Hunlar Avrasya’nın ilk mimarları mı?
Bilim ve Ütopya dergisi Hunlar'a mercek tuttu. F. Sinkovics’in “Attila’nın İzinde” makalesini yayımlayan dergi, Macar yazarın şu tespitini aktarıyor: “Teknolojik gelişmeler, arkeogenetik ve bazı arkeolog ve tarihçilerin azmi sayesinde artık kanıtlanmış tarihi bir gerçeğiz: Hunların torunlarıyız!”
Bilim ve Ütopya dergisi, son sayısını Hunlara ayırmış. Hunlar konusu, Avrasya tartışmalarının yoğunlaştığı bu günlerde önem kazandı. Hunlar Avrasya’nın ilk mimarları mı?
Derginin yönetmeni Cemil Gözel tanıtım yazısında F. Sinkovics’in “Attila’nın İzinde” makalesini yayınlamaktan duydukları heyecanı hatırlattıktan sonra Macar yazarın şu tespitinin altını çiziyor; “Teknolojik gelişmeler, arkeogenetik ve bazı arkeolog ve tarihçilerin azim sayesinde artık gülünüp geçiştirilecek bir efsane değil, defalarca kanıtlanmış tarihi bir gerçeğiz: Hunların torunlarıyız.”
AVRUPA MERKEZCİ TARİH OKUMASINA İSYAN
Tespit önemli; Avrupa merkezli tarih yazımını sarsıyor yazar: dahası, tespit Bilim Ütopya yönetimini Hunlar konusunda derinleşmeye ikna etmiş. Hunlar sayısının Sinkovics’in makalesinden doğduğunu itiraf ediyor, Hunları “barbar” olarak aşağılayan Avrupa merkezci tarih okumasına isyan ediyor Cemil Gözel.
Avrasya’da kurulan imparatorlukların ilki olan ve etkileri bin yıl süren Hun imparatorluğu hakkında Çin ve Moğol arkeologların işbirliği ile yapılan kazılarda elde edilen bulguların Hunların tarihindeki kimi boşlukları doldurduğuna işaret eden Gözel, yayımladıkları yazıların devlet teorisi üzerinde çalışan bilim insanlarına yeni ufuklar açtığına dikkat çekiyor.
Dergi, Hun kurganlarında Çinli ve Moğol arkeologların işbirliği ile yapılan ve Çinli yazar Sun Wenye tarafından kaleme alınan bulguları da açıklıyor. Archaelogy dergisinin 2019’un 10 büyük arkeolojik keşif listesinde yer alan Gümüş Ejderhalar Mezarı’nın önemine işaret eden yazı, keşfin Hun tarihine ışık tutan yanları üzerinde yoğunlaşıyor.
Dergi, Büyük Hun İmparatorluğunun imparatorluk düzeyinde ve yerel düzeyde genetik nüfus yapısını ele alan, teknik yanı ağır basan çok yazarlı incelemeye de yer verdikten sonra, sözü bu konunun ülkemizdeki en önemli uzmanlarından Prof. Ahmet Taşağıl’a bırakıyor: Ahmet hocanın yazısı Hunlar üzerinde yoğunlaşırken, Hunların tarihi ile Çinlerin tarihinin ne kadar iç içe olduğunu bir güzel anlatıyor.
ORTA ASYA’DA İLK DEVLET
Bizler ülkemizde Hunların göçebeliğin hangi aşamasında olduğunu tartışa duralım, Prof. Taşağıl, Asya Hun imparatorluğunun Orta Asya’da ilk devlet olduğunun altını çiziyor. Diğer bir deyişle, konu Hunların da ötesine geçerek, Aydınlık’ın bir süredir okurun dikkatini çekmeye çalıştığı, “Göçebe devlet” teorisine uzanıyor.
Çin kaynaklarında adı Hsiung nu olarak geçen kavmin aslının Hunlar olduğunu belirten Prof. Taşağıl Hunların Savaşan Devletler döneminin (M.Ö. 403-221) sonunda Çin tarihlerinde kesin biçimde yer aldığını ve aynı dönemde Çinlilerin Hunları önlemek için savunma duvarları inşa etmeye başladıklarını hatırlatıyor.
Kendilerine karşı savunma tedbirleri artıp pekiştirildikçe Hunların kuzeydeki dağlara çekilmeye mecbur kaldıklarını belirtiyor.
MÖ 209’da Mo-tu’nun (Mete) tahta çıktığını belirten Mete’nin tahta çıkışını anekdotlarla anlatan Ahmet Hoca, Mete’nın adamlarını katı bir eğitime tabi tutarak sonunda 10 bin kişiyi kendi istediği gibi (Türkçedeki deyişle; uçan kuşu gözünden, kaçan tavşanı ard ayağından vuran) yetiştirdiğini anlatıyor.
HUNLARLA ÇİNLİLER
Hunların tarihinin Çin ile Çinlilerin tarihinin ise Hunlarla çatışarak geliştiğini ayrıntıları ile açıklayan Prof. A. Taşağıl Mete tahta çıkınca Çin imparatorunun evlenmesi için bir Çinli prensesi gönderdiğini, iki kavim arasındaki barışın sürmesini dilediğini, Mete’nin de barış isteğini olumlu karşıladığını anlatıyor.
Mete’den sonra yerine geçen oğlunun babasının siyasetini devam ettirdiğini, barışı sürdürmek için Çinlileri zaman zaman zorlasa da barıştan vaz geçmediğini belirtiyor.
M.Ö. 158 yılında uzun süreli Hun akınlarının ardından Çin imparatoru Han Wen, Hunların Çin sınırında ticaret yapmalarına izin veriyor.
M.Ö. 134 yılının Hun ve Çin ilişkilerinin dönüm noktası olduğuna, o yılda Çinlilerin kurduğu tuzağa düşmekten son anda kurtulan Hunların, bu olaydan sonra Çinlilerle ilişkilerinin bozulduğuna işaret ediyor.
Hunlarla Çinlilerin inişli çıkışlı ilişkilerinin tarihin en önemli olaylarından İpekyolu’nu yarattığını da hatırlatıyor.
Çinlileri çok uğraştıran Hunların kendi aralarında bölünmeleri çok önemli sonuçlar doğuruyor. Kuzey Hunlarının baskısını daha fazla hisseden Güney Hunları zaman ilerledikçe Han hanedanına yani Çinlilere daha fazla yakınlaşınca Çin’e yakın bölgelere taşınıyorlar. Bu arada birçok Hun boyu Çin uyruğuna geçiyor.
Buna karşılık Kuzey Hunlarının batıya göç ederek kendilerine yeni yurtlar aradıklarını Avrupa’nın kalbine kadar uzandıklarını biliyoruz.
Bilim Ütopya dergisinin yayını bizim tarihimize olduğu kadar Avrupa tarihine de ışık tutuyor. Bu çalışmaların derinleşmesi, uygarlık tarihinin yeniden yazılmasına bile vesile olabilir.
ATTİLA'NIN İZİNDE FERENC SİNKOVİCS
Teknolojik gelişmeler, arkeogenetik ve bazı arkeolog ve tarihçilerin azmi sayesinde artık gülünüp geçilecek bir efsane değil, defalarca kanıtlanmış tarihî bir gerçeğiz: Hunların torunlarıyız.
(…)
Moğolistan Bilimler Akademisi ve Macar Araştırma Enstitüsü tarafından bu yıl Ar Gunt'ta gerçekleştirilen kazı çalışmaları şaşırtıcı sonuçlar verdi. Bu Moğol mezarlığında şimdiye kadar kırk Hun mezarı tespit edilmiş olup, bunlardan yedisi bu yılın ilk yarısında açılmış ve incelenmiştir. Gerçekten de bulgular oldukça aydınlatıcı ve bir dizi sonuca varılmasına olanak sağlıyor.
(…)
Hunlar – ve bu yine ana akım bilimsel görüştür – “göçebe” bir halktı. Bu aşağılayıcı görüş büyük olasılıkla 18. yüzyılda gelişen Fin-Ugor köken teorisi doğrultusunda yayılmış ve pekiştirilmiştir ve bazı araştırmacıların “barbar” etiketini yapıştırmaması sadece iyi bir şanstır. Buna karşılık, birçok anlatı Hunların maden ocaklarına, metal atölyelerine, sanayi tesislerine sahip olduklarını, tarımda yetenekli olduklarını ve hatta ileri düzeyde ticaretle uğraştıklarını kaydetmektedir.
(…)
Arkeogenetik araştırmalar artık akrabalık ve soy sorununa kesin ve doğru çözümler sunabilmekte, varsayımlara olan ihtiyacı ortadan kaldırmaktadır. Miklós Makoldi'ye göre Hunların genetik birliği kanıtlanmış bilimsel bir gerçektir. Günlük yaşamları katı kurallar ve güçlü merkezi otorite tarafından yönetiliyordu, ancak kabileleri dinlerini seçmekte özgürdü.
Batı uygarlığından farklı bir örgütlenme ilkesine ve dünya görüşüne göre işleyen bir kültürdür ve çok daha hareketli bir tarzdadır. Göçebe bir uygarlık değil, devlet yaşamının ve devlet yapısının tüm temel özelliklerine sahip atlı okçu bir kültürdü.
(…)
Moğolistan'da yakın zamanda keşfedilen eserleri tüm Macarların görebilmesi çok önemlidir, çünkü bunlar kökenlerimizle ilgili en yeni bilimsel teorileri doğrulamaktadır. Önümüzdeki ilkbaharda Macar Araştırmaları Enstitüsü, Budapeşte'de kazılan Hun hazinelerinden oluşan büyük bir sergiye ev sahipliği yapmayı planlıyor.
(Bu makale ilk olarak 2022 yılında Macarca yayın yapan Eurázsia dergimizde yayınlanmıştır. Berke Mustafa Berkil tarafından dilimize çevrilmiştir.)