‘Çağdaşlaşma algısı Avrupa merkezciliğe dönüştü’

Şair Hüseyin Ferhad, Batı için yalnızca ‘kendisi’ ve ‘öteki’ olduğuna dikkat çekti. Çağdaşlaşma ve modernizm algısının Avrupa merkezciliğe dönüştüğünü söyleyen Ferhad, buna karşı “duruş” konusunun birçok boyutu olduğunu ifade etti

Günümüz Türk Şiiri soruşturmasına Şair Hüseyin Ferhad’ın yanıtlarıyla devam ediyoruz. Modern Türk Şiirinin politik bir şiir olduğunu belirten Ferhad, buna karşın şairin bir toplum mühendisi olmadığını söyledi. Şiirin doğası gereği muhalif olduğunu söyleyen Ferhad, sözün gücünü gündelik tartışmalara indirgememek gerektiğini kaydetti. Medeniyet tartışmalarına da değinen Usta Şair, Batı için kendisi ve öteki olduğunun altını çizdi. Çağdaşlaşma ve modernizm algısının Avrupamerkezciliğe dönüştüğünü söyleyen Ferhad, konunun kitap boyutunda tartışılması gerektiğine dikkat çekti.

İNSANIN DÜNYA HALLERİ

ŞİİR TARİHİ ÜZERİNDEN OKUNABİLİR

• 21. yüzyılda şiirin yeni bir tanımından söz edilebilir mi?

-Şiir ilkel, ilksel bir türdür. Sümerlerden, kadim Yunanlılardan beri süregelen bir tür. İnsanın boy aynası, bireysel ve sınıfsal serüveninin fezlekesi, seyir defteri denebilecek bir tür. Miadı, son kullanma tarihi olmayan bir tür. Ne’liğine dönük tüm karşıt tezleri, pratikleri de içeren bir tür. Bugün Homeros’la Li Po ya da Nâzım Hikmet’i, Enlil’le Sappho ya da Gülten Akın’ı ayıran tek şey içine doğdukları tarihî ve fizikî coğrafyadır. Erdem, suhulet, dayanışma, arkadaşlık, cesaret, aşk, aile ve ülke sevgisi gibi evrensel, insanî değerler aynıdır. Daha önemlisi; insanın, eski tabirle ben-i Âdem’in dünya hallerini şiir üzerinden, şiir tarihi üzerinden okumak mümkündür. İkonların, ikon olarak gösterilen oyuncuların, siyasî figürlerin de çoğu şairdir zaten. Bu; kadim tarihimiz için de geçerlidir, yakın, çok yakın tarihimiz için de. Bana göre, 21. yüzyıl herhangi bir zaman dilimidir, yeni bir çağı, radikal bir değişimi işaret etmemektedir. Şairler yine ‘bildiğini okuyacak’tır.

TÜRK ŞİİRİ POLİTİKTİR

• Dönem dönem ortaya atılan bir iddiadır. Şiir bitti mi?

-Türk şiiri, hiç değilse modern Türk şiiri, politik içerimli bir şiirdir. Red ıralıdır. Nitekim klasik şiire dönük düşmanlığın gerisinde ne Servet-i Fünûn vardır, ne Fecr-i Ati. Poetik tartışmaları, barikat, damar arayışlarını birtakım çokbilmişler, felaket tacirleri şirazesinden çıkarmıştır. Aynı şey mütareke, kurtuluş, kuruluş yılları için de geçerlidir, yakın dönemler için de. Türkiye; Nâzım Hikmet’le, 40 Kuşağı’yla, Garip’le İkinci Dünya Savaşını ‘uzaktan’ izlemiştir, ama yine makûs talihini yenememiştir. Savaşanların fakir komşusu olmaklıktan kurulamamıştır. Çünkü belleği karartılmıştır, yazgısının kara olduğuna ‘ikna edilmiştir’. İlginçtir, şiire ‘Fatiha okumaya’ hazırlanan yine aynı çevredir, hakem heyetidir. Kaale almamak gerek bence.

‘ŞAİR TOPLUM MÜHENDİSİ DEĞİLDİR’

• Şiirin halkla arası nasıl? Geniş kitleler şiirin sesini ne kadar duyuyor?

-Şiir nihayet bir kurmacadır. Bir yaratı, yapıntı. Şair de bir “mübdi”dir; rahlesinde birçok örnek, ‘model’ olsa da yepyeni dizeler, şiirler kotaran bir yaratıcı. Gelgelelim, şiir dili döngüseldir, okurda vücut bulur. Okurun imgeleminde, fikir haznesinde! Özdemir İnce’nin demesiyle, şiirsel değer, metin ile okur arasındaki diyalektikten doğar, varlık kazanır. Yoo, çoğul adıl ya da zamirler (biz, siz, onlar) şairi halktan, ahaliden biri kılmaz. Aksine, şiiri söyleve, marşa, ‘sözlü müzik’ formlarına indirger. Okur bir kitle, katman ya da grup değildir. Şair de bir toplum mühendisi, kanaat önderi, uçbeyi değil. Ama dil seçimi, ele aldığı sorunlar, sahne görgüsü, konuşlandığı yer, gösterdiği insan manzaraları, arka çıktığı sınıf; onu öne, birkaç fersah öteye itebilir. Bir ikona, kahramana da dönüştürebilir. Ya da tam tersi…

‘ŞİİR İLKSEL BİR TÜRDÜR’

• Bir fikir de şu: Şiirin aslında bütün sanatsal türlere, biçimlere etki ettiği, onların içine sızdığı şeklinde. Bu bağlamda şiir ve resim, şiir ve sinema, şiir ve müzik birlikte değerlendiriliyor. Sizce bu doğru mu? Doğruysa bu bağ nasıl oluştu?

-Şiir ilkel, ilksel bir türdür. İşitsel, görsel sanatların, dinsel ritüellerin, dua ve ilahilerin ana kaynağıdır. İlk şifacıların, şamanların, kadim bilgelerin, hezârfen ya da polimatların şair olması bundandır, bu yüzdendir. Şiir, her şeyden önce etik/estetik bir ölçüttür, iyinin, güzelin altın oranı. Birkaç ay evvel, Varlık’ta, yeni yayımlanan şiir kitabım Aşktır, Nerde Görsem Tanırım Onu vesilesiyle kurduğum şu paragraf, küçük bir değişiklikle, tam da bu sorunun karşılığı: “Şairler aynı klandandır. Aynı nüfus/nüfuz kütüğüne kayıtlıdırlar. Kimi öykücü ve romancılar örneğin Yaşar Kemal, Füruzan, İhsan Oktay Anar, Şebnem İşigüzel, kimi eleştirmenler örneğin Memet Fuat, Orhan Koçak, kimi ressamlar örneğin Ekrem Kahraman, Habip Aydoğdu, Cengiz Savaş, kimi karikatürcüler örneğin Selçuk Demirel, Cihan Demirci, kimi sinemacılar örneğin Zeki Demirkubuz, Ferzan Özpetek, Nuri Bilge Ceylan da bu klandandırlar. Teyid ve takdir tarihe aittir. Miadı dolan kalemşorları, sanat insanlarını, akım ve grupları sadece o düşer kütükten. Ama her şair oturduğu mahallenin muhtarını, ihtiyar heyetini, uzak ve yakın komşularını kendisi seçer.”

ELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ DAHA ÇOK GELİŞTİ

• Son dönemde şiir kitaplarının satış oranları hayli düşük. Eskiden olduğu gibi dişe dokunur şiir eleştirileri ve polemikleri de yayınlanmıyor. Bunun sebebi nedir?

Tam tersi, son dönem, haddinden fazla şiir kitabı yayımlandı. Yayımlanıyor! Özellikle butik yayınevleri tarafından. Kitap fuarlarına, internet sitelerine şöyle bir bakmak kâfi. Eskiye göre, ‘dişe dokunur şiir eleştiri ve polemikleri de yayımlanmıyor’ yargısı da doğru değil. Örneğin 50’li, 60’lı yıllardan daha fazla eleştirmen, şiir/edebiyat düşünürü var bugün. Kaldı ki şairlerin çoğu ayaklı kütüphaneden, Google’dan farksız. Poetik sorunlara müdahaleleri, ikaz ve öngörüleri de yetkin, ufuk açıcı, hayranlık uyandırıcı cinsten: Özdemir İnce, Enis Batur, İsmet Özel, Celâl Soycan, Ebubekir Eroğlu, Gülseli İnal, Seyyit Nezir, Ali Ayçil, Metin Cengiz, Turgay Fişekçi, Tahir Abacı, Yusuf Alper, Hayri K. Yetik, Tuğrul Tanyol, Metin Turan, Adnan Özer, Metin Celâl, Mehmet Can Doğan, Bâki Asiltürk, Aydın Afacan, Şeref Bilsel, daha gençlerden Müesser Yeniay, Cengiz Şenol…

ŞİİRİN GÜCÜ GÜNDELİK SORUNLARA İNDİRGENMEMELİ

• Şairin toplumda yönlendirici bir gücü vardı. Şair duyarlılığından ve şiirinin etkisinden hep söz edilir ki bu yüzden geçmişte pek çok şair gazaba uğramıştır. Günümüzde şairin böyle bir gücü kaldı mı?

-Olmaz mı? Şiir, doğası gereği muhaliftir. Mazlumdan, aşktan, adaletten, barıştan, “öteki”nden, kır ve kent yoksullarından yanadır. Şiirin işlevine, öz ve biçim birlikteliğine, sağ ve sol tefrike, reaya ve kapıkulu şairlerine dönük eski tartışmalara, polemiklere komşuluk etmek istemem; hayır. 100 yıl, bize göre, içine doğduğumuz Cumhuriyet’e göre uzun bir zaman dilimidir. Ancak poetik tarihimize, şiir kitaplığımıza, nüfus/nüfuz kütüğümüze göre, 100 hatta 200 yıl deryada bir katredir. Şiirin, daha doğrusu Söz’ün ilkel gücünü gündelik sorunlara, siyasî, dinî, etnik restleşmelere indirgememek gerekir. Çünkü Türk şiir antologyası sahici bir kıssalar albümü, efsaneler kataloğudur. Şu ya da bu şekilde katledilen şairlerin sayısı da maalesef Cumhuriyet’in yaşından daha fazladır. Örneğin Kadı Burhaneddin –ki kafası kesilerek öldürülen şairlerimizdendir– salt Türkçenin değil, dünya şiir antologyasının en ilginç figürlerindendir. O, hayatı pahasına, Thomas More’un Utopia’sını hayata geçirmeye ahdetmiş bir şair/derebeyiydi. Hem de ondan 100 küsur yıl önce.

BATI’YA GÖRE KENDİSİ VE ‘BARBARLAR’ VAR’

• Tarihin doğru tarafında durmak bir mesele. Günümüzde de bu konuda turnusol olabilecek pek çok olay yaşandı. 21.yüzyılda şair duruşunu nasıl belirlemeli?

-Türk şiiri “Batı tesiri”ni ‘tesirsiz’ kılmış, bir biçimde onunla bütünleşmiş bir şiirdir. Yine de Doğu-Batı tasnifi, “ikili varoluş” savı günümüze, 80’li yıllara dek sürüp gelmiştir. Daha kötüsü, çağdaşlaşma ya da modernizm algısı giderek Avrupamerkezciliğe (Eurocentrism) dönüşmüştür. Ancak şiir dilsel bir yaratıdır, diller de doğası gereği içine doğduğu coğrafyayı merkez edinir. Kendi olmak ister. Doğal eşkâliyle, kadim töre ve törenleriyle var olmak ister.

Türkler, genel olarak Türkler, bir Avrasya kavmidir. 1849’da, Alexander von Humboldt’ün tanımladığı anlamda bir Avrasya kavmi. Doğu-Batı ikilemi gibi, Türk-İslam sentezi gibi, İndo-Germen kültür kuşağı gibi, Avrasya terimine dönük tartışmalar da siyasîdir, dönemseldir. Avrupa ve Asya’yı bir bütün olarak görmek, birçok ülkenin jeopolitik ve dış politik amaçlarıyla örtüşmemektedir çünkü. Zeki Velidi Togan bile İslamiyet’in kabulünü bir milat olarak görür. Peki Hıristiyan Peçenekleri, Kumanları, Musevî Hazarları, Şaman Yakutları, Hakasları nereye, nasıl konuşlandıracağız o zaman? Dediğim gibi, Doğu-Batı ya da Şark-Garp diye bir tasnif dönemseldir, siyasîdir, miadını doldurmuştur. Merkez insandır, biziz.

Aslında Batı’ya göre Doğu yoktur. Batı ve ‘öteki’, Batı ve Batı-dışı, kadim Yunanlıların tabiriyle biz ve ‘barbarlar’ vardır.

DURUŞ SORUNU ÇOK BOYUTLU BİR KONU

• Anahtar sözcük “öteki” demek. 21. yüzyılın şifresi…

-Bir de “öteki”nin ötekileştirdikleri var. Bilinir, Acem ya da Acemî, Arapların yabancılar için, daha çok anadili Arapça olmayan Müslümanlar, mevaliler için kullandıkları bir sıfattır. Yunan ve Romalıların ‘barbar’ tabiri kadar olmasa da tahkir, küçümseme içerimlidir. Osmanlılar da İranlı anlamında, Pers kökenliler anlamında kullanmışlardır. Benzeri şey Kıptî tabiri için de geçerlidir. Kıptlar ya da Koptlar Mısırın kadim halklarından biri olmasına karşın Osmanlılar döneminde, Çingeneler dahil kökeni bilinmeyen, daha doğrusu merak edilmeyen bütün topluluklar, muhacirler için kullanılmıştır. Koca Ragıp Paşa’nın bir vecizeye, atasözüne dönüşen “Şecaat arz ederken merd-i Kıptî sirkatin söyler” dizesi bu ötekileştirmenin şiir katına sıçrayan en yaygın örneğidir.

Ha, teyid ve takdir tarihe aittir. Acem sıfatı giderek Safevîler dahil, tüm İran halklarını imleyen övgü içerimli bir imgeye, simgeye dönüşmüştür. Neşet Ertaş’ın “Acem Kızı” türküsünü bilirsin: “Çırpınıp da Şanova’ya varınca/ Eğlen Şanova’da kal Acem kızı/ Uğrun uğrun kaş altından bakarken/ Can telef ediyom gül Acem kızı…”

Aslında kitap boyutunda tartışılması gereken bir konu bu “duruş” sorunu. Tarihin, sosyolojinin, siyasî iktisadın konusu…

Sonraki Haber