İkili ilişkilerin jeopolitik önemi

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Rusya Devlet Vladimir Putin, 15 Aralık’ta yaptıkları çevrimiçi görüşmede ülkeleri arasındaki ikili ilişkileri geliştirme sözü verdi. Toplantı, Rusya-Ukrayna sınırındaki gelişmeler üzerine Batı’nın Rusya üzerindeki artan baskısının olduğu bir zamanda düzenlendi. Bu görüşmenin sonucu, büyük bir jeopolitik dönüm noktasını temsil eden Rusya ve Çin arasında ikili ilişkilerin artan stratejik önemini öne çıkarıyor.

Eski Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanı Avrupa ve Avrasya İşleri yardımcısı A. Wess Mitchell’in National Interest’te yayımlanan makalesinde belirtildiği üzere, ABD’nin jeopolitik egemenliğinin büyük zorluklarından birisi ABD’nin Çin ve Rusya ile ikili bir çatışmadan uzak durmayı garanti altına almaktır. Mitchell, ABD diplomasisinin, Rusya’yı Avrupa gücü olmak yerine bir Asya gücü haline gelmeye zorlayarak, iki ülkeyi birbirine karşı getirmeye odaklanması gerektiğini yazdı.

SWIFT’E ALTERNATİF ABD’Yİ ZAYIFLATIYOR

Başkan Joe Biden yönetimi saldırgan biçimde Avrupa’da gerginliği artırırken aynı zamanda Biden ve Putin arasındaki son zirvelerde görüldüğü üzere Rusya’ya havuç göstererek bazı öneriler yapması, en azından bu stratejiye benzer bir politikanın devamıdır. Ancak Çin ve Rusya’nın merkezi çıkarları için açıkça çatışmadan çok iş birliği yaparak daha fazla kazanımları var.

Örneğin, bağımsız finansal altyapının oluşturulması Rusya, Çin ve dünyadaki ortakları için ABD tarafından getirilen yasadışı tek taraflı yaptırımlardan kurtulmalarına yardım edecek. Ek olarak, Putin’i en fazla endişelendiren gelişme olan NATO karşısındaki durum olduğu için bu altyapı, ABD’nin elinde bulunan önemli bir pazarlık kozunu, yani Rusya’yı SWIFT uluslararası ödeme sisteminden çıkarma “güçlü seçeneğini” ortadan kaldıracaktır.

Rusya için, NATO ile ilişkilerdeki bu durum, eski ABD başkanı George H.W. Bush ve eski Sovyetler Birliği Başkanı Mikhail Gorbaçov’un Almanya’nın birleşmesini görüştükleri 30 yıl öncesine kadar gidiyor. Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasından sonra, Avrupa’nın güvenlik düzeni birleşik Almanya’nın Batı’nın mı (NATO) yoksa Doğu’nun mu (Varşova Paktı) yanında olacağı yoksa hiçbirinin yanında olmayacağı meselesine dayanıyordu.

1990’ların başında zamanın ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Sovyet tarafına bir öneride bulundu. Baker, Alman sorununda iş birliğine karşılık ABD’nin, NATO’nun “doğuya doğru” genişlemeyeceği konusunda “kesin garantiler” vereceğini söylemişti. Sovyet tarafı birleşme görüşmelerine bir haftadan az bir sürede razı oldu. Ancak, bu “garantiler” konusunda hiçbir belge imzalanmadı.

NATO SÖZÜNÜ TUTMADI

El sıkışarak, Almanya’nın Batı’nın yanında yer alacağı ve NATO’nun genişlemeyeceği konusunda anlaşıldı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının üzerinden fazla bir zaman geçmeden, NATO doğuya doğru, Rusya’nın eşiğine kadar genişleyince bu statüko terk edildi.

NATO’nun Ukrayna’ya kadar genişlemesine Rusya’nın bu kadar düşmanca karşı çıkmasının kesin nedeni budur. Çünkü bu genişleme, verilen güvenlik garantilerinin tutulmamasını gösteriyor.

Bu bakış açısından, NATO’nun geçen 30 yıldaki neredeyse bütün faaliyetleri Rusya’ya düşman ve yapısal olarak Avrupa’yı istikrarsızlaştırıcı olarak yorumlanabilir.

Daha önceden anlaşılan bağlayıcı güvenlik garantileri olsaydı, Rusya ve NATO arasında şimdi tanık olduğumuz anlaşmazlık meydana gelmeyebilirdi. Ancak, eğer bütün barışsever ülkelerin lehine olan bu garantiler şimdi verilirse, durum hala düzeltilebilir.

Sonraki Haber