İslam uygarlığına tarihsel bakış
Devrimler zincirin en zayıf halkasında olur. Biz bu tezi genelde Lenin'in emperyalizm çağı için yaptığı "İleri Asya, gerici Avrupa" tespitinin izahı olarak değerlendiriyoruz. Fakat ben bu tezin daha evrensel bir tarihsel geçerliliği olduğu düşüncesindeyim.
Kapitalizm geç Ortaçağ döneminden itibaren Avrupa'da yavaşça filizlenmeye, 15. yüzyıldan itibaren de daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır. Fakat kapitalizmin kendi toplumunu yaratması yüzyıllar almıştır. Kapitalizmin doğurduğu modern toplum "çifte devrimin" (Doppelrevolution, Eric Hobbsbawm), yani Büyük Fransız Devrimi ve Sanayi devriminin ürünüdür. Kapitalizm feodal toplumun içerisinde gelişmiştir, feodal dünya esas olarak 19. yüzyıldan itibaren çözülmeye, modernite karşısında erimeye başlamıştır. Kapitalizmin neden Avrupa'da ortaya çıkıp da İslam aleminde gelişmediği sorusu da 19. yüzyıldan beri tüm ideolojik tartışmaların en merkezindeki temel sorunlardan birtanesidir. Bu soru aslında İslam uygarlığına ait bir soru değil, emperyalist Batı karşısında ezilen tüm milletlerin yakıcı sorusudur: "Neden biz yapamadık? Nerede hata yaptık?" Özellikle büyük devletler, imparatorluklar, büyük medeniyet kurmuş milletler (Asya halkları) Avrupa'nın ezici üstünlüğü karşısında şaşkına dönmüştür.
Kapitalist ilerlemenin gerisinde kalma sorunu tarihsel olarak Avrupa dışı coğrafyalara has bir durum değildi. Örneğin İspanya, Portekiz, İtalya gibi bir zamanın zengin ve en gelişmiş Avrupa ülkeleri kapitalist gelişmenin çok gerisine düşüp geri kalmış ülkeler haline gelmişti. Max Weber'e göre katolik kültürü gelişememenin asli sebebiydi. Weber'den bir iki kuşak öncesinden benzer argümanları Friedrich List'te de uzunca bulabiliriz, argüman özgün değil, klasik. Gelişme maddi koşulların yarattığı nedensellikler içerisinde aranmayınca gelişen toplumların jenerik özellikleri ile gelişmeyen toplumların jenerik özelliklerinin mukayesesinin ötesine geçilemiyor. Bu durumda gelişen toplum erdemleri sebebiyle gelişmiş, gelişmenin gerisine düşense erdemsizlikleri sebebiyle gelişemiyordu. Bu anatema üzerinde kurulu sayısız teorik, ideolojik görüş vardır. İslam uygarlığının kapitalist gelişmenin gerisine düşmesine bakışlarda da bence bu perspektifin çok da ötesine geçilemiyor. Hatta sosyalistlerin, devrimcilerin de bu kritik noktada burjuva görüşlerden ne kadar ayrıştığını sorgulamamız gerektiği düşüncesindeyim.
Feodal üretim ilişkileri ve tarıma dayalı ekonomik yapı yüzyıllarca insanlığın gelişim olanaklarını sınırlayan temel maddi koşullardı. Kapitalizmin feodal dünyanın "gelişmişi" olan Asya'dan değil de çağın "azgelişmişi" olan Avrupa'dan çıkması bir mucize veya tezat değil, doğal bir tarihsel gelişmeydi. Avrupa'da zayıf bir siyasi ve ekonomik yapı, hükümdarların dolaysız otoritesine tabii olmayan şehirler vardı, Avrupa parçalanmış bir devletler manzumesiydi. Asya'da büyük imparatorluklar, kuvvetli devlet otoritesi, güçlü siyasi ve ekonomik bir yapı vardı. Asya feodal çağın "merkeziydi" (merkez-çevre diyalektiği tabii esasen feodal döneme ait değildir, burada metafor olarak kullanıyoruz). Avrupa'da yeni üretim ilişkilerinin oluşması için gerekli koşul olan boşluk alanları vardı, Asya'da yoktu. Örneğin Asya'da zengin tüccar sınıfı vardı, ama feodal otoriteden bağımsız bir burjuvazi oluşamıyordu. Kuvvetli feodal üretim ilişkileri içerisinde tüccarların "kendisi için" sınıf olabilmesinin koşulları yoktu. Burjuvazi ancak sistemin zayıf olduğu bir coğrafyada gelişebilirdi.
Avrupa'da feodal ilişkilerden özerk üretim ilişkilerinin gelişebileceği boşluklar fazlasıyla mevcuttu. Ayrıca Amerikanın'nın keşfi kurumsallaşmış feodal bağımlılıkların olmadığı bakir bir "Yeni Dünya" sunarak kapitalizmin gelişmesinde hayati bir rol oynamıştır (not: okyanusötesi keşifler Asya uygarlıkları açısından gereklilik teşkil etmiyordu, Avrupa açısındansa yakıcı bir mecburiyetti. Dolayısıyla Avrupa'nın keşifleri Asya'nın geriliğini kanıtlayan bir olgu değildir).
Bilimsel bakış belirleyici
etkenlere odaklanmaktır
Burada elbette katı bir ekonomik determizmi savunmuyorum. Her toplumun belli gelişme yollarını kolaylaştıran veya zorlaştıran özgün sosyal ve tarihsel özellikleri vardır, bunların incelenmesi de meşrudur. Fakat esas olarak İslam uygarlığının Avrupa karşısında geriye düşmesinde özgün özelliklerinin belirleyici olmadığının çok bariz olduğunu düşünüyorum. Hiçbir Batıdışı uygarlık kapitalizmi Avrupayla eşzamanlı geliştirememiştir ve hepsi emperyalist dönemde Batı tarafından ezilmiştir. Tek istisna Batı'nın bağımlılık ilişkilerini oturtamadan (ki bunda Batı'yla geç temasın ve coğrafyanın belirleyiciliği sözkonusu) sağlıklı modernleşme sürecinde büyük atılımlar sağlayan Japonyadır.
Yüz yıl önce tüm Batıdışı toplumların birincil meselesi kendi gerililikleriyle yüzleşmek ve modernitenin benimsenmesini sağlamaktı. Devrimciler bu tarihsel görevin öncülüğünü yaptı. Bugünün görevi artık bu değil, hesaplaşma fazlasıyla gerçekleşti, modernite tüm toplumların ortak ölçütü haline gelmiştir. Günümüzün görevi kültüralist anlayışları kırmaktır, tarihsel süreçleri maddi mecburiyetler çerçevesinde nesnel olarak değerlendirmektir.
KÜLTÜRALİZM
Feodal toplumların geriliklerini hepimiz biliyoruz, bunlara odaklanmanın bizi ileriye götürmediği kanısındayım. İslam aleminin gerilikleri genel anlamda a) her feodal toplumda varolan geriliklerdi b) Batı'nın askeri ve maddi üstünlükle dayattığı bağımlılık ilişkilerinin sonucunda keskinleşen geriliklerdi. Bilimsel bir bakış kanımca bu temel olguların belirleyiciliğini ön planda tutmak zorundadır. Aksi takdirde kültüralist anlayışları sürekli olarak yeniden üretmek zorunda kalırız. Bu da yeniden Asya çağına girdiğimiz bu dönemde önümüzde çok mühim bir ideolojik ayakbağıdır.
İslam toplumlarının feodal geriliklerini "hata" olarak yorumlamak sonuçta kültüralizmdir. İslam uygarlığı tarihsel mecburiyetleri yaşadı, tüm Batıdışı toplumların geçirdiği süreçlerin benzerlerini yaşadı. Bugün artık kapitalizmle yükselen ileri üretim ilişkileri Batı'nın tekelinde değil, 19. yüzyılda çevreleşen Asya 21. yüzyılda yeni (ve kapitalizmi aşacak!) bir uygarlığın merkezi olma yolunda dev adımlarla ilerliyor. Asya çağına uygun bir tarih kavrayışı oluşturmak önümüzde görev olarak durmaktadır.
İslam uygarlığını izole bir şekilde ileri Batıyla dolaysız mukayese yerine İslam medeniyetini Asya'nın ve insanlığın %90'nı oluşturan Batıdışı dünyanın toplamında değerlendiren bir perspektifin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. Tabii benim düşüncelerim dergimizde işlenen sorunsala bir girizgah mahiyetinde. Teori'nin Haziran sayısını okumanızı ve kendi düşüncenizi bizlere bildirmenizi (dergiteori@gmail.com) öneriyorum.
Keyifli okumalar.