‘Türk milletinin dimağı şiirle yoğruldu’

Şair Hüseyin Akın Türk milletinin dimağının şiirle yoğrulduğunu ve şairlerin tarihi değiştirecek kişiler olduğunu söyledi ve ekledi: Bugün şair olmanın gereği Filistin ve mazlum milletlerle dayanışmadır

Günümüzde Türk Şiiri soruşturmasına Şair Hüseyin Akın’ın yanıtlarıyla devam ediyoruz. Akın, şiirin insanla eşya, insanla zaman arasında ilk günkü gibi durduğunu belirtti. Halk ve şiir arasındaki ilişkiye de değinen Akın, Türk Milletinin dimağının şiirle yoğrulduğunu söyledi. Şairlerin tarihi değiştirecek kişiler olduğunu kaydeden Akın, bu nedenle duruşun çok daha önemli olduğunu vurguladı. Hüseyin Akın, 21. yüzyılın şair duruşunun başta Filistin ve Gazze olmak üzere mazlum milletlerin yanında olmaktan geçtiğinin altını çizdi.

ŞİİRE YENİDEN ÇERÇEVE OLUŞTURMAK MÜMKÜN DEĞİL

- 21. yüzyılda şiirin yeni bir tanımından söz edilebilir mi?

Kanımca büyük değişimlere sahne olsa da yüzyılların şiir gibi tanımını ve de anlamını kendi içinde taşıyıp kendi bünyesinde üreten kadim bir edebi türe yeniden çerçeve oluşturmak mümkün değildir. Şiirin dışarıdan yeniden tanımlanmasından bahsediyorum. Ancak iletişim teknolojisinin hızlı gelişimi ve insan eşya ilişkisinin değişmesi neticesinde 21. yüzyıl şiirinin söyleme biçimi, söz dizimi, anlamın yön değiştirmesi ya da ikincilliği gelenek-şiir ilişkisini belirgin bir şekilde etkileyecektir. Yeni biçim arayışları, dijital dil ve buna paralel olarak orijinal buluşlar yeni yüzyıl şiirinin sese ve söze dair imkânlarını genişletecektir. Fakat bütün bu değişim unsurlarının şiirin yeniden tanımlanması gibi bir sonuca evrilmesi mümkün değildir.

KAPİTALİST DÜNYA DAYATMASI ŞİİRİ ÖLDÜREMEDİ

- Dönem dönem ortaya atılan bir iddiadır. Şiir bitti mi?

Biten bir şey varsa o yaz düşleridir, peşine düşülen ince şeylerdir ya da uzun yollar ve uzakların hasretidir. Bitmişse hayaller ve rüyalar bitmiştir. Görmeden sevmeler, ilk bakışta aşklar ve son bakışta ayrılıklar bitmiştir. Şiir; insanla eşya, insanla insan, insanla zaman arasında ilk günkü gibi durmaktadır. İki şeyin arasında kıstırdığımız, baskıladığımız ne varsa oradadır şiir. Bilinçaltımızda, yenilgilerimizde, cenazeden eve dönerken markete uğrayışımızda, kağıtsız kalemsiz yakalandığımız yağmurlarda, unutulan şemsiyelerin altında bulvar yürüyüşlerinde, kalbimizden ve de kabrimizden daha yakıcı derinliklerde uykudadır şiir. Bütün mesele onu uyandırmaktadır. Kapitalist dünya dayatması ve modernitenin hazır yaşam biçimleri şiiri öldürmeye güç yetiremediği için ölmeden toprağa gömmek istemektedir. Çünkü şiir tecime elverişli değildir, pazara sürülmez, endüstrisi yoktur.

‘TÜRK MİLLETİNİN DİMAĞI ŞİİRLE YOĞRULDU’

- Şiirin halkla arası nasıl? Geniş kitleler şiirin sesini ne kadar duyuyor?

Öncelikle burada hangi halk ve hangi şiir diye sormak lazım. Halktan maksat kalabalıklar yani kitle ise günümüz modern şiiri hazır anlamlı bir şiir olmadığı için vatandaş olarak isimlendirebileceğimiz bu kitlelerin şiirle birebir ilişkisi olmadığını, şiir üzerinde düşünmediğini söylemek mümkün.

Edebiyat ve sanat biraz da zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilmiş insanlara özgü bir uğraş alanıdır. Bir yılda satılan şiir kitaplarının oranına bakınca bunu daha bir net görürüz. Dolayısıyla edebiyatçı gibi edebiyat okuru da uçsuz bucaksız bir azınlıktır. Halk edebiyatımızın dünden bugüne daha çok insana ulaşabildiği gerçeğini kenarda tutarak bunları söylüyorum.

Bu topraklarda hâlâ Yunus Emre’den Erzurumlu Emrah’a, Pir Sultan Abdal’dan Mahzuni Şerif’e, Aşık Veysel’den Abdurrahim Karakoç’a kadar gelen, fakat sayıları gittikçe azalan halk ozanlarımızın ve şairlerimizin şiirlerini hafızasında barındıran her yaştan memleket insanına rastlayabiliyoruz. Türk milletinin dimağı şiirle yoğrulmuştur.

ŞİİRİN EKLEMLENME İHTİYACI YOK

- Bir fikir de şu: Şiirin aslında bütün biçimlere etki ettiği, onların içine sızdığı şeklinde. Bu bağlamda şiir ve resim, şiir ve sinema ve şiir ve müzik birlikte değerlendiriliyor. Sizce bu doğru mu? Doğruysa bu bağ nasıl oluştu?

Öncelikle İsmet Özel’in “Şiir Okuma Kılavuzu” adlı eserinde söylediği gibi şiirin başlı başına bir dil olduğunu, insanlığın sahici dili olduğunu teslim edelim. Edebiyatın etki alanından bağımsız bir işleyişi vardır şiirin. Böyle bir bütünün parçası sayamayız onu. Özel bunu şöyle ifade ediyor: “Şiir tıpkı mimari, resim, heykel, musiki, raks, edebiyat gibi insan elinden çıkma sanatlardan biridir; ama şiiri edebiyatın bir parçası, bir veçhesi, bir kısmı, bir bölümü zannedenler hataya düşer. Edebiyat şiiri kuşatmaz, çünkü şiirin temsil ettiği güç lisanın hususiyetlerine merbut değildir.” lisanın hususiyetlerine merbut (bağlı) olmadığı için şiir içine çeker ama bir başka şeyin içine dahil olmaz. Mimari şiirden yararlanır, heykel şiirden yararlanır, ama bunların hiçbirisinin parçası değildir. Edebiyatın ana membaıdır o. Şiirin sinemaya, reisime veya öyküye eklemlenme ihtiyacı yoktur, fakat bu alanlar şiirin gücünden yararlanmaya muhtaçtır.

HAKKANİYETLİ ELEŞTİRİ ESERİ DİKKAT ALIR

- Son dönemde şiir kitaplarının satış oranları hayli düşük. Eskiden olduğu gibi dişe dokunur şiir eleştirileri ve polemikleri de yayınlanmıyor. Bunun sebebi nedir?

Aslına bakarsanız bu hep böyleydi. Şiir kitapları kitapçılarda en az satan kitap türüdür. Çoğu kitap evi bu sebepten raflarının şiir kitaplarıyla işgal edilmesinden uzak durur. Satan kitaplara yönelir. Şiir kitaplarının ekmek peynir gibi satıldığı bir zamana hiç tanık olmadım ben. Şiir eleştirisi şiir kitabı satışını artırır mı bu konuda emin değilim. Fakat hakkaniyetli bir eleştiri ilk başta yazara saygıyı ve eseri dikkate almaktır.

Öteden beri eleştiri bir tür düşman kazanma sanatı olarak görülmüştür. Belki de eleştiri üslubunu bilmemek ya da tam ayarlayamamaktan kaynaklanan bir yargıdır bu. Kitap eleştirisi adına bugün kitap tanıtımı ve kitap ve yazar güzellemeleri yapıldığı görüşüne belli oranda katılıyorum.

‘ŞAİR TARİHİ DEĞİŞTİRECEK KİŞİLERDİR’

- Şairin toplumda yönlendirici bir gücü vardı. Şair duyarlılığından ve şiirinin etkisinden hep söz edilir ki bu yüzden geçmişte pek çok şair gazaba uğramıştır. Günümüzde şairin böyle bir gücü kaldı mı?

Üstat Sezai Karakoç şairi çağının tanığı ve de öncüsü kabul eder. Ona göre şair bilinmedik bir alemden bir kaza sonucu yeryüzüne inmiştir. Görevlendirilmiş kişidir, fakat peygamberler gibi görevlendirildiğinin farkında değildir. Şair olmak şiir yazmaktan önce gelen bir seviyedir. Şu dize onun şair sorumluluğuna işret olsa gerektir: “Olup biten şeylerin olup bitmemesi için ne yapıyorsun?” Şairler tarihi değiştirecek kişilerdir. Hakkı hakikati söylemek noktasında güçten ve güçlüden yana değil haktan ve haklıdan yana olmalıdır. Tarihimizde bunun birçok örneğini görürüz

- Tarihin doğru tarafında durmak bir mesele. Günümüzde de bu konuda turnusol olabilecek pek çok olay yaşandı. 21.yüzyılda şair duruşunu nasıl belirlemeli?

Şair hakikatin hatırını gözettiği, sözün gücüne inandığı, dilini saf ve nezih niyetiyle yıkayıp temizlediği sürece istikametini doğrudan yana bulmuş demektir. Mehmet Akif’e İstiklal Marşımızı yazdıran bu ruh ve bu niyettir. Mücadeleyi tek cephede yürütmeyen şairlerdendir o. Yeri gelmiş Tacettin Dergahında, yeri gelmiş Nasrullah Camisinde ve Hicaz’da, Mısır’da, Berlin’de cepheyi genişletmiştir. Nazım Hikmet’ten Ahmet Arif’e, Necip Fazıl’dan Sezai Karakoç’a daha birçok isimde bu duruş örneklerine rastlarız. 21. yüzyılın şair duruşu başta Filistin- Gazze olmak üzere yeryüzünün bütün kanayan coğrafyalarına karşı duyarlı olmaktan geçmektedir. Zulmü alkışlamamak zalimi asla sevmemek, gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövmemekten geçmektedir.

Sonraki Haber