Güneşin doğduğu ülke Japonya
Japonya çalışkan insanlar ülkesi, çok saygılılar ve çok temizler. Sokaklar, parklar, havuzlar, akan sular da temiz. Her yer yemyeşil, bakımlı ağaçlarla, çiçeklerle dolu. Kısacası insanı dinlendiren bir doğaya sahipler. Uzun ömürlüler. Yaş ortalaması 88. Japonya ürettiğinden azını tüketiyor
617 yılında Japon imparatoriçesinin hükümet başkanı Prens Shotoku Taishi, Çin imparatoruna bir mektup yazar. Mektubuna “ben bu mektubu güneşin doğduğu ülkenin imparatorundan güneşin battığı ülkenin imparatoruna gönderiyorum. Nasılsın?” der. O günden bu yana da Japonya için hep güneşin doğduğu ülke denir. O dönemde bu ülkenin adı “Yamato” imiş. Yamato, Japonların “barış ve uyum” anlamına geliyor.
Buna karşılık dünya, güneşin doğduğu ülkeyi Çinlilerin onlara verdiği Jih-Pen adıyla tanıyor. Bu adı dünyaya yayan da Marko Polo. Tabii Jih-Pen’i Çinliler gibi söyleyemeyen Avrupalılar Japan yapıvermiş.
Japonlar kendi ülkelerine resmi olarak “Nippon” diyorlar. Pul ve posta damgalarında, banknotlarında “nippon” yazılı. Halkın %70’i ise “nihon” diyor.
JAPONYA İLGİNÇ BİR ÜLKE
Japonya çalışkan insanlar ülkesi, çok saygılılar ve çok temizler. Sokaklar, parklar, havuzlar, akan sular da temiz. Her yer yemyeşil, bakımlı ağaçlarla, çiçeklerle dolu. Kısacası insanı dinlendiren bir doğaya sahipler. Uzun ömürlüler. Yaş ortalaması 88. Japonya ürettiğinden azını tüketiyor, ihracatı ithalatından fazla.
Japonya’da gördüğümüz tüm şehirlerde müthiş bir düzen var. Bu düzeni sağlayan bolca görevlivar. Tren istasyonlarında, havaalanlarında, AVM’lerde, müzelerde. Tokyo kulesine çıkarken asansöre dahi bu görevlilerin direktifleri doğrultusunda binilebiliyor. Hani aradan kuyruğa kaynayayım, çaktırmadan öne ilerleyeyim, tanıdık aradan kaynasın vs yok! Görevliler son derece işlerine bağlı, kibar ama acımasızlar! Herkes de onların otoritesini kabul ediyor. Öyle onların görevini sorgulamak, avaz avaz adamlara bağırmak filan yok. Zaten Japon halkı tam “Yamato” kelimesinin anlamına uygun insanlar. Hiç kavgacı ve gürültücü değiller. Zaten düzen olması herkesin eşit hizmet almasını sağlıyor, kendini açıkgöz zannedenlere yer kalmıyor!
PIRIL PIRIL TUVALETLER
AVM’ler dahil genelde en kirli yerler halka açık tuvaletlerdir. Hep hayret ederim evleri pırıl pırıl olan kadınlar, tuvaletleri nasıl berbat kullanır diye. Japonya’da gördüğüm tuvaletler pırıl pırıldı. Üstelik temizlikçi olmadan. “Bulmak istediğin gibi bırak” prensibi belli ki şahane işliyor. Sosyal refah ülkeleri Avrupa’da dahi görmediğim bir şey daha gördüm tuvaletlerde ve bayıldım! Tuvalet ne kadar küçük olursa olsun, bebeği ile gelen ve bebeğini kimseye bırakamayacak anneleri de düşünmüşler. Tuvalette iki duvarın birleştiği köşeye bebeklerin güvenle oturtulabileceği bir sepet/sandalye monte etmişler, anneler önce bebeklerini oturtuyor oraya. İşi bitince de sandalye katlanıyor tuvalette yer kaplamıyor. Çok akıllıca ve bebekli anneleri kapsayıcı bir yöntem.
GENÇ JAPONLAR
Gördüğümüz kadarıyla genç erkekler ve delikanlılar saçlarını boyamaya bayılıyor. Tırnakları uzun, hatta ojeliler dahi gördük. Gençler farklı giyimleriyle göze çarparken, iş yaşamındakilerin hepsi takım elbiseleri ve kravatlarıyla, rugan ayakkabılarıyla, ellerinde telefonları ve bilgisayarlarıyla neredeyse bir örnekler. İş çıkışı, hızlı yemek, içki ve sohbet ortamı sağlayan mini bar/restoranlar ile dolu sokaklarda toplanıyorlar. İş temposunun çok hızlı ve yüklü olduğunu, bu yüzden insanların “rahatlamak” için bu tür bar/restoranları ziyaret ettiğini duyduk. Çalışan genç kadınlar da döpiyesli ve çok bakımlı. Genç kızlar renkli saçları, renkli giysileri ve çocuksu aksesuarlarıyla caddeleri renklendiriyorlar.
Evlerin küçük ve ihtiyaca yönelik olduğunu duyduk ama görmedik. Küçük evler daha ekonomikmiş, ayrıca evlerde çok zaman geçirilmiyormuş. Hızlı trenle yol aldığımızda geçtiğimiz şehirler kasabalar çok gri yüzlüydü! Binalar koyu renk, hava kapalı olunca fazla iç karartıcı geldi. İyi ki dağlar bayırlar yemyeşil.
Paketlenmiş hazır gıda veya hazır yemek almak oldukça yaygın. Bunu da uzun çalışma saatleriyle açıkladılar. Deniz ürünleri çok tüketiliyor. Kahvaltıda dahi deniz ürünleri yeniyor. Balık çiftlikleri çok yaygın. Çeltik tarlaları, güneş enerjisi tarlaları da çok yaygın. Karada, denizde ve dağlarda bolca rüzgâr tribünleri gördük. Daha önce viyadüklerle yapılmış 6 katlı otoyolları ve gökdelenlerin içinden geçen otoyolları yazmıştım. Japonya teknik olarak gerçekten çok gelişmiş. Örneğin hızlı tren, Shinkansen treni, öylesine dakik ki tabelalarda trenin geliş saati ya da hareket saati dakikalarla değil saniyelerle gösteriliyor ve tam saniyesinde geliyor, hareket ediyor ne önce ne sonra. Kimse kapılara asılmıyor, arkadaşı için kapıyı açık tutmaya çalışmıyor.
Hiroşima’da kaldırıma taş döşeyen işçiler gördük. Büyük bir itinayla taşları yerleştirip, en ince deliklere kadar boşlukları kumla doldurup, üzerinden silindirle geçiyorlar, etrafı itinayla süpürüyorlar. Tabii böyle yapılan işler evladiyelik oluyor.
JAPONYA’NIN MİLLİ SEMBOLÜ: FUJİ
Tokyo’nun 100 km güneybatısında yer alan Fuji dağı, 3776 metre yüksekliği olan bir yanardağ! Stratovolkan ya da kompozit yanardağ denilen örneğin İtalya’daki Vezüv gibi hem lav akıntılarından hem de püskürtülerden oluşmuş koni şeklinde bir yanardağ. 300 yıldır bir patlama olmamış ama uzmanlar magma tabakasında yükselen bir basınç olduğunu tespit etmişler. Fuji dağı, çevresindeki parklar ve göllerle birlikte Milli Park olarak koruma altında. Japonlar için kutsal bir dağ olan Fuji, Fujiyama ve Fuji-san olarak da biliniyor.
Fuji-san, “Karate Kid” filminden öğrendiğimiz ve insanların isimlerine takılan “Daniel-san” takısı gibi değil, dağ anlamına geliyor. Yani Fuji-san, Fuji dağı demek. Fuji, kutsal bir yer ve sanatsal ilham kaynağı olarak Japonlar için önemli. Her yerde Fuji dağı mutlaka bir şekilde sembol olarak kullanılıyor. Fuji dağı, 12. yy. da Shinto’dan etkilenen Japon Budizm’i için bir hac ve eğitim yeri olmuş. Bu amaçla, dağın 1500 metreden yüksek yerlerinde Sengen Jinja kutsal tapınak ve mezarları, Oshi konaklama evleri kurulmuş, yollar açılmış.
Eski çağlardan beri hacılar ellerinde bir uzun sopayla kutsal tapınaklarına tırmanıp, kraterin etrafını dönmüşler. 1700 yıllarından sonra da Fuji’ye hacca gitmek popüler olmuş. Hacılar için ulaşımı kolaylaştırmak için düzenlemeler yapılmış, yeni Budist tapınakları açılmış. UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde olan Fuji’ye üç etapta tırmanılabiliyor, bugün de hacılar aynı turu yapabiliyor. Tabii doruğu genelde karla kaplı Fuji-san izin verdiği sürece.
Biz 2300 metre yükseklikteki 5. istasyon denilen yere kadar gidebildik. Hava şartları daha yukarısına tırmanmak için hiç uygun değildi, çıkabildiğimiz yerde dahi şiddetli ve buz gibi esen rüzgârla birlikte sis neredeyse görüş alanımızı büyük ölçüde kapatmıştı. Sis aralandıkça kutsal Fuji dağını gördük. Tabii Japonlar turizmi o kadar ticari bir etkinlik haline getirmiş ki, Fuji’yi hayal meyal gören ve şiddetli fırtınada donan misafirlerin içini ısıtacak kahvehanesi ve “kötü hava depresyonunu” giderecek alışveriş butiklerini unutmamışlar. 5. istasyondaki tek dağ kulübesi de burada. Maalesef biz sadece fotoğraflarını gördük ama dağın tepesine de hem bir içecek otomatı kondurmuşlar hem de gezginler gittikleri en uç, en yüksek, yerlerden kartpostal göndermeyi, damgalı bir belge edinmeyi sevdikleri için minik bir postane açmışlar. Hizmette sınır olmaz değil mi?
TOKYO DÜNYANIN EN KALABALIK ŞEHRİ
Dünyanın en kalabalık şehri Tokyo’dayız. Tam 37,7 milyon kişi yaşıyor bu şehirde. Tokyo imparatorun evi, hükümetin, büyük basın kuruluşlarının ve Sony, Honda, Mitsubishi, Casio, Fujitsu gibi tanıdığımız dev firmaların merkezi. Çok kalabalık bir şehirde olduğumuz belli, her yer insan kaynıyor. Ama müthiş bir düzen ve temizlik var. Asfaltları, kaldırımları, parkları tertemiz.
Eski Tokyo’nun tarihi 1457 yılında inşa edilen sarayla değişmiş. Saray, şehrin ve gelişiminin motoru olmuş. Tokyo, 1868 yılında resmen Japonya’nın başkenti ilan edilmiş. Acıların şehri Tokyo, 1923’te Büyük Kanto depremiyle yerle bir olmuş, tam 140 bin kişi ölmüş. Yeniden inşa edilmiş. 1942’de Amerikalılar şehri bombalamış. 1 milyon kişi evsiz kalırken yüzbinlerce Japon ölmüş. Amerikalılar yerle bir ettikleri şehre gelip yerleşmişler. Bombalayıp mahvettikleri şehri ayağa kaldırmışlar. O günden beri de Tokyo ve Japonya gelişmeye devam etmiş, biraz Kyoto’yu anlatırken yazdığım “bambu” hikayesi gibi. Bambu, Japon kültüründe saflığın ve dayanıklılığın sembolü. Japonlar da bambu gibi kırılmadan bükülmüşler, zor zamanlarında içsel güçlerini harekete geçirmişler, ulusal yaralarına tuz basmışlar ve tekrar doğrulup ayağa kalkmışlar. Ama ABD korkusu kılcal damarlarına işlemiş olmalı ki bir türlü de silkinemiyorlar!
Bugünkü Tokyo’nun her birinin kendi belediye başkanı ve belediye meclisi olan tam 23 çevre belediyesi var. Dolayısıyla tüm Tokyo’yu gezmek ve görmek başlı başına bir gezi programı gerektiriyor. Biz sadece merkezde bazı yerleri gezebildik.
TOKYO KULESİ
Tokyo Kulesi aslında bir radyo kulesi ve tamamen metal yapı. Biraz Eyfel kulesine benziyor. 1958 yılında tamamlanmış. Japonya’nın ikinci en yüksek binası. New York’taki “Empire State Building” kulesinden yüksek yapılacakmış ama savaşın gözü kör olsun. Malzeme yokluğu, savaş ekonomisi derken sadece 332,9 metre yüksekliğinde yapılabilmiş. Kule, müzesi, mağazaları, minik tapınağı, panoramik seyir teraslarıyla tam bir turist mıknatısı.
Kuleden çıkış tarafı rüzgâr gülü gibi yapılmış, rengarenk balık şeklindeki flamalarla doluydu, çok sevimli görünüyorlardı. Meğerse “Çocuk Günü” hazırlıklarıymış.
5 MAYIS ÇOCUK GÜNÜ: KODOMO-NO-Hİ
Çocuk Günü, Çin’den “bayrak festivali” günü olarak gelmiş, Japonya’da “kahramanlara hayranlık” gününe dönmüş. Edo hanedanlığı zamanında ise “erkek çocuklarını kutlama bayramı” haline getirilmiş. Bayram sırasında erkek kahramanların kâğıt bebekleri yapılmış. 1948 yılından bu yana “Çocuk Günü” olarak kutlanıyor. Günün sembolü “koinobori” denilen rengarenk kağıt sazan balığı flamaları. Koinobori balıkları şelalelerde ters akıntı yönüne doğru bile yüzebildikleri için cesaret ve güçlülüğün sembolü. Nisan ayından itibaren her yere asılan bu flamalar, sokaklara çok hoş bir görüntü veriyor.
3 MART KIZLAR GÜNÜ: HİNA MATSURİ
Japonya benim gibi folklorik bebek koleksiyonu yapan birisi için “bebek” cenneti. 1629 yılında bir prenses babasının tahttan ayrılmasıyla imparatoriçe olmuş ama o tarihte imparatoriçelerin evlenmesine izin verilmediği için evlenememiş. Kızının evlenip, mutlu ve sağlıklı bir yuvası olmasını isteyen annesi, bir gün mutlu ve sağlıklı görünüşlü kâğıt bebekler yapmış. Bu tüm ülkeye yayılmış. Hina Matsuri adıyla “Kız Çocukları Günü”ne dönüşmüş. “Yapma bebek” günü olarak da biliniyor. Şeftali ağaçlarının pembe beyaz çiçek açtığı dönemde kutlanan şeftali festivaliyle birlikte 3 Mart’ta ülke çapında kutlanıyor. Kız çocukları olan aileler, kızlarının sağlıklı ve mutlu büyümesi için kutlama yapıyor, şükranlarını sunmak için bütçelerine göre kâğıt bebekler yapıp, süslüyor. Hepsi birer sanat eseri. Çok çeşitli bebekler yapılıyor ve bunlar hiyerarşi üçgeni çerçevesinde sergileniyor, en üstte imparator ve eşi, altta hizmetkarları, sonra müzisyenler ve en altta halktan insanlar. Kısacası bir sahne planlanıyor, hepsi birden yapılmıyor, her yıl eklemelerle sahne genişletiliyor.
Senso-ji ve Asakusa Tapınağı
Senso-ji tapınağı Tokyo’nun en eski tapınağı. Asakusa bölgesinde yer alıyor. Japon Budizmi’nde şefkati temsil eden ve tüm hisseden varlıkların acılarını hafifleten merhamet tanrıçası Kannon’a adanmış bir Budist tapınağı. Senso-ji’nin 600 yıllarında inşa edildiği sanılıyor ama kesin tarih yok. Birçok bina ve kapı var. 5 katlı bir pagoda ve “Yıldırım Kapısı” olarak bilinen devasa Kaminarimon çok heybetli. Tapınak dua etmeye gelen ziyaretçilerle ve turistlerle dolup taşıyor. Bahçesinde yeşilliklerle süslü, kırmızı balıklarla dolu minik havuzu ve akarsuyu da çok dinlendirici.
Senso-ji Tapınağı’nın hemen yanında da kutsal bir Shinto tapınağı olan Asakusakutsal mezarı var. Çok daha küçük. Senso-ji’yi inşa eden üç adamı kutsamak için yapılmış. Efsaneye göre iki balıkçı, tapınakların yanından geçen derede bir Buda heykeli bulmuş. Köyün muhtarı Buda heykelini tanrının bir işareti olarak görmüş, hemen Senso-ji Tapınağını inşa etmişler. Bu üç adamı kutsamak için de Asakusakutsal mezarı inşa edilmiş.
Tapınağa giden sokağın adı Nakamise. 1680’lerden beri Japonya’daki en eski alışveriş sokağı. 250 metrelik sokağın sağlı sollu iki tarafında dini temalı süsler, hediyelik eşyalar, oyuncaklar satan tam 89 mini dükkân var.
İmparator Sarayı
İmparator Sarayı çok büyük bir park bölgesinde, su dolu hendeklerle çevrili kayaların üzerinde inşa edilmiş bir saray. Şimdiki imparator da bu sarayda yaşıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında yıkılmış ama aynı şekilde yeniden inşa edilmiş. Sarayın bahçesi sadece 2 Ocak’ta yeni yıl selamlaması için ve 23 Şubat’ta imparatorun doğum gününde halka açılıyormuş. İmparator ailesi halkı sarayın balkonundan selamlıyormuş. Sarayın dış avlusu ve bahçesinin doğu kısmı ziyarete açık ama gitmedik.
Shibuya kavşağı
Tokyo’da Shibuya istasyonu çıkışındaki caddede bulunan ünlü kavşakta, caddeden çapraz olarak da karşıya geçilebiliyor. Her iki dakikada bir yeşil ışık yandığında her yönden 3000 kişi neredeyse koşturarak karşıdan karşıya geçiyor. En yoğun geçişli yaya geçidi olarak reklamı yapıldığı için yeşil ışıkta geçen insan sayısı da artıyor. Hemen istasyon çıkışında “vefakâr köpek Hachiko” nun heykeli var.
Alışveriş bölgesi: Ginza
Tokyo’nun ünlü “zengin” alışveriş bölgesi. Çok katlı mağazalar, ünlü markaların mağazaları, butikleri, kahvehaneler, galeriler, küçük pasajlar, kitapçılar, kâğıt ve kaligrafi malzemeleri satılan mağazalar, hepsi bu caddede. Müze gibi çok katlı bir içki mağazası gezdik. İçki şişeleri birer sanat eseriydi. Balinadan samuraya, çıpadan ejderhaya inanılmaz şişeler vardı. Piyanist bir müzisyen için tasarlanmış, Nissan araba galerisinde sergilenen araba ilginçti.