Çini sanatının usta ismi İsmail Yiğit Türk mavisinin yolculuğunu anlattı
Çini alanında yaptığı çalışmalarla dünya çapında ilgi gören İsmail Yiğit, Türk mavisini ve çini sanatını anlattı. Geleneksel ve modern yaklaşım konusuna da değinen Yiğit, tarihi köklerin ve kültürel mirasın önemine vurgu yaptı
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümünden mezun olan İsmail Yiğit, çini alanında çalışmalarını yürütmüş. Geleneksel ustalardan da ders alarak geleneğin gelecek kuşaklara aktarılmasına da katkı yapan Yiğit, dünya çapında ilgi gören eserleri ile pek çok müze ve koleksiyonda yer alan bir sanatçı. Yiğit, şiire, söz sanatlarına, toprağa ve insana olan aşkı ve çağdaş derviş haliyle biliniyor.
HEM OKULDAN HEM GELENEKTEN ÖĞRENDİ
- İsmail Yiğit kimdir? İsmail Yiğit kendi gözüyle kendisini nasıl anlatır?
İsmail Yiğit hakirdir, İsmail Yiğit gariptir, İsmail Yiğit fakirdir.
Çünkü zamanında padişah bir kandil ister ustadan. Usta isim yazmak istemez. Padişah mutlaka yazmasını isteyince kaidesine “hakir, garip, fakir Musli” yazar. Bugün British müzesinde sergilenen kandile böyle imza atmış Musli Usta. Yani tevazu göstermiş. Bizim Fuzuli, Nabi falan gibi şairlerin gösterdiği gibi, edeple anlattılar. İlk cümle için böyle bir şey söylemiş olayım, bu ilk defa aklıma geldi.
- Siz dünya çapında bilinen tanınan, eserleri çeşitli müzelerde sergilenen, koleksiyonlarda yer alan ve çini dünyasında hem Türkiye'de hem yurt dışında tanınan büyük bir çini ustasısınız. Sizi diğer ustalardan farklı kılan nedir sizce?
Hocam bu soru zor oldu. Şimdi bir benim toprağa karşı merakım vardı. Asıl mesleğim, babamın mesleği demircilik, torna- tesviyecilikti. Ben de yanında birçok şey öğrendim; tornacılıktı, demircilikti… Ama benim meylim, toprağa karşı sevgim daha çoktu. Bu sebepten dolayı ben güzel sanatlar seramik bölümünü özellikle istedim. 8 bölümdü birinci tercihim seramik yani toprak oldu.
Kütahya'da ustalar vardı. Ama onların bu toprak ham maddesini çok da bilimsel olarak ele alıp sanat olarak yapılmadığını veya eksik olduğunu düşünerek güzel sanatlara gittim ve o güzel sanatlarda bölümüme ilişkin, seramiğe ilişkin bilgiler aldım. Sır, çamur hepsi ama çini orada ıskalanıyordu. Çiniye çok yer verilmiyordu. Seramik de çininin bir kolu aslında. Ben de düşük derecede pişen gözenekli çamura, bu ham maddeye karşı alakam hat safhadaydı.
Hem okudum hem de oradaki birçok camide medresede olan çinilere karşı ilgimi arttı ve bunların üzerinde incelemelere başladım.
TÜRK MAVİSİNİN YOLCULUĞU
- Geleneksel sanatlar diyoruz. Çini ve seramik de geleneksel sanatlarımızdan. Ama bu gelenek sadece İslâm kökenli bir gelenek midir yoksa Anadolu'da İslam öncesi döneminde kalan geleneği sürdürülen bir sanat mıdır?
Mutlaka İslâm'dan önce de ama daha çok Türk yoğunluklu olan geçmiş medeniyetlere baktığımızda çininin sıraltı tekniğinde çininin olduğunu artık görebiliyoruz. Yani sadece İslam sanatları döneminde belki daha gelişmiş ama ondan önce de vardı veya çok daha öncelerde de o toprak üzerine o camın yapıldığı dönemlerde sıraltı yöntemleriyle benzer çok malzemeler kullanılmış oldu.
- Türklere has özellikleri nedir? Çini İran'da da var. Çini gelişmiş bir sanat. Çin'de de var. Avrupa'da da var herhalde Avrupa'ya daha geç gitmiş. Ama bir çininin Türk çinisi olduğu nasıl anlaşılır? Belirgin özellikleri var mıdır?
En çok Yavuz Sultan Selim’den sonra ön plana çıkıyor. Daha önce 1500'ünü yıllarda Çaldıran'dan sonra Yavuz Sultan Selim o İran'daki çini ustalarını kolluyor. Tebriz’de veya Halep’te ustaları, Çaldıran’da galip geldikten sonra getiriyor. Artık mabetlerde çokça çini yaptırmaya başlıyor.
Osmanlı güçlü olduğu için ilk dönemi, Çin’den gelen Ming Dönemi çinileri etkiliyor. 1450’lerden sonra Padişah Fatih Sultan Mehmet zamanında, padişahın emriyle bizim olan, bize ait altyapısıyla, boyalarıyla, renkleriyle bize ait çini ortaya çıkıyor.
1450'lerden sonra yani Fatih'in İstanbul'u fethinden sonra mavi beyaz renkler hâkim oluyor. Sonra yavaş yavaş çini sanatı tamamen bizim oluyor.
Bizim çiniye özgü bol silisyumlu reçeteler oluşuyor. Daha önce kırmızı çamurda kullanılırken burada tamamen Çin’de fosfat ağırlıklı ham maddeler kullanılırken burada silisyum ağırlıklı çiniler ağırlık kazanmaya başlıyor. Ve ondan sonraki dönemlerde de 1570'lerde 80'lerde de o İznik çiniciliği zirveye kadar çıkıyor. O zaman tamamen “Turkish Blue” dedikleri Türk Mavisi dedikleri sanat yani Türklerin Çinileri dedikleri dönem başlamış oluyor hocam.
ÇİNİ İNSANLIĞIN ORTAK MİRASI
- Siz ders verirken, bir şeyler anlatırken tasavvuftan da örnekler veriyorsunuz. Çini ve tasavvuf veya felsefe arasında bir ilişki var mı?
Ben mutasavvıf değilim ya da sanatımı yaparken tasavvufun arkasına sığınmıyorum. Ama iyi bir çini yapmak için Arapçayı, Farsçayı, Osmanlıcayı bilmek gerektiğini ve Türkçe ile harmanlamak gerektiğini düşünüyorum. Kullandığım kaynaklara kimse itiraz edememeli.
Onun için de diyorum ki çininin ham maddesinde salsal denen bir çamur vardır ki kitap ondan bahseder diyorum, şu ayet şu surede bu var ve ben buradan hareketle yorumla, düşünerek, hani diyor ya “Siz hiç düşünmez misiniz?”, ben de bu emre uyarak düşünerek sonuç çıkarıyorum. Çok dinler var ama benim dinimde bir akıl, iki kâinatı örnek gösteriyor.
“Siz bunları hiç Tefekkür (fikir) düşünmez misiniz?” O kadar bilgiden sonra bunu da bu temel ile mayalandırdığımızda, o düşünce ile bir şeyler ortaya çıkıyor. Yoksa, hani bunu siyasi bir yere götürmek veya sadece bir Türk sanatı, İslam sanatı demekten ziyade insanlığın ortak mirası olarak görüyorum. Ama temelinde Müslümanım elhamdülillah, bütün bunlarla örtüştürmeye çalışıyorum. Başka sanatlarla bir ayrıştırmaya müsaade etmemeye çalışıyorum.
GEÇMİŞ BİZİ GELECEĞE TAŞIYOR
- Bir de geleneksel çini ve işte tırnak içinde “modern çini” tartışmaları var. Geleneksel çini nedir, modern çini nedir, aralarında bir rekabet var mıdır? Siz geleneksel çalışıyorsunuz ama bazı ürünlerinizde de yine kendinizin böyle değişiklikler var. Sizi siz yapan da belki biraz budur. Nedir aradaki fark ve ne olması uygun olur?
Toplumlar geleneklerine, tarihlerine, geçmişlerine ne kadar bağlıysalar geçmişle gelecek arasında o kadar köprü oluştururlar.
Onun için gelenek-gelenekli yani “gelene” “ek” olarak biz bir şeyler yapıyoruz. Mutlaka olmazsa olmaz gelenek ama geleceğe ilişkin de birtakım kaygılarımız olması gerekiyor ki 21. yüzyılın çinileri birkaç yüzyıl sonra merak edilecek.
Şimdi 16 diyoruz, 18 diyoruz 19 diyoruz ama 20-21. yüzyılda da birilerinin bir şey yapması anlamında, “modern” diye adlandırılan ve gelenekten de kopararak veya kopmayarak, nasılsa geleceğe ilişkin tasarımlar yapılıyor.
Ben 2000 yılına kadar hep replikalar yaptım hocam Profesör Doktor Erdinç Bakla “İsmail hep replika çalış, hep replika çalış” derdi. Üç yıl önce ziyaret ettiğimde bir eserimi gördü ve “Artık sen burada aşmışsın. Kendine özgü yorumlar katman gerekiyor.” dedikten sonra yine hocamızın da icazetiyle, biraz daha modern tarzda biraz daha günümüz renkleri ile çalışmaya başladım.
SANATÇININ EN BÜYÜK MESELESİ: KALICILIK
Şiirle de çok ilgilisiniz. Yani seramik ve şiiri belki de sanatın başka dallarıyla da bir araya getiriyorsunuz anlatırken. Şiirlerden, Kur'an-ı Kerim'den pek çok alıntı yapıyorsunuz. Ömer Hayyam, Aşık Veysel sıklıkla alıntı yapıyorsunuz.
“Anlatmak istediğimi en kalıcı ve etkileyici olarak nasıl anlatabilirim?” diye düşündüğümde bazen bir dörtlük, yetiyor. Onun için de bunları güncellemek gerektiğine inanıyorum. Hep bunlarla ilişkin de birisi bana bir şey sorduğunda onu geçmişlerdeki şairlerden -dünya görüşü ne olursa olsun- nasıl benim için düşünülmüş bir şey gibi ondan yararlandığımda, insanlara anlattığımda da karşılık buluyor.
Rahmetli Bedri Rahmi Eyüpoğlu diyordu ki;
“…
Şairim,
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak seslerinden tanırım.
Ne zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden utanırım.
…”
Onun için de hani bazen insan geçmişindekileri geleceğe taşıyor. Ama bazılarında eksikliğini görebiliyor. Almanların Divan şairi Goethe dört şey diyor sanatçı için gereklidir: “Birincisi diyor” bir şiir okuyabilmeli”, ikincisi “bir türkü söyleyebilmeli” üçüncüsü “mutlaka işinin haricinde bir hobisi olmalı” Dört “güzel söz söyleyebilmeli”
En güzel söz de O’nun. Çünkü O yaradan. Beni de O yaratmış. Ne yaptığımı ne yapacağımı bilen bir tek O. Açtığında çok farklı şeyleri görebiliyorsun o zaman. Öyle olunca da “siz herkesten farklısınız diyorlar.
Kimisi bunu sufiliğe, tasavvufa, farklı bir şeylere de bağlıyor veya farklı farklı açılımlar oluyor. Ama -son söz- ben bir insanım. Çünkü benim dinim, fıtrat dini olduğu için insana hitap ediyor. “Ey insan” diyor, “akıl etmiyor musun?” Biraz “akıl et” diyor. Biraz “düşün” diyor.