‘Güç merkezi değişecek Türk Sanatı yerini bulacak’

Ressam Mustafa Karyağdı ile Galeri/Miz’de açtığı ‘Puslu Zamanlar’ sergisi üzerine konuştuk. Hem sergisini, son resimlerini anlattı Karyağdı hem sanata ve dünyaya bakışını…

Sanatçı Mustafa Karyağdı’nın 20 Ekim’de açtığı “Puslu Zamanlar” sergisi 13 Kasım’a kadar devam edecek. Galeri/Miz’de sanatseverlerle buluşan sergi için Karyağdı ile konuştuk. Aydınlık’ın sorularını yanıtlayan ressam, eserlerinde yaşadığımız çağın, modern insanın hayatlarından kesitler sunuyor.

1961’de Konya’da doğan sanatçı, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nü bitirdi. Karyağdı, on kişisel sergi açtı, dört başarı ve bir mansiyon ödülü aldı. Mustafa Karyağdı, özel ve resmi müzelerde, koleksiyonlarda birçok eserleri bulunan, iki yüzü aşkın karma sergide, fuar ve etkinlikte yer aldı. Karyağdı ile yaptığımız söyleşiyi sunuyoruz:

‘SUSKUNLUĞU, GÖRSEL KONUŞMAYA DÖNÜŞTÜRME DENEMESİ’

Serginize neden “Puslu Zamanlar” ismini verdiniz?

Hızla tükettiğimiz hayat, öngörülemez birçok belirsizlikle dolu. Gerçekleşmesi zor arzular ile gerçeklik arasındaki çelişki de hayatın bir çeşit “pusluluk” hali. Dayatılan “modern yaşam” insanlık için çok şey vadederken, umut ve hayaller manipüle edilerek insanlık için büyük felaketlere ve krizlere yol açtı. Sınırsızca “gelişen toplum” inancı, yaşamakta olduğumuz pandemiyle birlikte tepetaklak oldu, birçok sorunla yüzleşmemize neden oldu. Her şeyden endişe ve kuşku duyar hale geldik, güven duygumuzu yitirdik.

“Modernist Ütopya”nın iflası, sanat ve düşünce dünyasında da bir krize yol açtı. Her şey söylenmiş, düşünce üretilemez, yeni bir şey söylenemez olmuştu. Bizi iletişimsiz kılan bu “konuşamaz” halimiz, bende zorunlu “suskunluğa” itildiğimiz duygusu uyandırıyor. Suskunluk ve bu yenilmişlik duygusu, başkalarının gücünü pekiştireceğinden, pek de tekin sayılmaz.

Bu sergide, hayatın ne çok belirsizliklerle dolu, endişelerimizin ve kaygılarımızın ne kadar yerinde olduğunu göstermek istemekle birlikte,itildiğimizi düşündüğüm bu “zorunlu suskunluk” halini görsel konuşmaya dönüştürebilir miyim, “söylenemez” olan sanatla gösterebilir mi, denemek istedim.

‘FİGÜRLER HİKÂYELERİNİ

YANSITIYOR’

Konularınız bu nedenle mi günlük hayattan kesitler, film karelerinden sahneler ya da insan halleri?

Düşüncelerin aktarılmasından çok hayatın gösterilmesini önemsiyorum.

Modern sinemanın kült filmlerinden, Fransız yönetmen Godard’ın (Yeni Dalga) bizde gösterildiği adıyla Serseri Aşıklar filminde Michelve Patricia, içlerinde yıkım taşıyan iki karakterdir. Arzu ile gerçek arasındaki zıtlık, modern hayatla aralarına mesafe sokmuştur. Eric Rohmer’in Suzanne’s Career filmindeki Guillame karakteri de dost edinememenin, iletişim kuramamanın acısını yaşar. Kazançları da vardır, kayıpları da. Üç karakter de belleğe kazınmış imgeler olarak filmdeki bağlamlarından koparak sergimdeki “Puslu Zamanlar” bağlamına otururlar. Resmimde bu karakterler, “başarı”yla oldukça saplantılı bir ilişkide bulunan“dünya”yı olumsuzlayan meteforlara dönüşürler. Sergideki diğer resimlerde de figürler, hayatın olduğu gibi gösterildiği neredeyse sokakta yakalanmış yarı belgesel görüntüler gibi sergi bağlamı içinde yerlerini alırlar.

“Puslu Zamanlar”ın figürleri tekil imgeler olarak, artlarında taşıdığı hikâyelerin, endişelerinin, taşıdığı kaygıların kaynağını görmemizi sağlar.

‘BİR ESERDE DUYGU

HEYECAN VE HAZ ARARIM’

Gelenekselin dışında pleksiglas, saydam boya gibi çağdaş malzemeler de kullanıyorsunuz. Sergideki eserlerin tekniğiyle ilgili neler söylemek istersiniz?

Ben bir eserde daha çok duygu, heyecan ve bundan alınan hazzı ararım. Sanat, kendisine “katılan” ile ilintilidir. Katılanın önemi “yeni” olmasındandır. Sanat üzerine yapılan tüm tartışmalar “yeni”nin ne olduğu üzerinedir. Ama bunu sanata “katılan” anlamında söylüyorum. “Yeni” elbette tartışmalı bir konudur. Zaten tartışmalı olan bu “yeni”nin ne olduğu çalışmalarımda yakalamak istediğim “ilgi” içinde gerekli bir ögedir. Gördüğümüz renk ve biçimler, resimden uzaklaşıldığında somutlaşır, yaklaşıldığında soyutlaşır. Soyut ve somut bir arada birlikte ilişki içindedir. Resim tuvalin yanlarına taşar, çerçeveyi reddeder.

Ana renklerden oluşan saydam boyalar diğer açık-koyu tonlarıyla birlikte ara renkleri verir. Bazen pleksi gibi saydam yüzeyler boyaların saydamlığının da katkısıyla fiziksel bir espas oluşturur. Resimler de bazen rölyef olur, bazen de heykele dönüşür. Gözün retinasında girişilecek oyunlara açık olmasını istiyorum. Sergideki işlerde malzeme olarak saydam boya ve pleksiglası bu nedenle kullandım.

‘DİLDE DE YENİYİ ARIYORUM’

Bu iki çağdaş malzemeyi bildiğimiz yağlıboya tekniğinizle bir arada kullanma fikri nasıl oluştu?

Tekniğin yanı sıra “dil”de de “yeni”yi aradığım için, sanatta algı, temsil etme, espas gibi ana değişmezler üzerine genelde analitik bir yaklaşım içinde oldum. Espas, hem resmin hem de heykelin ana değişmez ögesidir. Espas, resimde iki boyutlu yüzeyde, heykelde ise fiziksel olarak ele alınır. Ressam olarak iki boyutlu yüzeyde çözümlenmesi amaçlanan espası, pleksi malzemeyle fiziksel gerçekliğe de taşımak istedim. Sonuçta, üç boyutlu resimler fikri böyle ortaya çıktı.

‘TÜRK SANATIİYİ BİR YERDE’

Çağdaş Türk Sanatı ve sanatçısı hakkındaki fikriniz nedir?

Gücü elinde tutan batı eksenli Sanat Merkezi “çevre”ye adeta gözdağı verircesine, Türk Sanatını manipüle ediyor ve Türk sanatçısına “oryantalist” bir gözle bakılmasına neden oluyor, sağlıyor ve bu kanaati pekiştiriyor. Kompleksli bir yaklaşımdır bu ve tuzağa düşülmemelidir. Bugün Türk sanatı dünya ölçeğinde iyi bir yerdedir ve sanatçılarımız dünyadaki sanatçılar kadar da değerlidir. Yakın gelecekte “Güç” değiştiğinde “Merkez”in de değişeceğini ve Türk Sanatının gerçek yerini bulacağını düşünüyorum.

‘ANLATILAMAZ OLANI

GÖSTERENDİR SANAT’

Sizce sanat nedir? Sanatçı kimdir?

Sanatçı, fikirler geliştiren, bunları sorgulayan, sürekli bir zihin jimnastiği içinde olan kişidir. Sanatın nesnesi, düşüncenin görülmesi bakımından önemlidir. Ama gösterilebilecek bir şeyin de olması gereklidir. Sanat “totolojik”tir (eşsöz). Sanat var olan (varlığı inkar edilemeyen) ama tanımlayamadığımız bir ‘bilme’ nesnesidir ve doğası gereği sanatın ne olduğu üzerine düşünmedir. Gerçeği bilmede, dünyayı anlamada sorular geliştirmeyi ve düşünceler oluşturmayı sağlar. Artık söylenebilecek bir şeyin kalmadığı duygusuna kapılınan dünyada, sanat başka hiçbir dilde anlatılamaz olanı, söylenemez olanı gösterendir denilebilir.

Sonraki Haber