Gönül gözüyle çekilen fotoğraflar

Bizim Kemaliye’nin bir Fotoğraf Ekolü vardır. Sıtkı Fırat, Yusuf Ziya Ademhan, Lütfi Özgünaydın, Abdullah Ataman, Şevket Gültekin, Tahir Sehlikoğlu, Abdullah Alptekin, Kamil Özgünaydın, Ayfer Zencirkaya, Prof. Dr. Doğan Perinçek, o ekolün ilk akla gelen isimleri.

Belki çetin coğrafyası, belki Prof. Dr. Ali Demirsoy yerdeşimizin Doğa Müzesine dağlardan bayırlardan topladığı binbir renkli çiçekleri ve kelebekleri, belki olağanüstü tarihsel mimarlığı, Kemaliye aydınını fotoğraf sanatçısı olmaya mecbur
etmiştir. Güzelsanat ustalığı, Kemaliyelinin genlerinde var


GÜZELLİK AŞKINA GİDEN YOL


Kadı Gölü’ne yolunuz düşerse, Kemaliyeli’nin gözü gibi koruduğu, yeniden inşa ettiği o evlerin arasından yürüyeceksiniz. O yol sizi, Lüfi Özgünaydın’ın tanıklığıyla, kadir kıymet bilmeye, ataların emeğine saygıya ve güzellik aşkına götürür.
KEMALİYELİ KAYALARDA YAŞAR KAYALAR İÇİN ŞEHİT OLUR
Kemaliye’de toprak yoktur. Vardır ama kayalardan üretilmiştir. Dedelerimiz nenelerimiz kayaları yüzyıllar boyu elleriyle ufalayarak toprak yapmış, o toprağı elleriyle ördükleri taş duvarlara elleriyle sermişlerdir. Tarihe sorarsanız, Kemaliye’nin dut ve ceviz ağaçlarının kökleri toprakta değil, kayalardadır. Lütfi Özgünaydın, Kemaliyelinin kayaların içindeki yaşam sevdasının resmini çekmiştir.
Herkes vatan toprağı için şehit olur. Eğinliler, vatanın kayaları için şehit olmuşlardır. İlginçtir, kayalar için canını verenler, toprak için verenlerden daha çoktur.
KEMALİYE GELİNİNİN YASASI


Kemaliye gelini olmak, Kemaliyeli olmaktan zordur.
Kırk dağı aşarak, Kırk kayanın deliğinden geçerek, Kırkgöz’ün buzlu suyuna girerek, Kırk iklimin ötesindeki yoksula sıcak ekmek götürerek, Kırk çiçekten Kırk rengin nakışını işleyerek, kaynananın Kırk bedduasına katlanarak Kemaliye gelini olabilirsiniz.
O BİR EFSANE


Fotoğraf sanatının şehidi olur mu, Kemaliye’nin o zorlu coğrafyasında o da vardır. Yusuf Ziya Ademhan’ı dağlarda yitirdik. Lütfi Özgünaydın dostumuzun dediği gibi, “O bir efsane.”
Ademhan, Akis dergisi Yazı İşleri Müdürü olduğu için 1960 öncesinde hapislere atılmış, 1960 Devrimiyle çıkmış. Dağların doruklarından çekeceğim, ağaçların tepesinden çekeceğim, kayalara tırmanırken çekeceğim, Fırat’ın coşkun dalgalarının içinden çekeceğim, şafakta çekeceğim, zifiri karanlıkta çekeceğim derken “Munzurlar aldı O’nu.” Son fotoğrafını kimse bilmiyor, çünkü bulunamadı. Aşığı olduğu o coğrafyaya karıştı. Kemaliye’nin fotoğrafı uğruna şehit oldu. İşte böyle bir Fotoğraf Ekolünden söz ediyoruz.
LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN’IN GÖNÜL GÖZÜNDE SİZ DE VARSINIZ
Lütfi Özgünaydın yerdeşimiz de eserleriyle bir efsane kahramanıdır. Toybelen köyümüzdendir. Öğretmendir, gazetecidir, yazardır ve ille de fotoğrafçıdır. Deklanşöre parmağıyla değil, gönül gözüyle bilinç gözüyle basar. Işık ile karanlık arasındaki çelişkiyi yakalar. Fotoğraflarını ve Kemaliye üzerine denemelerini Bir Zamanlar başlığı altında topladı ve yayımladı. Orada Kemaliye var, Kemaliyeliler var, siz de varsınız, komşunuz var, kaynınız kaynananız var, herkes var. Hepimiz varız.
DAĞLARI YARAN KEMALİYELİ


Eğinli’nin yüzlerce yıllık sevdası, kayaları yarmak, İstanbul’daki sevgilinin yolunu âsan eylemektir. Manilerle, türkülerle, alâgözlülerle çağırır sevdalısını. Dağları yarıp gelen postayı bekler, yar kokusu gelir umuduyla:
Hasbahçede kırmızı gül destesi
Ben olmuşum nazlı yârin hastası
İnem bakam yar kokusu gelir mi
Şimdi gelir İstanbul’un postası
TÜRKÜ SÖYLEYEN HALAY ÇEKEN KEMALİYELİ


Kemaliyeli doğayla savaşır. Düz yolda yürümeyi bilmez dağlara tırmanmayı bilir. Hasret çeker. Savaşa gider, savaştan dönmez, şehit defterine yazılır. Analar çocuklarını emzirirken kayalar uğruna can vermeyi öğretir.
İşte Kemaliyeli bu zorlu yaşam ortamında, şen yaşamıştır. Hikâyelerle nüktelerle güler ve güldürür, eğlenir, coşar. Kayalara gülerek eğlenerek tutunur.
Kemaliyeli, Hudo Bekir misâli kavaktan kavağa yaylanıp geçerken bile türkü söyler. Vadilerden vadilere alâgözlü söyleyerek haberleşir. Kınalar türküyle yakılır, gelinler türküyle ata biner, damat tıraşı dahi türküyledir. Kemaliyelinin sesi gürdür, hasretlisine ulaşmak için İstanbul’a kadar yetişir. Fırat’ın coşkun suları üzerinde keleklerde bile Of Nanayı oynar, bağda bahçede, damda ve sekide halay çeker. Şair olmayan, türkü yakmayan, dilinde mâni olmayan Kemaliyeli yoktur. İki Kemaliyeli bir araya gelse, orada en az iki klarnet iki davul vardır. Şevket Gültekin kardeşimiz örgütler sazı ve sözü.
EFSANE KÜLTÜRÜN FOTOĞRAFLARI


Lütfi Özgünaydın, doğanın ve kültürün içindeki insanı resmedip armağan ediyor gelecek kuşaklara. Kültürün dışında insan olur mu, olmaz elbette. İşte bu gerçeği görüyoruz Özgünaydın’ın fotoğraflarında. İnsan emeğinin ürünü olan her şey kültürdür. Doğanın içinde sincabın, kurdun kuşun, ceylanın ayının, börtünün böceğin fotoğrafını da çekebilirsiniz, ama doğanın içine insan girdiği zaman, işte orda Özgünaydın’la selamlaşacaksınız. Şükranlarınızı sunacaksınız sanatçımıza. Bir efsane kültürü, o kültürü yaratan insanlarıyla birlikte tarihin kayıtlarına işlediği için.
EFSANE MİMARLIK


Kemaliye mimarlığı olağanüstüdür. Taş ile ahşap sevişir evlerin dışında ve içinde. Köylerimizde dört katlı, beş katlı evlerimiz vardır, karşılarına geçip saatlerce seyretmek istersiniz. Kozlupınar, Yeşilyurt, Ergü, Apçağa, Salihli, Sırakonak ve diğer köylerimizde 40 pencere sayarsınız bir konakta. Sokaklarımız vardır taşlarla döşeli. Dedelerimiz şahittir, taşlar yüzyıldır yerinde durur. Ve o taşlar, insanları birbirine götürür.
KONUŞAN KAPI TOKMAKLARI


Kapıların tokmakları, pencerelerin kepenkleri, sofalar, yüklükler, raflardaki işlemeler, bir başka âlemdir ve Lütfi Özgünaydın işte bu büyük tarihî mirasın tutanağını tutmuştur.
Kapıların tokmakları seslenir Kemaliye evlerinde. Kalın sesli tokmağı erkekler çalar. Kadın ise ince sesli tokmağa dokunacaktır.
KÜLTÜRÜNÜ GÖZÜ GİBİ KORUYAN KEMALİYELİ


Kemaliyeli gurbetçidir yüzyıllardan beri. İstanbul’u mesken tutmuş, orada güzelleri görmüş ama yurdunu ocağını unutmamıştır. Baba ocağı kutsaldır. Evi yıkıp betonu oturtmaz o eşsiz doğanın içine. Şimdi her Kemaliyeli aile, her köyümüzde, evini tarihsel dokuya uygun olarak restore ettirmektedir. Beton dökene, Kemaliyeli diye bakılmaz, olsa olsa başka diyarlardan gelmiştir, garipgildendir.
KEMALİYELİNİN EKMEĞİNDEKİ ATATÜRK


Prof. Dr. Ali Demirsoy hocamız ve rahmetli Hacı Ali Ataman. Kemaliyeli, hocasıyla hacısıyla, helvasıyla ekmeğiyle, hayatın her alanında Atatürk’ün izinde.
İstiklal Savaşımızda düşman Ankara’ya gelip dayanınca, Eğinliler Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çeker: “Dayanın 500 atlıyla geliyoruz.”
30 Ağustos zaferinden sonra 21 Ekim 1922 günü, Mustafa Kemal Paşa’nın imzaladığı İcra Vekilleri Heyeti kararıyla Eğin’e, Atatürk’ün adı verilir. Kayaların üzerinde yaşayan Kemaliyeli, o tarihten beri omuzlarında dağlardan daha ağır bir sorumluluk taşımaktadır. Atatürk, artık yalnız Kemaliye’nin adında değil, aşında ve ekmeğindedir. Efsane fotoğraf sanatçıları beldesi Kemaliye’nin suretini torunlarımıza ve torunlarımızın torunlarına armağan eden Lütfi Özgünaydın dostumuza sonsuz teşekkürler. Elleri dert görmesin, gözleri her zaman ışısın, gönlü her daim yücelerde olsun!

Sonraki Haber