Halide Edip’in ‘Döner Ayna’sı

“Döner Ayna”, Halide Edip Adıvar’ın son dönem romanlarından biridir. Bilindiği gibi yazarın 1940’lardan sonra kaleme aldığı yapıtları, ilk dönem yapıtları kadar ilgi görmemiştir.

9 Ocak 1964’da aramızdan ayrılmıştı...

Cumhuriyet öncesi mandacılığı savunan fikirleri ve sonrasında Atatürk’e kırgınlığı yüzünden Türkiye’den ayrılan, 1938’den sonra ülkeye temelli dönen Halide Edip, dışarıda geçirdiği on dört yıl boyunca sevgili yurdundan ve Türklüğünden hiç kopmadığını, bu dönemde kaleme aldığı özellikle Türk toplumunun yapısal özelliklerini irdeleyen yapıtlarıyla sergileyecektir. II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Cumhuriyet Türkiyesinde oluşan sınıf yapılanmalarını son romanlarında derinlemesine işleyecektir. Yazınımızda toplumcu gerçekçi romanın hızla yükseldiği, köy gerçeklerinin romana yansıdığı bu dönemde bu özgün Halide Edip yapıtları, hak ettikleri ilgiyi çekemeyecektir. Oysa o, görgüsüz savaş zenginlerinden oluşan, yabancı (ve özellikle Amerikalı) kişilerle içli dışlı üst tabaka burjuva insanlarıyla kente göçen ahlak yoksunu köylü tabakanın yoz insanlarını, varsıl-yoksul ayrımını, toplumun kendine yabancılaşmasını, dış siyasal baskıların dünyada ve ülkemizde duyumsanan gücünü olağanüstü bir biçemle irdeleyecek, ülkenin sosyal değişimini, topluma tuttuğu “Döner Ayna”sıyla güçlü bir ışıldak gibi aydınlatacaktır.

Yazar; ona göre çok çabuk gerçekleşen Cumhuriyet Devrimlerinin, özellikle kadınlara özgürlükler getiren Medeni Kanun’un toplum kesimlerince nasıl yanlış yorumlandığını, ülkeye giren maddeci kapitalist siyasal ideolojilerin; bin yıldır değişmeyen dinsel/sosyal gelenekler doğrultusunda toplumun kadın-erkek tüm bireylerini etkileyerek nasıl yozlaştırdığını “Döner Ayna”da sergiler. Yani “Döner Ayna”nın ana teması, Cumhuriyet’le gelen Medeni Kanun’un, toplumun kırsal kesim kadınına hiçbir yaşamsal değişiklik sağlamadığı, dahası giderek ruhsuzlaşıp sığlaşan, maddeleşen kent yaşamının etkisiyle de hızla bozulan köylülüğün, kadının köle durumunu daha da ağırlaştırıp yozlaştırdığı gerçeğidir. Daha önce kaleme aldığı (1937) Yolpalas Cinayeti’nde ilk kez işlediği köylü kadının ezik (katil) kimliğini, giderek daha da gerçekçi biçimde Döner Ayna’daki erkekte ortaya koyar. Faturasını da, doğru düzgün işletilmeyen siyasal yönetime çıkartır. Cumhuriyet devrimlerinin alt kesim insanına yansıtılmadığını vurgulayan yazar, köyün sahibi/ağası varsıl aileyle, yoksul/maraba köylüler arasındaki çarpık yaşam düzenini işler. Cumhuriyet Devrimlerinin sosyal devlet anlayışının, ağalık düzeniyle yönlendirilen köy yaşantısında hiçbir değeri olmadığını gözler önüne serer. Dahası Atatürk’ün ölümünden sonra CHP tek parti döneminde ağaların partiye alınarak yönetime ortak olmalarına, dış destek sağlayıp ülkeyi yönetmeye başlamalarına da gönderme yaparak, köylünün bilgisiz, geri kalışının nedenlerini; göstermelik bir demokrasi düzeni içinde süregiden dış destekli zalim düzenin varlığına bağlar. Kadın da bu düzenin insanı tutsak kılışının baş göstergesidir. Yazar; demokrasi ve eşitlik ilkelerine uygun gibi gözüken liberal/kapitalist, ama aslında salt çıkarcı, bencil, talancı, yoz, dahası baskıcı/faşist uygulamalarla kent insanının kimliğini şaşırmasına neden olan toplumsal durumu bir başka yapıtı “Sonsuz Panayır”da da işlemiştir. “Döner Ayna” da bu kez, kırsal kesim insanının ve kadınının bu yoz kapitalist/faşist ortaçağ düzeni içinde nasıl bir kölelik ve yozlaşma yaşadığını sergiler. Mal gibi alınıp satılan, sahipsiz kalınca da dayağa, tecavüze maruz kalan kadının çaresiz durumudur “Döner Ayna”daki Hanife’nin başına gelenler... Artık burada; Kurtuluş Savaşı’na yüreğinin tüm saflığıyla, inancıyla ve kanıyla canıyla katılan Türk köylüsü yoktur. Yalancı, vurguncu ağaya boyun eğmiş, toprağını ağaya kaptırmış ama kendisi de binbir dolapla kötülüğe batmış, bin yıldır işlediği, canıyla savaşarak koruduğu toprağından koparak, talanla, soygunla, kaçakçılıkla ve cinayetle yaşayan köylü erkek vardır. Aklı fikri tıpkı ağası ya da toplumun yönetici sınıfı gibi “almak-satmak” olan bu köylü; kaçakçıların, afyoncuların içinde büyümüş cahil çiftlik yanaşması tecavüzcü Mürsel tiplemesinde iyice belirginleşir. Mürsel, Hanife’yi eze eze, döve döve “terbiye” eder. Hanife’nin yasa insanlarına şikayet etmesi olasılığına karşı da: “O cübbeli hakimlere kızın isteğiyle geldiğini söyleyip, Kur’an’a el basacağını” dile getirir: “Cumhuriyet var be... Karılar istedikleri herifin koynuna girer artık. Hürriyet var. Saltanat günleri geçti be. Kimse bir kızı babasının emriyle artık istemediği herife veremez. Kaçırmak falan, babasının elinden kurtulmak için bir oyun. Biz Hanife’yle önceden konuştuk, anlaştık.”(Döner Ayna, s. 95)

Yazara göre kadın toplumsal yaşamda özgürleştikçe onun cinselliğine ve bedenine yönelik tacizler, tecavüzler tüm dünyada artmaktadır ve bu durum, ne kadar yasayla, sanatla, bilimle sergilense de önlenemeyen bir boyuta tırmanmıştır.

Bugün dünyaca ve ülkemizce gelinen toplumsal durumun önsezili bir yansımasıdır bu görüş: Erkeğin kadına baskısını; “Vurmak, öldürmek, herkesin suratına çamur sıvamak, kendimizi göstermek için şamata ve hırsızlık... İstanbul şehri bugün bir açık hava tımarhanesi!” (Döner Ayna, s. 207) sözleriyle vurgulayan Halide Edip Adıvar, eğer günümüzde yaşasaydı söndürülen sosyalizm ve yükselen faşizmin gölgesinde kapitalizmin, küreselleşme (emperyalizm) adı altında tüm dünyaya dayattığı “tarikat-siyaset-ticaret mafya düzenini” kimbilir nasıl eleştirecek, özellikle doğu toplumlarına batılı uygar ülkelerin “dinci” siyaseti, “kadın” üzerinden kimbilir nasıl irdeleyecekti? Sabiha Sertel’e yıllar sonra “Atatürk haklıydı” diyen yazar, bugünün Amerika’sını acaba nasıl görecekti?

Kaynakça: Tansu Bele/ Kurtuluş Savaşında Bir Kadın: H.Edip Adıvar

Sonraki Haber