Görünmeyenin keşfi: Rüya Mağaraları

Uzun yıllardır rüya üzerine araştırmalar yapan Serine Haratoka’nın Rüya Mağaraları sergisi bugün sanatseverlerle buluşuyor. Serginin ortaya çıkış sürecini küratör Denizhan Özer’le konuştuk

Uzun yıllardır rüya üzerine araştırmalar yapan Serine Haratoka’nın “Rüya Mağaraları” sergisi 24 Aralık’ta sanatseverlerle buluşuyor. Tokatlıyan Han’ın beşinci katında yer alacak sergi, rüya, mağara ve renk metaforları çerçevesinde oluşuyor. Haratoka’nın sergisinin küratörlüğünü ise Denizhan Özer üstlendi.

Sergi 24 Ocak 2025 tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

Serina Haratoka'nın “Rüya Mağaraları” sergisi üzerine sergi küratörü Denizhan Özer ile konuştuk.

- Rüya Mağaraları sergisinden biraz bize bahseder misiniz? Sergi nasıl ortaya çıktı?

Rüya Mağaraları sanatçı arkadaşım Serina Haratoka'nın projesiydi. Serina neredeyse 10 yıldır bu konu üzerine düşünen iş üreten bir sanatçı. Bundan 4 yıl önce bir başka iş için atölyesine gittiğimde bana bu projeden bahsetti. Açıkçası benim de ilgimi çekti ve projeye başladık.

Projeye başladık derken düşünsel anlamda serginin mesajının ne olacağı, teknik olarak neler yapılabileceğini ve nasıl yapacağımızı konuştuk. Sergi iyice geliştikten sonra mekân arayışına başladık. IBB ile bağlantı kurduk ama oradan istediğimiz cevabı alamadık.

SERGİ TARİHİ TOKATLIYAN HAN’DA

- Nasıl yani, İBB size bu sergi için cevap vermedi mi? Yer önermedi mi?

Çok yoğun oldukları ve bir de buna seçim süreci eklendiği için randevu almak kolay olmadı. Randevuda bize Tünel'deki binayı ve Balat çevresindeki galerilerini önerdiler. Oralar çok az gezildiği ve bizim sergimize uygun olmadığı için önerilerini kabul etmedik. Bina arayışımız devam etti ve son olarak sanatçıya Tokatlıyan Han'ın 5. katını gösterdiğimde çok beğendi.

Bunun üzerine Tokatlıyan Han’ın yönetimiyle ilişkiye geçtik ve sağ olsunlar sergimiz için bize orayı verdiler. Serginin Tokatlıyan Han'da olması çok iyi oldu. Şu anda orada yaklaşık 35 sanatçının büyüklü, küçüklü atölyesi var. O atölyeler orada olduğu ve bina İstiklal Caddesi üzerinde bulunduğu için sanat çevresi tarafından bilinen, çok gezilen bir yer.

Ayrıca eskiden orada Pera Palas gibi bilinen lüks Tokatlıyan Oteli varmış. Sonra orası iş hanı olmuş, şimdi de sanatçıların üretim alanı. Yani yaşanmışlıkların olduğu bir yer olduğu için serginin konseptine de uydu.

Denizhan Özer

BAKIP DA GÖRMEDİĞİMİZ DETAYLARI GÖSTERİYOR

- Serginin ismi “Rüya Mağaraları”. Peki konsepti ne? Ne anlatmak istediniz?

Rüya Mağaraları derinliği olan bir konsept. Sanatçı ilginç ya da gizemli olsun diye bu ismi koymadı. Sergi insanın iç dünyasına hitap eden, düşüncenin gücünü, duyumsal algılamayı harekete geçiren bir sergi ve bu onun içinden gelen yaratma isteğinin bir dışa vurumu.

Hiç kimse gördüğü sanat eserinde onu ortaya çıkartan sanatçıdan daha yakın değildir. Her ne olur olursa olsun yapıt sanatçının kendine göre kurguladığı, içinde kendi duygu ve düşüncelerinin yer aldığı bir olgudur.

Sanatçı bizim gündelik yaşam içinde bakıp da göremediğimiz ya da görmekten kaçındığımız bazı detayları, arka planları gören kişidir. İşte Serina Haratoka'da "Rüya Mağaraları"nda bunu yaptığını görüyoruz.

- Nasıl yaptı? Biraz açar mısınız?

Aslında bunu anlatmak zor. Gelip sergiyi görmek lazım. Ama kısaca anlatırsak koridorlarla birbirine bağlı odalarda enstalasyonlarla ve resimlerle anlatmaya çalıştık. Sergi Rüya Mağaraları olduğu için rüyasal bir alan ve mağaralar yaratmamız gerekiyordu.

Yani sergiye gelen herhangi bir kişi düş dünyasının içine girsin, bilinç altı ile hesaplaşsın, bilinç dışının etkilerini görsün istedik. Bu durum ilk bakışta içinde gezinilen enstalasyonlarda hissedilmese de işin içine girildikçe rüya mağaralarında bulunan bir özellik.

Anlatımda sanatçının birbirine bağlı odalarda (mağaralarda) oluşturduğu yerleştirmenin önemi büyüktür.

Burada tünelleri, mağaraları, rüyasal mekanları, doğumu, özellikle de ayna metaforu üzerinden yansımaları görmek kendi gizlendiğimiz yerde kendimizi görmektir. Aslında tüm yapıtlarda sanatçı bize ayna tutarak içinde bulunduğumuz, gün geçtikçe renksizleşip, aynılaşan kaotik dünyayı bizi Jung'un mağara metaforuna götürerek anlatmaktadır.

İNSANIN GEÇTİĞİ AŞAMALAR DÖRT MAĞARADA

- Jung'un mağara metaforu nedir? Neyi anlatıyor?

Jung'un "mağara" kavramı, onun derin psikoloji anlayışında son derece önemli bir semboldür. İnsan psikolojisini anlamaya yönelik geliştirdiği bireyselleşme süreci ve bilinç dışı kavramları üzerinden mağara metaforunu derin bir biçimde kullanmıştır.

Mağara esas olarak insanların içsel dünyalarının karanlık, bilinç dışı yönlerine işaret eden bir semboldür.

Başka açıdan baktığımızda bu kavram ve gölge arketip bireyselleşme teorisiyle yakından ilişkilidir. Jung, insan psikolojisini yalnızca bilinçli zihinle sınırlı görmemiştir.

Ona göre, insanın içsel yapısı, bilinçli ve bilinç dışı olmak üzere iki ana bölüme ayrılır. Bilinçdışının büyük kısmı, kişinin farkında olmadığı, bastırdığı, inkâr ettiği ya da unuttuğu düşünceler, hisler, anılar ve isteklerle doludur. Bu alan, Jung tarafından gölge olarak tanımlanır. Gölge bireyin kabul etmekte zorlandığı, toplumsal ya da kültürel normlara uymayan yönlerini temsil eder.

İşte bizde sergiye gelen kişiyi karanlık bir odada ya da mağarada kalp atışı sesiyle karşılıyoruz ve karanlıktan aydınlığa doğru giden bir yolculuğa çıkartıyoruz. Bu süreçte 4 tane karanlık ve siyah mağaramız var.

İlk mağara Doğum Mağarası. Kadının gücünü, hayatın inşasındaki yerini anlatıyor. Bu bölümde dev bir örümcek enstalasyonu ve resimler var. İkinci mağara Sevgi Mağarası. Kendini sevmenin hayatta kalmak için en önemli durum olduğunu anlatıyor. Bu bölümde resimler ve kendinizi görebileceğiniz dev bir ayna var.

Üçüncü Mağara, İfade Mağarası. Burada izleyicinin kendini sırlarını düşünmesini, anlatamadığı sırlarını, düşüncelerini sırlar odasına ismini belirtmeden kısaca yazmasını istiyoruz: Son mağaramız ise Teslimiyet Mağarası. Mor bir tül perdeden içeri giren ziyaretçi umuda ya da varoluşa teslim olmanın huzurunu yaşıyor.

Tabi sergi düşler, renkler ve gerçeklerden oluşmuyor. Bu bölümlerden çıktıktan sonra izleyici son derece aydınlık bir ortamda Aşk hikayesi ile karşılaşıyor. Burada da bir yatak enstalasyonu ve resimler var.

En son izleyici sergi bitiminde bir aynaya bakarak gerçek dünyaya çıkıyor. Her ne kadar anlatsam da sergiyi görmenin, içinde olmanın duygusu başka çünkü bunların haricinde sergide ses var, koku var, müzik var. Serginin müziği Ara Dinkjian'a ait.

DOĞA İMGELERİNİ BİR GİZE DÖNÜŞTÜRDÜ

Sanatçının doğa ile iyi bir ilişkisi olduğunu söylesem herhalde yanlış olmaz.

Serina doğayı seven, doğayı okuyabilen, doğayı anlayan hatta eski çağlardaki gibi doğayla iletişim halinde olan bir sanatçı. Onun doğaya olan bağlılığı yaşantısının içindeki doğal bir durumdur.

Dolayısıyla tüm bunlardan yola çıktığımızda karşımızda duran yapıtlar, doğa imgeleri olmaktan çıkmış, içinde anlama dayalı gizler taşıyan, bizi iç dünyamıza döndüren bir yapıya dönüşmüştür.

- Son olarak okurlarımıza ne demek istersiniz?

Sanat yapmak sanatçının hayata soru işareti koyması gibidir. Hiç şüphe yoktur ki her çizilen desen, her boyanan yüzey, her yapılan düzenleme sanatçının paylaşmak istediği bir doğru ya da doğrular bütünüdür. Tabi ki bu sanatçının aklının, duygularının yardımıyla ve el becerileri ile bulduğu arayışlar ya da doğrulardır.

Bu açıdan bakıldığında, Serina Haratoka'nın yarattığı bütüncül enstalasyon, yüzleştiğimiz ve ruhumuzun derinliklerine inen hayat yansımalarının görüngüsü olarak belirtilebilir. Sanatçının sorunu, ruh bilimsel bir sorundur; içindeki her şey gerçeklikle örtüşmesine karşın asıl olarak verilmek istenen ruha dokunmaktır.

Sonraki Haber