Güzel aydınlığın şairi Necati Cumalı

Sevgi dolu bakışlar, Cumalı’ya yönelmişti. Şair, ömrünü dolduran onca emeğin ışığında; yazarak, üreterek nice kişinin yaşamına eklediği güzelliği omuzlayıp getirmişti.

CUMALI’YLA ANKARA’DA OLMAK

1996’nın 6 Mayıs’ıdır. Bahardır. Doğa çiçeğe kesmiştir. Sular ışıl ışıldır. İnsanlar doğanın yüreğinde, güneşin ılık baharında bir mutluluğa sefer eylemektedir. Takvimlere bakıldığında "Hıdırellez"i imler bu tarih. İşte tam da bu tarihte, Ankara’da Şinasi Sahnesi’nde, 75. yaşını kutlamak için bir araya gelen sevdikleriyle, onu sevenlerle yüz yüze bir şair, bir yazar karşımızdadır. Bu, Necati Cumalı’dan başkası değildir.

Değerli şairimizi dinlemek için biz de Şinasi Sahnesi’ndeydik.

Sevgi dolu bakışlar, Cumalı’ya yönelmişti. Şair, ömrünü dolduran onca emeğin ışığında; yazarak, üreterek nice kişinin yaşamına eklediği güzelliği omuzlayıp getirmişti.

Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun değerli şairimize saygı ifadesi olarak hazırladığı "Yaşlanmaz Şair Çocuk" Necati Cumalı’ya Selam adlı seçki, ellerimizdeydi. Sahnede Necati Cumalı, elimizde özgün bir seçki... Etkinlikte, Cumalı’nın emeğini sahneden sevenlerine aktarmak için ter döken bir aktörle de baş başaydık. Kim miydi bu aktör? Filmlerden, oyunlardan, yazdığı kitaplardan tanıdığımız Fikret Hakan’dı. Kimler yoktu ki o günkü kutlamada: Yazarlar, şairler, seslendirme ve sahne sanatçıları... Cumalı’nın değişik türlerdeki emeği değerlendirilirken kimi yapıtlarının kaynak oluşturduğu filmler ve oyunlardan da bir esinti yayılıyordu sahneye. En ilginci de Cumalı’nın Mine’sinde oynayan Türkân Şoray’ın filmdeki kıyafetini giyerek rolünün bir bölümünü salonda yer alan izleyicilerle paylaşmasıydı.

Fikret Hakan, Türkân Şoray ve Necati Cumalı’nın sesi, soluğu Şinasi Sahnesi’nin büyüsüyle harmanlanıyordu o an.

1996’dan 14 yıl öncesinde 1982’de -Trabzon’da yaşadığım yıllarda- bu değerli şairle uzun uzun yazışmıştık. Trabzon’da bizimle olmasını istemiştik. Bize onur verecek, kendisiyle yapacağımız söyleşi sonrasında kitaplarını imzalayacaktı. Ne yazık ki o günlerde İstanbul-Trabzon hattındaki uçakların seferden alıkonması, bu buluşmayı engelledi. Cumalı, yazdığı bir mektupta, otobüsle uzun yolculuk yapmaya sağlığının elvermediğini belirtmişti.

GÖNÜLLERE UZANAN SEVGİ

Değerli şairimiz, Şinasi Sahnesi’ndeki birkaç saatlik duyarlığın ona kazandırdığı coşku sona erip de ellerindeki karanfilleri izleyenlere atarken sözlerini şöyle düğümlemişti: "Bu izleyicinin karşısında 55 yıldır boşuna yaşamadığım anlaşılıyor, ürünlerimi sizler için yazdım. Bütün yazdıklarımın mirasçısı sizlersiniz, onların hepsi sizindir."

Cumalı sahnedeyken aklıma Susuz Yaz geliyor. Metin Erksan’ın yönetmenliğinde Hülya Koçyiğit, Ulvi Doğan, Erol Taş... Urla’nın Bademler köyünde, bir sahneden ötekine geçiyorlar. 1963’tür zaman, Trabzon Lisesi son sınıf öğrencisiyim. Susuz Yaz filmini; şairin şiirleri, öyküleri, romanları, oyunları, denemeleri, incelemeleri, günceleri, ödülleri izliyor. Yağmurlu Deniz, Başaklar Gebe, Bozkırda Bir Atlı, Kısmeti Kapalı Gençlik, Ay Büyürken Uyuyamam, Makedonya 1900, Tütün Zamanı, Mine, Nalınlar, Boş Beşik, Senin İçin Ey Demokrasi... Kim bilir hangi sahaftan kaç lira vererek aldığımı anımsayamadığım bir özgün kitap daha ekleniyor bu toplama: Şair Rüştü Onur’un yakın arkadaşı, 24 yaşında veremden ölmüş, bir gencecik şair üzerine hazırlanan cep kitabı: Muzaffer Tayyip Uslu.

BİR SANAT ADAMININ YETİŞME KOŞULLARI

13 Ocak 1921’de, bugün Yunanistan sınırları içinde olan Florina’da doğan altı çocuklu ailenin en büyük çocuğu olan Ahmet Necati Acar’ın ailesi, 1923 Türkiye-Yunanistan nüfus değişimi kapsamında Türkiye’ye göç ederek İzmir’in Urla ilçesine yerleşir. Zaman içinde Ahmet Necati Acar da Necati Cumalı adını alır. İlk ve ortaöğrenimini Urla ve İzmir’de yapan Cumalı, Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, bir süre Ankara’da çalışır. Ardından Urla ve İzmir’de avukatlık yapar. Avukatlık yıllarındaki nice gözlemin beslediği yazarlık yaşamını daha da donanımlı kılmak için kısa süreli de olsa Paris ve İsrail’de yaşar. Daha sonraları kültür ve sanatın odağı olan İstanbul’a yerleşir.

Cumhuriyetin eğitim ve kültür seferberliğinin önemli göstergelerinden biri olan halkevleri, yaygın eğitim alanında çok kişiye hizmet verirken, çıkardığı yayın organlarıyla da nice gencin sanat alanındaki hevesine ortam oluşturur. Cumalı’nın da ilk şiiri Urla Halkevi dergisi Ocak’ta yayımlanır. Değerli sanatçı, şairlik kimliği üzerine yıllar sonra şu değerlendirmeyi yapar: "Önce öğrendim şiirin ne olduğunu; sonra yazmaya başladım. Liseyi bitirdikten sonra şiir yazmaya başladığımda Yunus’tan başlayıp o güne uzanan tüm şairleri çok iyi öğrenmiştim. Çok çabuk buldum şiirde kendi sesimi."

Onun "Güzel Aydınlık" şiirinde şu dizelerle karşılaşırız:

(...)Biz fakirdik ama iyi insanlardık / Bolluk yıllarında da / Felaket günlerinde de / Seni yanı başımda gördüm / Güzel aydınlık / Tatlı aydınlık.

Cumalı, genç yaşta, başkentin 40’lı yıllarında kendisini besleyen kültürel kaynaklara kolay ulaşır. Ankara’nın o yılları, düşünsel açıdan son derece verimlidir. Köy enstitüleri rüzgârı, dünya klasiklerinin çevrilmesi, "Garip"çilerin çıkışı, Sabahattin Ali’nin yazarlığına koşut çevirmenliği, Ataç’ın tartışmasız eleştirmenliği, Tarancı’nın yazın dünyasındaki ünü ortadadır. Cumalı nice değerli insanla zenginleşen ortamda, içindeki sanat coşkusuna yeni alanlar ekler.

Dönüp gittiği Urla’daki avukatlık yılları bir yanıyla onca uğraşıyı, binbir sıkıntıyı içerirken bir yanıyla da nice yapıtına gözlem gücü taşır. "Güzel Aydınlık", "Karakolda" ve "Bozkırda Bir Atlı"daki kimi dizelere, oyun ve romanlarındaki konulara kaynak oluşturan yaşadığı bu mekândır.

AYDININ TOPLUMSAL SORUMLULUĞU

Sanat anlayışını "Garip" ve "40 Kuşağı"nın etkilerinden arındırarak kurmaya çalışan Cumalı; yalın, aydınlık, duyarlığı yoğun, lirik şiirler yazar. Bu şiirlerde bireyin günlük kaygılarını, aşklarını, cinselliğini, sevinç ve özlemlerini, ayrılık acısını iç içe verir. Bütün emek yoğunluğunu da çağına tanık bir yazarın, bir şairin, bir aydının toplumsal sorumluluğuna bağlar. "Kaderim bana yaşama şansı verdi. Ben de bunun hesabını vermeliyim. ‘Bu yaşıma kadar ne yaptın?’ diye sorulacak olursa alacaklı çıkarım ben. Yaşamımı iyi değerlendirmeye çalıştım çünkü yaşam, bir alacak verecek sorunudur. Kimsenin haylazlık etmeye hakkı yok yaşamda" diyerek bir sanatçının yaşamının ne anlama geldiğini kapsamlı biçimde değerlendirir.

Necati Cumalı’nın kimi yapıtları, adının da önüne geçmiştir. "Kızılçullu Yolu" şiiri bunlardan biridir. Çocukluk yaşamından izler taşıyan şiirde şu dizelerle karşılaşırız:

Hıdırellez günü, Kızılçullu yolu / Beni herkes severdi çocukluğumda / Arabacı yanına oturtur / Kırbacı bana verirdi /.../ Ben Fıtnat hanımın oğlu, Zayıf bir kızı severdi / Gözlerinin içi gülerdi /.../ Hıdırellez güneşi / Beraber tırmanmadık mı ağaçlara? / Siz kanatmadınız mı ellerimi / Elma çiçekleri?

Onun "Tevrat ve Kuran"dan el alarak yazdığı "Öldürmeyeceksin" şiiri evrensel bir izleğin yaşamdaki yerine göndermedir: Dinlerin buyruğuydu / Öldürmeyeceksin / Tapınaklarda çaktılar çarmıhları / Elleri kanlı camilerden çıktılar / Kalem kırdılar yargı yerlerinde / Peygamberlerini dinlemediler(...)

Yazdığı yüzlerce şiirinin yanına şiir çevirileri de ekler. Guillaume Apollinaire’den "Marizibill" ile "Mirabeau Köprüsü"; Antonio Machado’dan "Savaş" bunlara örnektir.

TÜRKÇEYE ÖZEN GÖSTEREN BİR SANATÇININ EMEĞİ

"Yaşım ilerledikçe Türkçe’ye hayranlığım artıyor. Bana Paris’te tanıdığım Yunanlı bir bilgin ‘Dünyada tanıdığım üç büyük şiir dili var: Türkçe, Rumca, İngilizce’ demişti. Bu dillerin şiirdeki imkânlarına hiçbir dil sahip değildir. Yüzyıllarca ihmal edilmiş bir dille yazıyoruz. Bu dildeki esneklik, bu dildeki mimari, hiçbir dilde yoktur..." diyerek Türkçe konusundaki tavrını yansıtır.

Şükran Kurdakul’a göre Cumalı, "Doğayı ve yaşamı bir türkü hafifliği içinde yansıtan" bir yazın insanıdır. 10 Ocak 2001’de aramızdan ayrılan sanatçının ölümü sonrasındaki bir yazıda onun "Yazın hayatı boyunca 579 şiirden oluşan 14 şiir kitabı, biri uyarlama olmak üzere 29 oyun, dokuz hikâye kitabı, altı roman, altı deneme, bir senaryo, bir anı kitabı, beş çeviri ve iki inceleme olmak üzere toplam yetmiş üç eseri"nin yayımlandığı belirtilir.

Necati Cumalı onca yapıtına, doğduğu toprağa yönelttiği düşler çerçevesinde Makedonya 1900 ile Viran Dağlar’ı da ekler. Bu yapıtlarda; değişik kökene sahip asırlarca birlikte yaşayan halkların birbirine düşman kesilmesini, aynı coğrafyada Osmanlı topraklarının elden çıkışı sonucu uç beyi olarak yaşayan bir ailenin son temsilcisi Zülfikar Bey’in yaşamını anlatır.

Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, Yeditepe Şiir Armağanı, Sait Faik Hikâye Armağanı, Kültür Bakanlığı Tiyatro Ödülü, Orhan Kemal ve Yunus Nadi Roman Ödülleri ile Dil Derneği’nin düzenlediği Ömer Asım Aksoy Roman Ödülü sahibi Cumalı’ya; Tiyatro Yazarları Derneği tarafından Türk tiyatrosuna katkılarından dolayı "Onur Ödülü" verilmişti. Necati Cumalı, ölümünden sonra Dünya Şiir Günü nedeniyle PEN Yazarlar Derneği 2001 yılı "Şiir Büyük Ödülü"ne değer bulunmuş, ödül, eşi Berin Cumalı’ya sunulmuştu.

Cumhuriyet Türkiye’sinin değerleriyle yetişmiş önemli bir sanatçı olan Cumalı’yı; yazınımızın lirik bir şairi, gözlediği her insanın, yaşadığı nice olayın, seçtiği onca konunun serüvenini değişik türlerdeki yapıtlarına gerçekçi bir anlatımla nakışlayan bir yazar olarak selamlıyorum.

Sonraki Haber