‘Postmodernizm, şiiri toplum dışına sürükledi’

Şair Seyyit Nezir, eleştiri kültüründeki gerilemenin şiiri etkilediğini belirtti. Nezir, “Şair hızdan uzak durmak zorunda. Postmodernizm insanı ve kültürü tüketme ideolojisidir. Şair halkla yeni buluşma yöntemleri bulmalıdır.” dedi

Günümüz Türk Şiiri soruşturmasına, Şair Seyyit Nezir’le devam ediyoruz. Dijitalleşme ve Yapay Zeka’yla birlikte günümüzde her şeyin dijital ölçülerle tanımlandığına dikkat çeken Nezir, şairin hızdan uzak durması gerektiğini belirtti. Şairin duruşu konusuna da değinen Nezir, Cemal Süreya’ya atıf yaparak, “Gerekirse şair, Cemal Süreya’nın Nâzım için söylediği gibi, şiirini hayatıyla doğrulamalıdır.” ifadelerini kullandı.

Eleştiri kültüründeki gerilemeden söz eden Nezir, “Türkiye'de 20 yıllık süreçte eleştiri rafa kaldırıldı. Eleştiri ve polemiğin görülmesini de kimse istemiyor. Sorunların üzeri bir yenisiyle örtülüyor, şiir ortamında sürekli metan birikiyor.” dedi.

‘ŞAİR HIZDAN UZAK DURMAK ZORUNDADIR’

21. yüzyılda şiirin yeni bir tanımından söz edilebilir mi?

– Marx, “Katı olan her şey buharlaşıyor” demişti Manifesto’da. Günümüzde bu sözün anlam ufku sürekli genişliyor. Şiir, çağlar boyunca temalara göre değişik tekniklere yöneldi. Nitekim kapitalizmle gelen bireyi ve toplumsal duyarlıkları yansıtmakta zorlanan klasik şiirin katı kuralları modern şiirle birlikte yıkıldı.

Günümüzde her şeyin dijital ölçülerle adlandırılıp tanımlandığı bir çağdayız. Yapay Zekâ (YZ) tasarımları, birçok alanda insansız araçlarla iş görme uygulamasını yaygınlaştırıyor. Kitleler, hemen büyülenip bu gelişmeleri alkışlar ve yaşamına yamarken, bundan tedirginlik ve korku duyanlar da yok değil. Neyse ki insansız şiir kapıda diye korkuya kapılan yok; tersine, şiiri iş edinen on binlerce insan var. YZ'nin sözcük ararken bir saniyede on binlercesi arasından seçip şiirde kullandığı söyleniyor. Bu nedenle ondan ona konan sinek imgelerle oluşan insansız şiir, yaşanmışlık ve içerik bağlamında çok daha insansız olanı, asıl insansızı örnekler. İnsansız Şiir Aracı'ndan (İŞA) epeyi önce postmodern şairin imge itiş kakışı içinde bunu denemiş ve şiiri sözde toptan tüketmişti. Sosmedya çağında kaydettiği şiir aslında kaybettiği şiirin tırtıklarıdır. Gerçek şu ki, şair, hızdan uzak durmak, sözcüklere bütün duyularıyla dokunarak usduyuda onu yeni anlam bileşkelerine taşımak zorundadır.

‘HER YAZAN YALNIZCA KENDİNİ OKUYOR’

– Dönem dönem ortaya atılan bir iddiadır. Şiir bitti mi?

– Marx, ilk yazılarından birinde, Hegel’den esinlenerek, “Sanat öldü, yaşasın sanat” der. Şöyle ki, komünist toplumda teknolojinin gelişim düzeyi çalışma süresini kısaltacak, bireyler özgür zamanı kendince kullanma ortamı bulacak, bilim, felsefe ve sanatlarla yakından ilgilenebilecek, böylece herkes yaratıcılık fırsatı da yakalayacaktır. İletişim teknolojisinin İnternetle sağladığı sınırsız gelişme, hız ve büyümenin her düşünce ve işe saniyeler içinde yaygınlaşma olanağı getirmesi, zihinsel çabaların aynı anda milyonlarca kişiyle buluşma imkânı Marx'ın öngörüsünü doğruluyor.

Günümüzde herkesin şiir yazmaya çalışmasında şaşılacak bir şey yok... Ama her yazılan şiir mi? Her şiir yazan yalnızca kendini okuyor ve başkalarının da yalnızca onu beğenmesini istiyor. Oysa öngörünün günümüze iletisi şudur: Özgürlük ve yaratma ortamı, kişinin kendine hapsolduğu koşullarda gerçekleşemez, toplumsal ilişkilerin zengin diyalektiği ile enginlik ve derinlik kazanır. Her yazdığını şiir görmek, her yazılanın şiir sanılması ise zaten boş bir avuntu...

Antolojiler dün olduğu gibi bugün de aynı sonuca varıyor: Bir ömür yazdığın şiirden birkaçı kalıyor. Başka deyişle, belki de yaşam boyu tek bir şiir için çalışıyorsun. O şiire ulaşıp ulaşamadığını başka şiirlerle kesiştikçe daha açık görüyorsun. Şair, kendinden çıkarak herkesle buluşabildiği şiirin ardına düşmelidir.

Marx, yine Hegel'den esinle, Grundrisse'de “tarihin sonu” kavramını da irdeler. Toplumsal baskılar emeğin özgürleşme süreci boyunca alt edilerek sınıflı toplum tarihinin sonuna gelindiğinde şiir üzerindeki baskılar da sona erecek ama bireyler arasındaki ilişkilerin çatışmalı varoluşu hem yaşamda hem şiirde sürecektir. Nâzım, “sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım” diyor. Bu duygu, insanın doğasında süregidecek...

‘ŞİİR İÇİN YENİ DOĞUMLAR ZAMANI’

– Şiirin halkla arası nasıl? Geniş kitleler şiirin sesini ne kadar duyuyor?

Hegel’in şöyle bir sözü var: “Hakikat hiçbir zaman vaktinden önce, yeterince olgun bir alıcı kitlesi olmaksızın ortaya çıkmaz...” 40 yıla yaklaşan bir süredir postmodernizmin son bakışta insanı ve kültürü tüketme ideolojisi olduğu, şiiri de toplumsal ilişkiler dışına sürdüğü çok söylendi. Bu gelişmeyi hiç umursamayan ama günümüz şiirinde ağırlıklı yeri olan Enis Batur, kadrolu söyleşmeni Erol Toygun’la geçenlerde Şiir Hayvanı vesilesiyle Cumhuriyet Kitap’taki bir söyleşisinde, şöyle deyiverdi: “Şiir toplumsal ortamın dışına püskürtüldü.” Bu itiraf sonrasında hem yaratım hem iletim sürecinde şairin halkla yeni buluşma yöntemleri araması zorunluktur. Yazı ve şiirler sosmedyada paylaşılmadıkça görülmüyor. Oysa şiir için yeni doğumlar zamanı...

‘DİJİTAL TEKNOLOJİ YAŞAMI TEKDÜZELEŞTİRDİ’

– Son dönemde şiir kitaplarının satış oranları hayli düşük. Eskiden olduğu gibi dişe dokunur şiir eleştirileri ve polemikleri de yayınlanmıyor. Bunun sebebi nedir?

Enis Batur'un yakındığı olguyla doğrudan ilintili... Yanı sıra elbette her şeyin çok kolay kopyalanıp sosmedyada sonsuz sayıda çoğaltılmasının etkisi de olmalı. Dijital teknoloji, yaşamı son derece hızlı ve sayısız yinelemeler ardında tekdüzeleştirdi. Şiir ve sanat gitgide çok dar alanlarda sürdürülebilen dijital ortamlarda da yoğun baskılar karşısında soluk alamaz duruma geldi. Kaldı ki, ceptelde safsata ve reklamdan habere bile yer kalmadı artık. Teknolojiyle özgür zamanın artacağını umdu hep insanlar. Oysa tam tersi oldu: Dijital teknoloji insanı yönlendiriyor, denetiyor, her an baskı uygulayarak pille birlikte ömrünü de çala tuş tüketiyor, özneyi zamandan siliyor.

‘ELEŞTİRİ VE POLEMİĞİN GÖRÜLMESİNİ KİMSE İSTEMİYOR’

Eleştiri için o kadar da hiçimser davranmayın. Yücel Kayıran, kavgadan yakınanları edebiyatımızın mücadele içinde ilerlediği savıyla paylıyor. Siz de Üvercinka'yı izleme fırsatı bulamıyorsunuz belli ki. Dergiyi diş kıran eleştiri ve polemiklerden ötürü küçümseyen, siz edebiyatı kavga etmek sanıyorsunuz, diyenler pek çok. Şu an derginin 9. cildi elimde... Özellikle Poesium İstanbul dolayısıyla kapaktan verilen Hilmi Yavuz eleştirisi olumlu değerlendirmeler görmüşse de sosmedyada çok ağır hakaretlere maruz kaldı. Asıl mesele şu: Türkiye'de 20 yıllık süreçte eleştiri rafa kaldırıldı. Eleştiri ve polemiğin görülmesini de kimse istemiyor. Sorunların üzeri bir yenisiyle örtülüyor, şiir ortamında sürekli metan birikiyor. Ödüllerini kanlı bıçaklı savunan kişiler, aldıkları ödüllerin başkasına verilmeden kapatılmasına oh! diyor. Sistemin mafyokrasiyle çürütülen tüm dokuları gitgide görünmez baskı biçimleri üretirken sözde sisteme karşı olup onun ödül oyunları, sisteme yamanmış yayınları ve poesiumları, dahası matine soytarılıkları içinde pis yedili olmaktan çıkılamadı. O noktaya gelindi ki, okur da yazar da dijital baskı ile toplumsal ve siyasal yıldırma ve gözdağının sürekli artarak yaydığı basıncın yanı sıra palyaçoluktan bunaldı artık.

Eskiden gazeteler önemli tartışmaları gündeme getirerek ilgi yaratıyordu. Ama şimdi her şeyle birlikte şiir de magazine boğuldu. Şiir tartışmasını ne gazeteler iş ediniyor ne de gazete okuyan kaldı. Çok yeni bir örnek:

Yücel Kayıran, DoğuBatı dergisinin 4 sayılık toplamını (104, 105, 106, 107. sayılar) Modern Türk Şiiri (MTŞ) başlığı altında, eleştiri ve incelemelerin yer aldığı yazılardan oluşan bir bütünlükle hazırladı. En önemlisi MTŞ'yi Tevfik Fikret'le başlattı. Nice solcu şairin, eleştirmen ve edebiyat tarihçisinin MTŞ dışına attığı Fikret'i yeniden baş köşeye oturttu. Çok önemli bir olay... Ama basında anan bile olmadı. Tam tersine, MTŞ içinde hükümran yer edinen şairler, olayın görülmesini engellemeye çalıştı. Attila İlhan öyle derdi: Baş edemeyecekleri zaman sükût komplosuna uğratırlar.

‘GÜNÜMÜZDE ŞAİRLER BİRBİRİNİN

KAFATASI AVCISI OLDU’

– Bir fikir de şiirin aslında bütün biçimleri etkilediği, onların içine sızdığı şeklinde. Bu bağlamda şiir ve resim, şiir ve sinema, şiir ve müzik birlikte değerlendiriliyor. Sizce bu doğru mu? Doğruysa bu bağ nasıl oluştu?

– Bu çok ayrı bir konu... Şu denebilir: Şiirin bozunumunda teknolojiyi kötüye kullanmanın olumsuz etkileri de var belki. Ama sanat dalları ve türler arasında alışveriş hep olmuştur. Nâzım, Manzaralar'ın girişinde Haydarpaşa merdivenlerini roman ve sinema esintileriyle anlatırken; Eisenstein, Odessa merdivenlerini görsel bir şiire dönüştürür. Ahmet Haşim, merdivenlerin resmini çizer. Şiir açısından en önemlisi anlamı ritmik örgü içinde verebilmektir. Orhan Veli anlam konusunda sapına kadar haklıydı. İstanbul'u Dinliyorum şiirinde kafasındaki örgüye ulaştı.

– Şairin toplumda yönlendirici bir gücü vardı. Şair duyarlılığından ve şiirinin etkisinden hep söz edilir ki bu yüzden geçmişte pek çok şair gazaba uğramıştır. Günümüzde şairin böyle bir gücü kaldı mı?

– Günümüzde şairler birbirinin kafatası avcısı oldu. Başarılı bir çıkışa imza atmak, omuz vermek gereken şiir dostları, birbirini gölgede bırakma peşinde... Şiir; salon ya da oda müziği kadar, cinayetler karşısında çığlık, aşk için imge şöleni, toplumsal yergi, lirik bir başkaldırı, Soma'da direnen ağıt, buğdayın yas türküsü, şenlikli burçak şarkısı, coşkulu bir yürüyüş marşı da olmalı elbette. Postmodern çığırda, kimse kimsenin ne iyisini ne kötüsünü görüyor; şairin sesini arkadaşı boğuyor. Meta Verse'de ise şiir, renkli köpükler ardında kendi başına kayboluşu seçiyor. 1960'ların Yordam şairlerinden Tuncer Gönen, yine 9. ciltte Mamak Resimleri adlı destansı şiirini sayılar boyu yayımladı. Ne bir dergide ne basında ne sosmedyada değinen oldu. Yine aynı Yordam'ın şairlerinden Halit Özboyacı, Biz Çocukken Büyüdük adlı şiirler dizisinde kaç sayıdır 1968 kuşağını anlatıyor. Kimse oralı değil... Teknoloji, insanı ve şairi yaşamdan yalıtmak ve en sonunda kendi küskünlüğünde dijital zehir atıkları ve YZ hurafeleriyle tüketmek için üretilip kullanılıyor artık. Peki ne yapmalı?

– Tarihin doğru tarafında durmak bir mesele. Günümüzde de bu konuda turnusol olabilecek pek çok olay yaşandı. 21. yüzyılda şair duruşunu nasıl belirlemeli?

– Cemal Süreya'nın şaire dair üstünde durduğu en önemli konu şairin dünya karşısında bir tavrı olmak gerektiğiydi. O, daha en başından beri tavrını şiirin en sessiz yerinde çağrıya dönüştürdü: Yoksuluz gecelerimiz çok kısa / Dörtnala sevişmek lazım; yine Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene; ya da Eşkıyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine dizelerinde olduğu gibi...

Cemal Süreya'nın ünlü şiirindeki son iki dizede, Bütün kara parçalarında / Afrika hariç değil dizelerinde Afrika yerine Gazze'yi koymuştuk 9 Ocak'taki anma gecesinde. Olumsuz tepkiler de yükseldi, olumlu tepkiler de... Olağan...

Güncel politika böyle bir şey... Tepki gelmemesi kötü...

Turgut Uyar, 1970'teki Şanlı Haziran'ı Ve kimsenin bölemediği şarkıyı / Güllerin, buğdayların ve acının şarkısını / Bir haziran uygulayacak sesimize dizeleriyle haber vermişti. Lorca şiirinde şöyle diyordu: Artık kat'iyen biliyoruz / Halk adına dökülen kan / Sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır.

‘ŞAİR ŞİİRİNİ HAYATIYLA DOĞRULAMALIDIR’

Veysel Çolak'ta, bir kadın söyleyince başı döner dünyanın dizesi böyledir ve çağlar boyunca en güncel dize ve slogan olacak güzelliktedir.

Elbette tavrın şiire içerilmesiyle kalmayıp hayata taşmasıdır aslolan... Gerekirse şair, Cemal Süreya'nın Nâzım için söylediği gibi, şiirini hayatıyla doğrulamalıdır. Günümüzde böyle bir tavır, Assange'dan geldi. Çağımızın Prometheus'u dense yeri... Dijital teknolojiye insanı her anlamda köreltme işlevi yükleyen küresel oligarşi ve ABD emperyalizminin dünyayı Olimpos tanrıları edasıyla yönetme niyetlerini açığa çıkararak oyunu bozan bu büyük kahramanı ne yazık ki şairler anlayamadı, evrensel bir tavır sergileyemedi.

Gerçek şu ki, güncel politik durumlar karşısında şairin tavrı, BigTech oligarşisine karşı dünya çapında bir direniş halayında buluşma yeteneği belirleyecektir. İŞA'yla uzlaşmayan ellerin yurtsever hümanizması, 1930'larda Hitler'e karşı Gorki ve Aragon'un buluştuğu emek aydınlanmasından yükselecektir. Çin, Rusya, Avrupa'nın yanı sıra ABD'nin ördüğü bu kahraman gelenek, tarihin doğru tarafında durma kararı için şaire yeterli birikim ve cesareti sağlıyor.

Sonraki Haber