Hüseyin Yaltırık Aydınlık’a konuştu 3: Öğrencileri türkü derlemeye şevklendirelim

Bu hafta, TRT sanatçısı İbrahim Can ile birlikte, TRT Halk Müziği sanatçısı, derlemeci, halk bilimci, aynı zamanda İngilizce öğretmeni, Doç. Dr. Hüseyin Yaltırık üstadımızla birlikteyiz

Değerli sanatçımızın annesinden duyduğu türküleri, girdiği sınavları, İngilizce öğretmeni olarak atandığı Kırklareli’nde müzik çalışmalarını, gelin sanatçımızdan dinleyelim…

Annenizi biraz anlatır mısınız?

Profesyonel anlamda bir icracılığı yoktu. Evde iş yaparken türkü söylerdi. Bizim “Daireci” dediğimiz çalgıcılarımız vardı. Daire, tefin büyüğüdür, dört tarafında zilleri vardır. Rumeli dairelerinin daha çok özelliği vardır. Vurduğunuz zaman hem tok bir güm sesi hem de zillerin birbirlerine çarpma seslerini duyarsınız.
Selanik'e bağlı Drama kasabasında, Pravişte denilen bölgenin, üç bilinen köyü vardır. Bunlar, Devekıran, Kuçkar, Leftere. Kuçkar, köyü, dağ başında, yukarıdadır. Çünkü Pomaklar dağda, yukarıda yaşarlar. Devekıran bize komşu bir köy, Leftere de bizim atalarımızın köyü.
Oradan 1924 yılında geliyorlar. Dedelerim de bunların içerisinde, babam da tabi. Dört yüz kişilik bir grup olarak İzmir'e gelip Kuşadası'nın eskiden “Rum Çamlı” dedikleri mübadeleyle boşaltılmış Rum köyüne yerleştiriliyorlar. Dedemi ben görmedim ama, ismimi ondan almışım, sesi çok güzelmiş.

ANNEMDEN ÇOK TÜRKÜ ÖĞRENDİM

Annemden duyduğum, öğrendiğim, “Çalın davulları”, “Sabahın seher vaktinde erkenden açıyor”, “Cıngırdaklı potinin ayakta”. Şu anda aklıma gelmeyen birçok türküyü annemden duydum. Annem de dedemden duymuş. Yani kuşaktan kuşağa bir aktarım var.
Köyümüzün dairecisi, zurnacısı, çalgıcısı var. Baba Hasan dedikleri bir zurna ustası var, o da oradan gelme. Bizim çalgıcı Fatma rahmetli oldu, bahsettiğimiz köy Leftere’de annesi Nebiye Hanım'ın yanında daire çalıyor. Dairecilik bir meslek orada da.
Lise son sınıfta iken ben çok radyo dinlerdim. Küçük bir radyom vardı, okulda radyosuz gezmezdim. Gece yatarken, yatmadan önce sürekli dinlerdim. Türküleri dinlerdim daha ziyade. Şarkıları da severdim, şarkı da dinlerdim.

RADYO’DA AMATÖR SANATÇI SINAVINA GİRDİM

1975 yılında lise son sınıfta öğrenciyim, İzmir Radyosu’ndan bir anons duydum;
“Güzellik çirkinlik aranmaz, saz çalan, türkü söyleyen herkes başvurabilir. Radyoda şu tarihler arasında, bir mahalli ve amatör sınavı yapılacak” diye. Ben de aldım sazımı elime, geldim Basmane’ye... On sekiz yaşındayım. Saçlar da zaten talebe saçı o zaman. Dokuz Eylül İzmir'in kurtuluşu günlerinde fuara gelip, ailece kaldığımız bir otelimiz vardı, oraya yerleştim. Sınavda okuduğum türküler o gün için:
“Sıra sıra kazanlar Hanım Ayşe’m,
Karayazı yazanlar,
Cennet yüzü görmesin, Mari Ayşe’m,
Aramızı bozanlar”.
Bu türküyü annemden duymuştum güzel bir türküydü. Oralarda Cafer Efe çok sevilir, bilinir, Söke'yi kurtaran bir Efe. Onun da türküsü güzeldi, hoşuma giderdi, “Aydın'ın içine Kapalı Çarşı” bu türküyü de okudum. Annemden duyduğum gibi okudum.
Sonra Söke'de Germencik’te birisi var, Efe Türkülerini biliyor dediler. Sınava gelmeden önce oraya da gitmiştim. İsmini unuttum o kişiden “Cafer Efe” türküsünü dinledim. Ondan ayrıca “Ger Ali dedikleri bir kara dana” türküsünü de öğrendim.

ZEYBEK TÜRKÜSÜNÜ RUMELİ AĞZIYLA OKUDUN!

“Ger Ali dedikleri bir kara dana” türküsü kahramanlık türküsü mü?

Bu türküyle ilgili bazı farklı anlatımlar var. Bir kısmı der ki iki eşli bir adamı anlatan türküdür. Türküdeki kodlara baktığımız zaman bir Efe türküsüdür. Bu türküyü de okudum.
Sınav sırasında, içeriye girenleri anons eden görevli Mazlum Nusret Kılıçkıran, sınavdan çıktıktan sonra, “Delikanlı seninle konuşmam lazım” dedi. Olur abi dedim. “Az bekle sen” dedi, bekledim.
İşini bitirdi, sorular başladı,
Folklorcu ve meraklı…
Sen nerelisin?
l Kuşadası'nın Güzelçamlı köyündenim.
l Peki, bu türküleri kimden duydun.
l Annemden ve çevremden böyle duydum.
l Ama sen, bir de “Ger Ali” okudun.
l Evet Ger Ali'yi okudum.
O çünkü kapıya kulağını koyuyor kim ne yaparsa ne söylerse duyuyordu. Sorular devam etti.
l Ger Ali zeybek türküsünü, sen Rumeli ağzıyla okudun dedi.
Bak şimdi bu işe. Ne bileyim ben Rumeli ağzı nedir, zeybek nedir? O güne kadar umurumda değildi. Benim istediğim saz çalıp, türkü söylemekti. Devam etti;
l Sen Rumeli türkülerini getir buraya daha makbule geçer. Senin ağzına çok yakışıyor.
Beni Rumeli türkülerini öğrenmeye, derlemeye, araştırmaya, ilk sevk eden Mazlum Nusret Kılıçkıran'dır. 1985 sonrasında İzmir’e geldiğimde dost olduk, oturduk, kalktık radyo döneminde. Güzel anlarımız, sohbetlerimiz, muhabbetlerimiz oldu.

KIRKLARELİ’NİN SOĞUĞU VE SICAKLIĞI

Sınav sonrasında neler yaptınız?

Daha önce girdiğim mahalli bir sınavdı. Bu sınavda saz çalıp, türkü söyleme hakkı elde ettim. Çok fazla kullanmadım bu hakkı. Çünkü o yıllar, 1975 yılında İngilizce öğretmeni olmak için Eskişehir Eğitim Enstitüsü’nde eğitim aldığım yıllardır. Üç sene okuduktan sonra öğretmen oldum. Bu zaman zarfında radyoya da gelip, arada sırada türküler çalıp söyledik. MEB bünyesinde Ankara’da kura çekilişinden sonra Kırklareli Ticaret Lisesi'ne İngilizce öğretmeni oldum. O zamanlar görev yerin kura ile belli oluyordu. Soğuk mu soğuk bir mart ayında, Kırklareli'ne otobüs yolculuğu yaptım. Ben, Aydın, Kuşadası çocuğuyum. Oradan hiçbir yere gitmemişim. Ben böyle bir soğuk görmedim. Bir ara ayaklarım yok zannettim.
İ. Can: Üstat balkanların soğuğu da hiçbir yere benzemez.
Otobüsten indik, sokakta in-cin top oynuyor, hiç kimse yok. Bereket ki otobüsle yolculuk sırasında tanıştığım kişiyle beraber indik. Sen nereye gideceksin dedi. Vallahi, Kırklareli’nde benim hiç gideceğim bir yer yok dedim. Gel bizim eve gidelim, misafirim ol dedi. Rahatsız etmeyeyim diye düşündüm, otel yok mu diye sordum. Çünkü bekleyeni vardır, hava soğuk, duş alacağım, tanımadığım bir yer, başıma ne gelecek belli olmaz. Adı Recep beni İpek Oteli’ne götürdü. Meğer otel bunların bir akrabasının imiş. Soy adı da İpek. Koca Kırklareli’nde tek otel. Otelde çok büyük bir soba, yandığında ısısı bütün odalara dağılıyordu. Kemiklerim ısındı.
Mart geçti, Nisan, Mayıs, Kırklareli insanı bir başladı dışarı çıkmaya... İstasyon Mahallesi’ne gezmeye gidiyoruz. Güzelce kızlar, güzelce delikanlılar... Hepsi birbirinden güzel insanlar. Şaşırdım kaldım. Benim köyümdeki insanlara çok benziyor hepsi. Tabii “H” harfi yok. Ulki, Üseyin, Asan… Hatta H var da kelimenin başında değil, ortalarında. Mesela Ahmet diyecek, Amet diyor. Atatürk'ün, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, “Ayatta hen akiki mürşit ilimdir” şeklinde söyleniyor. Baştaki h kalkmış ikinci kelimenin başına geçmiş.

İHTİYAÇ OLAN YERE GİTTİ

İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde Kırklareli Ticaret Lisesi'nde öğretmene çok ihtiyaç var, kadronu buraya verelim dediler. Ben de “Benim için hiç önemli değil, her yerde çalışırım” dedim. İngilizce öğretmeni olarak göreve başladıktan sonra Kırklareli Ticaret Lisesi'nde derlemelerimiz başladı. O zamanlar Ticaret liselerinde müzik dersi yoktu, müzik işlerini biz yönetiyorduk. Halk oyunları topluluğumuz vardı. Onları yarışmalara hazırladık. Bölge birincisi ve Türkiye beşincisi olduk.

ÖĞRETMEN OLUNCA DERLEME
İMKANLARIM ARTTI

Söke Lisesi eğitim sürecinde, daha çok kendi çevremizden, Daireci Fatma teyzeden derlemeler yaptım. Kırklareli’ne gittikten sonra, bayağı geniş bir alandan öğrencilerimiz, velilerimiz aracılığıyla daha çok Kırklareli türküleri derledik.
İ. Can: Çok önemli, bir aydın tavrıdır bu. Her zaman söylerim, edebiyat ve müzik hocaları öğrencilerine, kendi ailesinde türkü, mani derlemeyi ödev olarak vermeli ve teşvik etmelidir.
Ona şevk ettirmek diyelim. Mesela o günlerde, Trakya'nın tanbura ustalarından Aşık Ali Tanburacı, en eski türküleri veren kişilerden birisidir. “Bahçelerde biberiye”, “Gider oldum padişahım ben İslimye şehrine” gibi türküleri verdi. Ben oraya gittiğimde seksen yaşındaydı. Onu tanıdıktan itibaren iki sene boyunca, diz dize oturup sohbetlerimiz, muhabbetlerimiz, kayıtlarımız oldu. Bu iki sene içerisinde ondan çok şey öğrendim.

GER ALİ KİMDİR?

Ger Ali’nin yaşamı hakkında pek fazla bilgi yok. 18. yüzyılın sonlarında yaşadığı, Ödemiş’in Kaymakçı kasabasının şimdiki Ger Ali köyünde doğmuş, büyümüş olduğu ve yörük obaları arasında aşiret reisi olarak çok saygın bir yeri bulunduğu saptanmıştır. Ger Ali’nin yaşadığı çevresinden edinilen bilgilere göre, kötü eşkıyalıkla hiçbir ilgisi olmadığı gibi, pek öyle bir efe olarak da bilinmediği ve çok temiz bir özgeçmişe sahip olduğu ifade edilmiştir. Dış görünüşü itibariyle oldukça uzun boylu, yağız tenli, ince yapılı, çevik gövdeli, keskin bakışlı bir kişiymiş. Asıl adının Ali olmasına karşın, halk ona “atik, cesur, korku bilmez” anlamına gelen “Ger” sözcüğünü takmıştır.
Ger Ali’nin yaşadığı devir, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemine rastlıyor. O dönem Anadolu’da deniz ve karayolu ulaşımı üzerinde yabancılara bazı haklar, imtiyazlar tanındığı için gittikçe bağımsızlık kaybolmaya yüz tutuyor. Padişahlar halkı korku ile sindirmeye çalışıyor. Üstelik yabancıların şımarıklıkları ve göze batan sömürüleri katlanacak bir şey olmaktan çıkıyor. Her yerde olduğu gibi Aydın ili çevresinde de huzur kalmıyor. İşte tam bu sırada Ger Ali isminde bir yiğit kişi meydana çıkarak bu bozuk düzene karşı bir çare aramaya çalışıyor, düşünüyor, bunun yollarını arıyor, gözüne uyku girmez oluyor, neticede direnişe geçiyor. Ger Ali’nin yönetime ve derebeylerine karşı gelişi, halkı uyandırması üzerine, kendisine 1500 kişi katılıyor, dağlara çekiliyorlar. Artık dağlarda Ger Ali’nin fermanı yürümeye başlıyor. Bir yandan çevresindeki imtiyazlı yabancılara kim olduğunu göstermek istiyor. Bu niyetle İzmir’e gidiyor.

GER ALİ TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ

İzmir’de Belloz adlı Fransız konsolosunun genç ve güzel kızını kaçırıyor, dağdaki çadırına götürüyor ve kızı ağırlıyor. Fakat kıza hiçbir kötülük yapmıyor. Konsolos Bellos, kızının kurtarılması için diplomatik yollara başvuruyor. Bunun üzerine Osmanlı askerleri silahla Ger Ali’nin bulunduğu dağlarda çatışmaya giriyor. Hayli zorlanıyorlar ve hiçbir netice elde edilemiyor. Bir taraftan da Osmanlı sarayında Ger Ali’nin idam hükmü çıkarılıyor. Bütün bu korkutmalar, gözdağı vermeler kızı kurtarmaya yetmeyince hileye başvuruluyor. Eğer Ger Ali kızı babasına teslim ederse, hakkındaki idam hükmü kaldırılacaktır. Bu karar Ger Ali’ye iletiliyor. İkiyüzlülük bilmeyen Ger Ali, bu habere kanarak korumasıyla, 389 kızanı ile birlikte kızı alıp İzmir’e götürüyor, babasına teslim ediyor. Fakat, konaktan çıkarken Osmanlı zaptiyeleri tarafından yakalanıp hapsediliyor. Ger Ali’nin iyi niyetine karşı bu tutuklamaya üzülen konsolos, O’nun affedilmesi için Fransız hükümeti aracılığı ile girişimde bulunuyor, fakat yarar sağlamıyor, Ger Ali idam ediliyor. Bu acı haber, en kısa zamanda Batı Anadolu’ya yayılıyor. Onun suçsuz yere idam edilmesinden derin üzüntüye kapılan halk, vicdanında güçlü izler bırakan bu kahraman için ünlü Ger Ali türküsünü yakıyor.
Kaynak: “Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı-Merdan Güven-Türkiye Sahasındaki Hikâyeli Türküler Üzerine Bir araştırma, Sayfa: 388, sıra: 45”

HÜSEYİN YALTIRIK YORUMUYLA
GER ALİ DEDİKLERİ BİR KARA DANA

Ya da Ger Ali dedikleri de efeler, bir kara dana
Ya da Ger Ali'yi de doğuranlar of, çıkmaz da meydana of of

Ya da vurun da cellatlarım da vurun, imdat günleri gayrat günleri
Ya da kimden oldu bu hayınlık, aslan da Ger Ali'm of of

Ya da veririm bu kelleyi efeler, gelmem de imana gelmem de amana
Ya da efelerin de efesi, aslan da Ger Ali'm of of

Ya da Beydağı'nın ardında efeler, kaplan da inler aslan da inler
Ya da yedi dağların da destanı, aslan da Ger Ali'm of of

Türkü, Repertükül sitesinden alınmıştır.

Sonraki Haber