Harf ve Dil Devrimi aceleye mi getirildi?

Biz kimliğimizi, kültürümüzü Atatürk dönemiyle daha iyi anlamaya, tanımaya başladık. Bugün de Türkçe, özellikle İngilizcenin tehdidi altındadır. Bu durumun ivedilikle gözden geçirilmesi, Türkçenin dış etkilere karşı korunması şarttır

Harf Devrimi ile Dil Devrimi üzerine tartışma bitmiyor. Her ikisinin de aceleye getirildiği, bunun Atatürk’ün hatası olduğu söylendi. Kimler böyle düşünebilir: Türkçenin tarihsel gelişimini, Osmanlıcanın kullanıldığı dönemi iyi bilmeyenler...

Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan sosyal, kültürel canlı bir kurumdur. Günlük yaşamda, toplumsal yaşamda, sanat ve bilim alanında ne denli eksiksiz ve doğru kullanılırsa o denli gelişir, o denli büyür. Dünyada her dil bir başkasından etkilenmiş, sözcük alışverişinde bulunmuştur. Bu etkilenmede ölçü kaçırılırsa dilde yozlaşma, zayıflama baş gösterir. Eğer bu etkileşim, dilin yüzlerce yıllık birikimiyle oluşan kurallarını bozmaya başlamışsa dildeki yozlaşma, gerileme tehlikeli boyuttadır. Dil kurallarının yıkımı ve sözcüklerin, deyimlerin, terimlerin yitimi artarsa dil; doğal koşullarda onarılması mümkün olmayan hasar görür, hatta zaman içinde ölür.

DİLİMİZİN ETKİLEŞİMİ

İşte Türkçeyi özellikle XIII. yüzyıldan sonra din yoluyla Arapça, edebiyat yoluyla da Farsça etkilemeye başlamış, o zamana kadar tek bir kol hâlinde ilerleyen edebiyatımız, Türk Halk Edebiyatı ve Divan Edebiyatı diye ikiye ayrılmıştır. O döneme kadar verilen ürünler genelde sözlü ürünler olduğu, Türkler de göçebe oldukları için, edebiyat ürünleri kaydedilmemiş, bu yüzden birçok ürün unutulmuştur. Düşünsenize büyük bir uygarlık olan Hun Türkleri hakkındaki bilgileri de Çin kaynaklarından öğreniyoruz. Türk Edebiyatı’nda yazılmış ilk sözlük, “Türkçenin Hafızası” da denen Divanü Lügat’it Türk XI. yüzyılda yazılmıştır. Daha o zamandan Arapça hayranlığı başladığı için Kaşgarlı Mahmut, Türkçenin, en az Arapça kadar köklü bir dil olduğunu kanıtlamak amacıyla yazmıştır bu eseri. Dil bilim tarihine göre dünyada ilk yazılı sözlük çalışması ise MÖ XI. yüzyılda hazırlanmış Çince sözlük çalışmasıdır.

TÜRKÇE NEREDEYSE UNUTULACAKTI

Türkçe, Divan Edebiyatı’nda Arapça ve Farsçanın hâkimiyeti altındayken gittikçe zayıflamış, neredeyse unutulur olmuştur. Dildeki kötüye gidişi bir tehlike olarak gören Karamanoğlu Mehmet Bey (XIII. yy.) “Bundan sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya” diye ferman yayınlamıştır. XVI./XVII. yüzyıl metinlerinde ise Türkçe sözcüklerin sayısı çok azdır. O dönem yazılı ürünlerinden bazılarını, Medrese öğrenimi gören kişiler bile zor anlamaktadır. Aşağıda XVI. yüzyıl şairlerimizden Bâkî’ye ait bir beyit veriyoruz:

Ey pây-ı bend-i dâm-geh-i kayd-namûneng

Tâ key hevâ-yi meşgale-i dehr-i bî direng (Bâkî)

Böyle olunca halkla saray çevresi arasındaki iletişim iyice zayıflar. Hem düz yazıda hem şiirde görülen bu durum, sanatçıları bile rahatsız etmeye başlamış olmalı ki, XVIII. yüzyıl şairi Nedim; halk edebiyatına yaklaşmış, şiirlerinde Türkçe deyimlere yer vermeye başlamıştır:

Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârım.

Şarkı okuyup geçdi bir âfet var içinde (Nedim)

“Osmanlıca” denen bu karma dilin edebiyat ve bilim dilinde kişileri zora düşürmesiyle gittikçe şikâyetler başlar. 1860’ta başlayan Tanzimat Döneminde ise sanatçılar; çok ağırlaşan bu dile karşı sade, anlaşılır bir dil kullanma gereğini hisseder ve Türkçe yazmaya çalışırlar. Şinasi, Muallim Naci, Ahmet Cevdet Paşa ve Ahmet Mithat Efendi gibi aydınlar, yazı dilinin sadeleşmesi konusunda çaba göstermişlerdir. Çöküşe geçmiş Osmanlı İmparatorluğu’nda yeniden gelişmenin sağlanabilmesi için millî bir eğitime gereksinim duyulduğunu da dile getirirler. O dönem aydınları, yazı dili ile okuma dili arasındaki uçurumun giderilebilmesi için çalışsalar da istedikleri düzeye gelememişlerdir.

Ne yazık ki bu çabalar Servet-i Fünun Dönemi’nde rafa kaldırılır. Ancak, Servet-i Fünun sanatçılarının tutumu eleştirilere yol açar. Ahmet Mithat, Şemseddin Sami, Necip Asım, Ahmet Rasim, Mehmet Celâl vb. yazarlar İstanbul ağzının kullanılması gerektiğini, yabancı tamlamaların atılmasını, Türkçe karşılığı olan yabancı sözcüklere yer verilmemesini savunurlar. 1909'dan sonra çıkarılan "Türk Derneği" adlı dergide ve "Genç Kalemler" dergisinde de dilde sadeleşme gereği savunulur. Cumhuriyet’e kadar süren bu çalışmalarda ne yazık ki istenen düzeye gelinememiştir.

ARAP HARFLERİ ISLAHI

Ayrıca, Arap harflerinin ıslahı üzerine çalışmalar yürütüldüğünü de biliyoruz. Bu konuda Azerî Türklerinden Ahundzâde-Feth Ali’nin çalışması dikkate değer. Müslüman Türklerce kullanılan yazı sisteminin öğrenme güçlüğüne yol açtığına inandığı için yeni bir yazı sistemi geliştirerek bunu 1863 yılında Osmanlı’ya sunar. Ahundzâde-Feth Ali’nin önerisi kabul edilmez.

Görülüyor ki kısaca özetlediğimiz ve Atatürk’e kadar yüzyıl süren bu çalışmalar bilinmediği için Harf Devriminde ve Dil Devriminde Atatürk’ün acele karar verdiği düşünülüyor. Oysa yukarıda kısaca değindiğimiz gibi, her iki konuda daha önceleri girişimlerde bulunulmuş, uzun yıllar çaba gösterilmiş ama başarılı olunamamıştır.

Her iki devrim de gerekli ve öncelikliydi. Bu devrimlerle kültürümüzün öldürüldüğünden söz ediliyor. Osmanlı döneminde kültürümüz zaten öldürülmüştü. Biz kimliğimizi, kültürümüzü Atatürk dönemiyle daha iyi anlamaya, tanımaya başladık.

Bugün de Türkçe, özellikle İngilizcenin tehdidi altındadır. Bu durumun ivedilikle gözden geçirilmesi, Türkçenin dış etkilere karşı korunması şarttır. Çünkü, artık deyimlerimizi, tamlama kurallarımızı, Türkçe eylem çekimini bile unutmak üzereyiz.

Dili olmayanın ne vatanı olur ne kimliği! Şu söz kulağımıza küpe olsun: "Ordusunu kaybeden millet tehlikededir, istiklalini kaybeden millet felakete düşmüştür. Dilini kaybeden millet ise yok olmuş demektir."

Sonraki Haber