Filistin davası yalnızca İran’ın mı? Lübnan’dan sonra hedef ‘Kürdistan’
Türkiye’yi büyük bir tuzağa sürükleyen yalan, şimdilerde hep bir ağızdan dillendiriliyor. İsrail’in Lübnan işgalinden sonra İran’a yöneleceği iddiasına karşı Aydınlık uyarıyor: Birinci düşmanları Türkiye, sıradaki hedefleri Kürdistan…
İsrail, Filistin’deki soykırımının ardından Lübnan işgaline girişti. Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ı Beyrut’ta şehit eden siyonist rejim, şimdi de ülkenin güneyinde kara harekâtı başlatacağını duyurdu.
İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, dün 25 ülkenin dışişleri bakanlarına gönderdiği mektupta, “İsrail, Lübnan'da ateşkesi kabul etmeyecektir. İsrail'in ateşkesi kabul etmesinin tek yolu Hizbullah'ı Litani'nin kuzeyine taşımak ve silahsızlandırmaktır.” ifadelerini kullandı.
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant da ülkenin kuzeyindeki bir zırhlı birliği ziyaret ederek, “Nasrallah'ın ortadan kaldırılması son değil. Kuzey sakinlerini evlerine geri getirmek için siz de dahil tüm yeteneklerimizi harekete geçireceğiz.” diye konuştu.
Gazze’de soykırımın ana faili olan 98. Tümen ile 36. Zırhlı Tümen ve yedek askerlerden oluşan iki tugayın da ülkenin kuzeyine kaydırıldığı öğrenildi. Buna karşılık Lübnan Başbakanı Necib Mikati ise Lübnan Ordusu’nu Litani Nehri'nin güneyine göndermeye hazır olduklarını açıkladı.
Hizbullah cephesi ise direnişteki kararlılığından taviz vermiyor. Böylece İsrail-Lübnan Savaşı’nın resmen başlamasına ramak kalmışken, Türk medyasında İsrail’in sıradaki hedefinin neresi olacağı tartışılıyor.
MOSSAD BAŞKANI: TÜRKİYE İRAN’DAN DAHA BÜYÜK TEHDİT
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, önceki gün yaptığı açıklamada, “İsrail, Gazze'deki hedeflerine ulaştıktan sonra şimdi Lübnan'a geldi. Lübnan'dan sonra nereye gider? Buna ilişkin birtakım öngörülerimiz var.” demiş, ancak şimdilik o öngörülerinin kendilerinde saklı kalacağını söylemişti.
Türkiye’de ise Ortadoğu hakkında kalem oynatan kimi gazeteciler, akademisyenler, komutanlar ya da eli çubuklu bir takım uzmanlar, Lübnan’dan sonra hedefin İran olduğu konusunda oldukça ısrarcılar. İsrail için büyük şeytanın İran olduğu, Nasrallah’tan sonra İran Dini Lideri Ali Hamaney’e suikast düzenleneceği, bu nedenle Hamaney’in şimdilerde son derece güvenlikli bir yere kaçırıldığı yorumları manşetleri dolduruyor.
Ancak kimse, bizzat MOSSAD Başkanı Yossi Cohen’in “İsrail için Türkiye, İran’dan daha büyük bir tehdittir.” sözlerini hatırlamıyor. Hiçbiri, İsrail kendisinden daha kuvvetli bir hava gücü istemediği için Türkiye’nin F-35 projesinden çıkartıldığını konuşmuyor.
İsrail’in son yıllarda İran’a yönelik hazırlıklar yerine Yunanistan’a yığınak yaptığına, hatta Ege’de birkaç ada satın almaya çalıştığına, Kıbrıs’ı ana üssü haline getirdiğine, öncülük ettiği Doğu Akdeniz Gaz Forumu ile Türkiye’yi dışladığına, Noble Dina ve Nemesis gibi intikam tatbikatlarında Türkiye’ye silah doğrulttuğuna dikkat çekmiyor.
Barzani’nin 2017’deki sözde bağımsızlık referandumunun ana sponsorunun İsrail olduğunu unutanlar, Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütlerinin de CIA/MOSSAD yönetiminde olduğunu perdeliyor. Halbuki doğru yöne bakan gözler, şu gerçeği rahatlıkla görüyor: Arz-ı Mevud hayallerinin merkezinde, Kürdistan adıyla bölgede Tel Aviv’e dost bir İkinci İsrail devletinin kurulması var.
SURİYE’DEKİ PLANLARA HIZ VERİLDİ
ABD/İsrail’in hedefinin Kürdistan’ı kurmak olduğunu gösteren binlerce emare var. Ancak son dönemde Suriye’nin kuzeyinde yaşanan hareketlilik, sürenin Türkiye için daraldığını gösteriyor. PKK/PYD’ye yüz binlerce tır dolusu silah ve mühimmat veren ABD, şimdilerde “devletleştirme” hamlelerine hız vermiş durumda. Birkaç kez yerel seçim yapmayı deneyen terör örgütü, bu hedefi için giderek sahayı hazırlıyor.
Türkiye destekli muhalifler de resmen bölünmeye başlarken, bunların bir kısmı PKK/PYD’ye, bir kısmı İdlib’deki HTŞ’ye yaklaşıyor. Daha ilginç olan ise HTŞ ile PKK/PYD arasında yapılan işbirliği görüşmeleri. Anlaşılan ABD, bu iki terör örgütünü de birleştirerek İsrail Koridoru planını diriltmeye çalışıyor. Aydınlık ise bir kez daha vurguluyor: Ankara ile Şam’ın silahlı işbirliği için tam zamanı!
İSRAİL’İN SALDIRMAK İÇİN İRAN’A İHTİYACI YOK
Ne yazık ki medyamızdaki bu sözde uzmanlar, İsrail füzelerini alkışlamanın yöntemini de bulmuşlar. İsrail’in saldırganlığının ana nedeninin Direniş Ekseni olduğunu, İran’ın kışkırtmaları olmasa İsrail’in uslu uslu oturacağını ileri sürüyorlar. İyi ama 1967’de, 1978’de, 1982’de, 1985’te İsrail işgallere giriştiğinde, Filistin’i parça parça yutarken ortada ne Hizbullah vardı ne de Hamas…
Üstelik İsrail saldırganlığına gerekçe gösterdikleri Direniş Ekseni’nin gerçekte İsrail yayılmacılığını durdurmak için kurulduğunu da unutturmaya çalışıyorlar. Ancak biz bir kez daha uyarmış olalım: İsrail’in saldırmak için ne İran’a ihtiyacı var ne de Direniş Ekseni’ne…
İRAN’I KONUŞMALARININ NEDENİ TÜRKİYE’NİN SORUMLULUKLARINI PERDELEMEK
Diğer yandan, İran’a vurmanın inanılmaz hafifliği üzerinde de durmamıza ihtiyaç var. Türk medyasına baktığınızda sabah akşam “İran Nasrallah’ı sattı mı”, “İran Heniyye’yi de mi satmıştı”, “İran neden İsrail’i vurmuyor”, “Yoksa danışıklı dövüş mü yapılıyor” yönünde tezviratlar çevriliyor.
Peki “Filistin yalnızca İran’ın davası mı?” diye kimse sormuyor. Halbuki Cumhurbaşkanı Erdoğan değil miydi “Hamas, Gazze'de Anadolu'nun ileri hat savunmasını yapıyor.” diyen… Öyleyse aynı sorular Türkiye için neden sorulmuyor? “Türkiye İsrail’i neden vurmuyor”, “Baykar Kiev’e hibe ettiği İHA’lardan neden Hizbullah’a da hediye etmiyor”, “Yoksa danışıklı dövüş mü yapılıyor”…
Anlaşılan bu İran’a vurmanın hafifliği, arka planda Türkiye’nin sorumluluklarını perdeleme gayretinden başka bir şey değil.