İran gezisi gözlemleri - 3: İsfahan’a doğru

İsfahan’ın merkezine değişik bir ismi olan Nakş-ı Cihan yani ‘Dünyanın Resminin Meydanı’ deniyor. Tüm meydan hatta bütün kent pırıl pırıl. Yollar muntazam ve her yer ağaçlandırılmış. Kendilerine özgü sulama kanalları ve sistemleri var ve de bakımlı.

Yezd’den İsfahan’a doğru hareket ettik. Bu bize Edward Said’in ‘Orientalist’ Nâzım Hikmet’in ‘Şarlatan’ ve ‘Domuz Burjuvazisi’ dediği Pierre Loti’nin ‘İsfahan’a Doğru’ kitabını anımsattı. Türkçeye 1934’te çevrilip Vakit yayınları yayınlamış ve maalesef insanımızı da etkilemiş. Çevirmen İ. H. Alişan, tanıtım yazısında ‘Bir de Piyer Loti gibi bir edibi hekim ile Asya’nın yüksek yaylalarını dolaşmak ve Bahusu İstahr harabeleri önünde onunla beraber düşünmek ve İsfahan’da gül mevsiminde birlikte bulunmak ayrıca bir zevki vicdan iyi mucip değil midir?” diye yazarı övmüş.

Birçok tanıdığımız bu oryantalist gözle bize İran’a hele bu zamanda gitmenin âlemi ne diye sordular. Biz kendi gözümüzle ön yargısız görmeye tarihi coğrafyasını ve insanlarını tanımak istedik. Hele bize kültürel olarak çok yakın bir komşumuzu görmeyi kendimiz vazife bildik.

İsfahan önce Selçuklular döneminde sonra 16. yüzyılda Safaviler döneminde başkent olmuş. Burası İpek Yolu’nun ortasında ayrıca Hazar Denizi ve Basra Körfezi’nin de kavşağında önemli bir mevkide. İsfahan adının Sipahi’den geldiği söyleniyor bu da orduların burada toplanmasına dayanıyor.

DÜNYANIN RESMİNİN MEYDANI

İsfahan’ın merkezine değişik bir ismi olan Nakş-ı Cihan yani “Dünyanın Resminin Meydanı” deniyor. İsfahan’da kaldığımız süre içinde gece gündüz bizim dünyamız oldu. İncelikle işlenmiş renkli çinileri ve desenli kubbeleriyle meydanı süsleyen Mescid-i İmam ve Şeyh Lütfullah Camileri büyük fıskiyeli havuzu zarif ağaçları, çiçekleri ve faytonları ile insanın ruhunu açıyor.

Burası Ali Kapu Sarayı ve dev çarşısı ile toplumun hem dini hem de ekonomik ve yönetim ile ilgili tüm gereksinmelerini yüzyıllardır karşılıyormuş ve halen de karşılıyor. Aynı zaman da bizim de yaptığımız gibi güzel vakit geçirip bir mesire yeri gibi de kullanılıyor. Tüm meydan hatta bütün kent pırıl pırıl. Yollar muntazam ve her yer ağaçlandırılmış. Bunların kendi sulama kanalları ve sistemleri var ve de bakımlı.

Ziyaret ettiğimiz Çehel Sütun Sarayı’nın Türkçe tam karşılığı: "Kırk Sütun Sarayı”. Safevi Şahı I. Abbas tarafından, saray ve botanik bahçeler külliyesi olarak inşa ettirilmiştir. Saray ismini giriş kısmını destekleyen yirmi ince ahşap sütundan alır; girişin önündeki havuzun suyuna yansımasıyla ahşap sütunların sayısının 40 gibi görülmesi, sarayın bu adı almasına neden olmuştur.

Sarayın içinde kabul salonunda, seramik fresk ve tablolar, 1514'te Osmanlı Sultanı I. Selim ile yapılan Çaldıran Muharebesi gibi tarihsel birçok olayı tasvir eder.

Meşhur Siyasetname adlı eserin yazarı Selçuklunun baş veziri Nizamülmülk’ün gözden uzak bir mahalledeki Sultan Melikşah’ın da bu mütevazı türbede bulunan mezarlarını ziyaret ettik. Doğu Asya’da Devlet Teorisi adlı kitabında Doğu Perinçek Siyasetnameyi bir çok doğu Asya yazarlarının bu konulardaki eserleriyle birlikte incelemiştir.

TİTREYEN MİNARE

Gezi arkadaşlarımızdan birine Londra’da İranlı bir arkadaşı İsfahan’da Sallanan ya da Titreyen Minareli bir camii olduğunu söylemiş. Onu görmeye gittik. Belli saat aralıklarında bir minare sallanınca ya da titreyince öteki de titriyor.

Burada tanış olduğumuz İranlı Türkmen aile başka nereleri görmek gerekir diye sorunca hoşgörü ile Ermeni kilisesinin görülmeye değer olduğunu bizi oraya götürebileceklerini söylediler. Burayı rehberimiz de söylemişti. İsfahan’da büyücek bir Ermeni mahallesi varmış. Buraya götürdüklerinde kapanmıştı. Sağ olsunlar bizi Abbasi adlı otelimize kadar götürdüler.

Otellerimizden pek bahsetmedim hepsi rahat ve tertemizdi. Kiminin ilginç İran’a has süslemeleri vardı. Kalmasanız bile yolunuz İsfahan’a düşerse salonları ve öncelikle bahçesi görülmeye değer. Safevi Sultanı Hüseyin tarafından kervansaray olarak yapılmış.

Güneş batarken Allahverdi Han köprüsünü görmeye gittik. Halk arasında kemerlerinin sayısı yüzünden 33 gözlü köprü olarak bilinen bu köprü 5. Safevi Hanı Büyük Abbas tarafından 1599’la 1602 yıllarında bölgenin en büyük nehri Zayanderuh üzerine yaptırılmış.

Köprü özelliklerini ortaya koyacak şekilde itina ile aydınlatılmıştı. Cıvıl cıvıl gecenin serinliğinin keyfini çıkaran her yaştan kadınlı erkekli kızlı oğlanlı çeşit çeşit aile ve arkadaş gruplarıyla doluydu. Bir kaç gençle hoşbeş olduk, şakalaştık tabii dil sorunu yüzünden bu çok kısıtlıydı ama çok neşeli idi.

Buradan oldukça geç saatte geniş iki tarafı ve ortası ağaçlar bezeli bulvardan otelimize doğru yüzlerce gezinenler arasında yürümeğe başladık ve bize çok ilginç gelen bir manzara ile karşılaştık. Tenteli bir büfeden çay servisi yapılıyor.

Belki yirmi, yirmi beş yuvarlak masada her yaştan birçok kişi ve her masada başlarında kovukları bir imam oturmuş, anlaşıldığı kadarıyla derin sohbet ediyorlardı. Kimileri gülerek kimileri oldukça ciddi idi. Bir masada lise öğrencisi yaşında 3 gençle bir imam oturuyordu. Bizler bize davetkâr bakışlarına gülerek ve merakla burada ne oluyor dercesine bakınca bizi masaya davet ettiler. Biz bir kadın iki erkek davete uyarak oturduk. Tam o sırada oradan geçen iki genç İngilizce bunlarla oturmayın deseler de onları dinlemeyip oturduk.

Burada ne oluyor deyince oturanlardan biri Azerbaycan Türkçesi ve diğerleri İngilizce burada oturup insanlar dertlerini, her konuda cinsellikten aşka, aile içi şiddetten ekonomik sorunlara, felsefi ve dinsel her konuda rahatça imamlarla konuşup tartışıp fikir alışverişinde bulunulurmuş.

Bizim Türk olduğumuzu duyunca Azerbaycan Türkü genç başladı bir Ahmet Kaya parçası söylemeye, arkadaşları da dilleri döndükçe katıldılar tabii biz de. Derken bir tane de İbrahim Tatlıses söylendi. İmam gülümseyerek izledi. Hatta genç çocuklardan biri eliyle hayali bir bardak doldurur gibi yaparak rakı dedi. Hep beraber güldük.

Bize bekleyin, size Türkçe bilen bir imam bulalım dediler. Epey bir uğraştan sonra başında kovuğu olmayan bir Azerbaycan Türkü imam buldular. Biz onun masasına geçtik. O bize bunun İran’da bir gelenek olduğunu söyledi. Ne sorduysak güzelce cevap verdi bir de Türkiye’yi İsrail konusunda haklı olarak nazikçe eleştirdi.

GEZİMİZİN SON UĞRAKLARI

İsfahan’dan Kum’a giderken Kashan kentinde birçok mimari özelliğe sahip Burucerdi Evini gördük sonra da muhteşem Safevi dönemi 1590’dan kalma İran’in en eski bahçesi olan Fin Bahçesini gezdik. Çeşitli havuzların kenarında çeşit çeşit bitkilere bakarak kendimizi dinledik. Yine bu sakin ve huzurlu bahçeden ayrılasımız gelmedi. Gül mamulleri ve diğer yerel doğal ürünler satılan küçük çarşısına da uğradık.

Kum’a karanlık bastıktan sonra Tehran’a uçuş yaparak geri dönüşe başlayacağımız için ve havaalanında uzun beklenileceğine bizi Kum’un hemen dışında bir alışveriş merkezine Mehr o Mah’a götürdüler. Anlamı Güneş ve Ay olan bu çok büyük olmayan bu AVM’nin çeşitli dükkanlarını en başta her çeşit şekerleme satanını dolaştıktan sonra bir kafede büyük ekranda Türkiye-Portekiz milli maçını dondurma yiyerek seyrettik.

Maalesef çok istediğim halde Kum şehrini gezemedik. Gezenler derler her yeri bir sefer de görmemeli ki tekrar geri gelinsin.

Birçok tanıdığımız bu oryantalist gözle bize İran’a hele bu zamanda gitmenin âlemi ne diye sordular. Biz kendi gözümüzle ön yargısız görmeye tarihi coğrafyasını ve insanlarını tanımak istedik. Hele bize kültürel olarak çok yakın bir komşumuzu görmeyi kendimiz
vazife bildik.

ÇOK GEZEN Mİ ÇOK OKUYAN MI BİLİR?

İran geniş topraklara sahip çok uzun bir tarihi olan bir ülke. Çok çeşitli bölge ve kültürleri barındırıyor. İki haftada anca yüzeysel bir gezi oluyor. Ama her Ulusal Kanal Gönüllüleri gezisi gibi gidilen yerler bilgili tecrübeli rehberlerle yoğun geziliyor.

Okullarda kompozisyon dersinde ‘Çok okuyan mı? Çok gezen mi bilir?’ diye sorulur aslında ikisi birbirini tamamlar. Gidip gezene kadar biz de okuduklarımızla duyduklarımızla İran’ı kafamızda canlandırıyorduk ama gidip gezmek çok farklı ve çok şey öğretiyor.

Gezimize katılanların bakış açıları ülkeyi gezdikçe derinleşti ve daha gerçekçi oldu. Gezimiz sırasında tanıştığım Türkiye’den başka turla gelen beş meslek sahibi kadın ya da Van’dan gelen dört kız öğrenci ve tek başına gezen bir Türk kız öğrenci ile konuşunca onların da bize söyledikleri gezerek gördükleri İran’ın anlatılan İran’dan ne kadar farklı olduğu idi.

Güven içinde gece treni ve çeşitli vasıtalarla ve sokaklarda her saat rahatça dolaştıklarını belirttiler. O yüzden her imkânı olan ve gezip görmeyi sevenlerin bu komşumuza gelip görmelerini tavsiye ederim.

Bu ülke hakkında ne kadar okursanız okuyun, görmekle öğrenecekleriniz çok daha anlamlı olacak. Biz bu geziye gazeteci kimliği ile gitmediğimiz için o tür bilgiler edinmedik ve yorumlar yapamayız. Bu tür haberlere ulaşmak isteyen Aydınlık muhabiri Gürkan Demir’in haberlerini Aydınlık’tan ve Ulusal Kanal’dan takip edebilirler.

Bu yazımı yazarken İran’da o kadar çok bilgi edindim ve bir çok hissi bir arada yaşadım ki hangi birini yazayım diye sahiden zorlandım. Gezimizden bende İran’da gördüğümüz manzaraların, ilk defa içtiğim kavun suyunun ve çeşitli İranlılarla sohbetlerimin tadı hep damağımda kalacaktır.

- BİTTİ

Sonraki Haber