sürüklenme içinde. Ne var ki bizi başkalarının değil kendi yabancılaşmamız ilgilendiriyor beni Yeryüzü Göçebeleri’nde derinlemesine işledim bu konuyu. Bir yandan büyük bir hızla yaşanan değişim, bu yaşanırken ayak uyduramama, çatışma, sonra derinleşen, sınıfsal, ırksal, kültürel, dilsel, dinsel, cinsel, ekonomik, hukuksal vb. uçurum toplumda gerginliği, gerilimi artırıyor, Evet; umudumuzu, ümidimizi yitirmiş olabiliriz, ama teknolojiyi eşittir sosyal medyayı insanın yararına olacak biçimde kullanabilirsek yitirdiğimiz her ne varsa yeniden bulacağımıza inanıyorum. Yeter ki umut kötürümleşmesin!

Sonraki Haber