IPA’nın ‘Yılın Keşfi Ödülü’ Uyar’ın

F. Dilek Uyar, Kovid-19 projesi ile Uluslararası Fotoğraf Ödülleri yarışmasında birinci oldu. Uyar’a duygularını sorduk: ‘Kategori birincisi olmayı başarmış tek Türk fotoğrafçıyım… Mutluluğumu anlatamam!’

Pandemi döneminde büyük zorlukları göğüsleyerek üstlendiği Kovid-19 projesi ile Uluslararası Fotoğraf Ödülleri (International Photography Awards-IPA) yarışmasına katılan F. Dilek Uyar, “Yılın Keşfi 2020” büyük ödülüne layık görüldü. IPA’nın tüm zamanların en en iyi fotoğrafçı listesinde de 15. Sırada yer almayı başaran Uyar, Aydınlık’ın sorularını yanıtladı:

BÜYÜK ÖDÜL

Yarışmanın formatından bahseder misiniz? Bu yarışma dünyada fotoğraf alanında nasıl bir yer teşkil ediyor?

Yarışma 10 alt kategori ile 12 ana kategoriden oluşuyor. Kategori birincisi olabilmeniz için, alt kategorilerde bir birincilik almanız gerekiyor. Alt kategori birincileri içerisinden de kategori birincileri seçiliyor. Türkiye’de kategori birincisi olmayı başarmış tek Türk fotoğrafçıyım. 2018 yılında ‘Event Photographer of Year’ ödülü ile aynı başarıyı elde etmiştim. Daha önce sadece Feyzullah Tunç Ağabeyimiz alt kategoride ödül almıştı.

Sonuçlar açıklandıktan bir süre sonra komite, birinciler içerisinden “profesyonel” kategoride “Yılın Keşfi”, “profesyonel olamayan” kategoride “Yılın Fotoğrafçısı”nı seçerek “Grand Price” denilen “Büyük Ödül”’ü bu iki kişiye veriyor.

‘CANLI YAYINDA ÖĞRENDİM’

Bu ödülü kazandığınızı öğrendiğinizde neler hissettiniz?

Çok şaşırdım. Çünkü normalde bu tip yarışmalarda duyuru e-postası gelir ama gizli tutulur diye bekliyorduk. E-posta gelmeyince, “keşif” bölümünde kazanan olmadığını düşünmüştüm. Canlı yayında öğrendim. İnanılmaz mutlu oldum, çünkü pek çok açıdan bir ilke imza attık ve Türk fotoğraf tarihine adımızı altın harflerle yazdırdık. IPA kategori birincilerini açıkladığı zaman, bu yıl içerisinde tüm zamanların en iyi fotoğrafçılarını da açıklamıştı. Orada tüm zamanların en iyi 15. Fotoğrafçısıyım. Listenin üst sıralarında yer alabilen isim yok ki onlarca bilinen isim vardı.

Kazandığımı öğrendiğimdeki mutluluğumu anlatamam. Uzun zamandır çığlık atmıyordum evde. Bir ödül, bir yarışma beni o kadar sevindirmiyor diyordum. Ama bu sefer elim ayağım titriyor, gözümden yaşlar akıyordu. National Geographic’ten sonra bu kadar heyecanlandığım bir yarışma hiç olmamıştı. Gerçekten çok büyük bir ödül oldu.

Birilerine aslında çok güzel örnek ve de cevap oluyor diye düşünüyorum. Türk kadını isterse her şeye rağmen var olabiliyor ve bir şeyleri başarabiliyor. Tek başıma tüm bunları başarmış olmanın da gururu bambaşka.

‘YAKINLIK BENİM KARAKTERİM’

Fotoğraflarınızı hazırladığınız süreçten bahseder misiniz?

Süreç zorluydu. Öncesinde izin alma noktasında da çok büyük sorunlar yaşadım. Hatta hayatımda ilk Cimer dilekçesini bu süreçte yazdım. Oradan bana geri dönüş olana kadar, doktorlardan oluşan bir topluluk olan Medikritik ile yaptığımız instagram söyleşisinde, “çekim yapmak için hastanelere girmek istiyorum” dediğimi duyan bir doktor arkadaşın yardımı ile Gazi Üniversitesi Hastanesi’ne girdim. Orada bir aya yakın süre geçirdim. Her aşamasını çekmek istedim. Çünkü bunlar vazgeçilmez zamanlardı. Dünya, ikinci dünya savaşından sonra, tamamını kontrol altına alan bu kadar büyük bir olay yaşamamıştı. Fotoğrafçı olarak hep söylediğim şey, “tarihi değiştiremeyebiliriz, ama onu gösterebiliriz”. Bunu yapmak görevimiz. Kendimde bu sorumluluğu içgüdüsel olarak hissediyordum. Gördüğüm fotoğraflar da hep uzaktan seçilmişti. Ben karakter olarak da insanlarla samimi olmayı seven birisiyim. Fotoğraflarımın da uzaktan olması beklenemezdi, ama bu izin prosedürü, zorluyordu. Gazi Üniversitesi Başhekimi, hemşireleri, bana kapısını açan Enfeksiyon Hastalıkları Profesörü Kenan Bey’in yardımları sayesinde tüm bu sorunların üstesinden geldik ve insanlar daha da yakından neler olduğunu görebildiler.

‘YETER ANNE YA’

Süreç benim için bir yandan da korkutucuydu. Şimdi bırakmış olsam da sigara içicisiydim ve virüsün göbeğine giriyordum. Bu beni hasta edebilirdi. Çocuklarımı hasta edebilirdi. Tüm bu kaygılarla girmiştim aslında. Bir ayın sonunda 15 günlük karantinada bekleme süreci aslında daha da zordu. Acaba hasta oldum mu diye beklerken, sürekli ateşimi ölçmek, psikolojik olarak ateşimin çıktığı, kendimde belirti gördüğüm anlar oluyordu. Çocuklarıma sarılamadım. En son karantina bitecekken oğlumun gelip “yeter anne ya” diyerek boynuma sarıldığını ve hüngür hüngür ağladığımı biliyorum. Tüm bu süreçler sıkıntılıydı. Tabiri caizse “hem ağlarım, hem giderim” şeklinde girdim o sürece. Sosyal medyada anbean süreci paylaşırken de bunlara değinmiştim.

Değmiş olduğuna seviniyorum. Yaptıklarımın dünyanın pek çok yerinde kabul görmesine tanık olmak hoşuma gidiyor. Projem sadece Amerika’dan değil, pek çok yerden ödülle geldi. Daha yeni Birleşik Arap Emirlikleri’nden geldim. Oradan da aynı proje ile ödülle döndüm. Bu proje gittiği hiçbir yerden boş dönmedi. Emeklerimin, alınan risklerin karşılığını görüyor olmak çok güzel. Bakalım bundan sonra neler olacak.

Sonraki Haber