İsveç’in Kovid-19 sınavı

İsveç’in salgınla mücadelesi diğer ülkelerle kıyaslanarak ‘gevşek’ olarak tanımlandı. İçeride ve dışarda eleştiriler arttı. Adı konmasa da ‘sürü bağışıklığı’ stratejisi izlendi. İsveç deneyi sürüyor. Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.

31 Ocak 2020’de ilk Kovid-19 vakası görülen İsveç, diğer ülkelerden farklı bir yol izledi. Lise, yetişkin eğitimleri ve üniversiteler kapatılarak bu okullarda uzaktan eğitime geçildi. Anaokulları ve ilköğretim okulları ise açık tutuldu. Halk Sağlığı Kurumu tarafından mümkün olan tüm iş kollarında evden çalışma tavsiye edildi. Sanayi devleri üretimlerini durdurdu, işçilerini ya geçici olarak ya da tümden işten çıkardı. Yetişkinler için müsabaka ve takım antrenmanları yasaklanırken, 2002 yılından sonra doğan çocuk ve gençlerin spor çalışmaları ise serbest bırakıldı. Gereksiz tüm seyahatlerden vaz geçilmesi tavsiye edildi. AVM’ler, mağazalar, lokantalar, barlar, kahvehaneler, spor salonları, yüzme havuzları ve kuaförler kapatılmadı.

22 Mart’ta İsveç televizyonundan ulusa seslenen İsveç Başbakanı Stefan Löfven, her bir bireyin kendisi, insanlık ve ülkesi için sorumluluk almasını istedi. İsveç’in izlediği stratejinin mimarı devlet epidemiyoloji uzmanı Anders Tegnell ise 24 Mart’ta stratejisinin 2 ayağını açıkladı. Yaşlı ve hastaları izole ederek korumak, sağlıklı ve hasta insanlar arasındaki ilişkiyi azaltmak.

Yasaklar ve tavsiyeler arasında bir yol izlemeye çalışan İsveç’te can kayıpları hızla artarken, basın park, lokanta ve kahvehanelerde tıklım tıklım oturan insanların fotoğraflarını paylaştı. İsveç’in salgınla mücadelesi diğer ülkelerle kıyaslanarak “gevşek” olarak tanımlandı. İçeride ve dışarda eleştiriler arttı.

25 Mart’ta izlenen stratejinin hatalı olduğunu ve bu stratejiyle çok can kaybı yaşanacağını belirterek imza toplayan 2 bin civarında akademisyenin ardından 14 Nisan’da toplumun yakından tanıdığı 22 akademisyen basın yoluyla izlenen stratejiyi şiddetle eleştirdi ama İsveç, Tegnell önderliğinde Halk Sağlığı Kurumu’nun belirlediği stratejiye ve adı konmasa da “sürü bağışıklığı” teorisine sadık kaldı.

Yabancı basında artan eleştiriler ve sorular nedeniyle konuşan İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde, “İsveç’te hayatın normal akışında devam ettiği söylencesi bir uydurmadır. Sanayi durdu, insanlar işini kaybetti, birçok şirket iflas etti. İsveç tümden kapatılmamakla beraber bazı alanlarda kapatılmıştır ve bunun topluma etkileri büyüktür” dedi.

Ann Linde’nin sözleri henüz manşetlerdeyken 18 Nisan’da yeni bir skandal patladı. Avrupa’nın “jet sosyetesinin” karantinadaki Avrupa’dan kaçıp saç ve kişisel bakım için “korona günlerinde iyi bir şöhret yapan” Stockholm’e geldiği, lokantalarda yiyip gece eğlendiği ortaya çıktı. Basın, İsviçre’den 1800 Avro bilet bedelini veren zengin kadınların Stockholm’de “özgürlüğün” tadını çıkardığını yazdı. AB ülkeleri, İngiltere, Norveç, İzlanda, Liechtenstein ve İsviçre İsveç’in uçuş yasakları koyduğu ülkeler listesinin dışında tutulmuştu.

Bu haberler üzerine hükümet “İsveç halkının tavsiyelere büyük çoğunlukla uyduğunu ancak görülen lüzum üzerine belediyelerin lokanta ve benzeri işyerlerinde denetimlerini artıracağını” duyurdu. Akabinde lokanta ve benzeri işyerlerinde denetimler yapıldı, masa sayısını azaltmayan, insanların mesafeli oturması için önlem almayan lokantalara kapatma cezası verildi.

Şimdi izlenen çizginin İsveç’i nasıl etkilediğine bakalım.

SAĞLIK ALANINDAKİ GELİŞMELER

1990’ların liberal rüzgarlarıyla kurumsal erozyon yaşadı, 2000’li yıllarda iktidara gelen muhafazakar koalisyon hükümetleriyle de özelleştirmenin yolu açıldı. Liberalleşme, SSCB’nin yıkılmasının getirdiği rehavetle birleşince, herhangi bir kriz durumuna karşı hazırlıkları düzenleyen kriz yasaları yürürlükten kaldırıldı. Özelleştirmede eğitim ve sağlık sektörü büyük darbe yedi. Merkezi karar organları yerine bölgesel organlar, sağlık konusunda yetkili kılındı. Sağlık malzemelerinin ve ilaçların nasıl ve kimin sorumluluğunda depolanacağını belirsizleşti. İsveç’in çeşitli yerlerinde kurulmuş, bir kriz veya savaş durumunda halkın gıda ve sağlık ihtiyaçlarını aylarca giderebilecek biçimde hazırlanmış kriz depoları boşaltıldı.

Salgınla birlikte en temel tıbbi malzemeler olan maske, vizir, koruyucu önlük, dezenfeksiyon malzemesi, narkoz ilacı sıkıntısı baş gösterdi. Hükümet olaya el koyarak Sosyal ve Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü görevlendirdi ve tıbbi malzemeler ile ilaçların depolama ve dağıtım işinin merkezden yönlendirilmesine karar verildi. Sayısı 574’e düşürülmüş olan yoğun bakım yatağının, salgının doğurduğu ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalacağı da ortaya çıkmıştı. Öncelikle hastaneler yoğun bakım kapasitesini artırdı. Akabinde de ordu ve sivil güçlerin iş birliğiyle Stockholm Fuarı’nın bir bölümü yoğun bakım hastanesi haline getirildi. Böylece tüm İsveç’te 900 yoğun bakım yatağına ulaşıldı. 2000’li yılların bir yıkıcı etkisinin de ordu üzerinde olduğunu söylemeliyiz. Orduyu küçültme operasyonunda krizlere karşı tam donanımlı 35 sahra hastanesinden geriye sadece iki hastane kalmıştı. Ordu, Göteborg’a 20 yataklı, Stockholm’e 30 yataklı iki sahra hastanesi kurabilirdi.

İsveç’teki yoğun bakım yatağı sayısının yetersiz olması tedavide kimlere “öncelik” verileceği sorusunu gündeme getirdi. İtalya ve İspanya’dan yayılan videolar tartışmayı hızlandırdı. Karolinska Hastanesi’nin yayınladığı direktifler basına sızınca ortalık karıştı. Buna göre hastalık geçmişi ve bir veya birkaç organında kronik rahatsızlıkları olan biyolojik yaşı 60 üzerindekilere yoğun bakım verilmeyecekti. Doktorların hastalık geçmişi ve kronik rahatsızlıkları olmayan kişilerin yoğun bakımda tedaviye olumlu cevap verme ihtimalinin yüksek olduğunu söylemesi doğan huzursuzluğu yatıştırmadı. Bu arada İsveç Televizyonu’nun incelediği bir vaka gündeme bomba gibi düştü. Temel bir rahatsızlığı olmayan Kovid-19 hastası Süryani kökenli 80 yaşındaki bir İsveçli Stockholm banliyösü Södertälje’de hastaneye alınmamış ve can vermişti. Buna karşılık Kovid-19 hastası 99 yaşındaki etnik İsveçli, Stockholm banliyösü Nacka’da, yoğun bakımda 3 hafta kaldıktan sonra evine gönderilmişti. Aynı zamanda gazetelerde yer alan haberler salgın mücadelesinde “etnik ayrımcılık mı var?” şüphesini doğurdu. Geçtiğimiz günlerde salgın nedeniyle yoğun bakımda yatan, beyin ölümü dahi gerçekleşmemiş Türk kökenli bir hastanın ailesinin rızası olmaksızın solunum cihazının kapatılması sonucu can vermesi ise yeni bir sağlık skandalı oldu.

8 Mayıs’ta İsveç’in en ünlü sağlık kurumu olan Karolinska Hastanesi’nin Kovid-19 testi pozitif çıkan ama hastalık belirtisi göstermeyen sağlık görevlilerini çalışmaya zorladığı basında yer aldı. Salgın koruma talimatlarına göre hastalık belirtisi göstermeyen sağlık personeli test sonucunun pozitif çıkması halinde 48 saat evde kalmak zorunda. Hastanenin bu kurala uymamak için Stockholm Salgın Koruma Müdürlüğü ile anlaştığı ortaya çıktı.

Salgının başlangıcından itibaren “yaşlıları korumak” hedeflenmiş ve ilk vakaların ardından yaşlı bakım evleri ziyarete kapatılmıştı. Buna rağmen salgın yaşlılara ulaştı ve hızla can aldı. Tıbbi malzeme yokluğunda tam da yaşlılarla çalışan personel için yeni bir koruyucu kullanma genelgesi yayınlanmış, maske, vizir, önlük olmadan çalışılabilecekleri bildirilmişti. Yasaya aykırı bu duruma itiraz eden sendikalar bazı iş yerlerini kapatmakla tehdit edince konu iş mahkemelerine taşındı ama işveren haklı bulundu! Korunmadan çalışan personelin odadan odaya geçerek hastalığı taşıdığı belli olunca yeni düzenlemeler getirildi ama geç kalınmıştı. İsveç’teki tüm ölümlerin üçte birinin yaşlılar evinde yaşayan yaşlılar olduğu ortaya çıktı. Stockholm’de ise ölenlerin yarısı yaşlılar evinde kalan yaşlılardı. Yani salgının ortaya çıktığı ilk günlerden bu yana “korunmaya çalışılan” yaşlılar büyük oranda telef olmuştu. İsveç stratejisinin mimarı Anders Tegnell ve Sosyal İşler Bakanı Lena Hallgren yaşlı bakım evlerinde bulaşma riskinin büyük sorun olduğunu ve bu konuda başarısız olduklarını kabul etmek zorunda kaldılar.

Sağlık sektörünün koruyucu malzeme açığı halen karşılanmış durumda değil, ancak ilk günlerin panik durumu biraz yatışmış gibi. İsveç Halk Sağlığı Kurumu halka maske zorunluluğu getirmiyor. Aksine “hasta olanlar maske kullanabilir ancak iyileşene kadar evde kalırlarsa onların da maske kullanmasına gerek yok” diyerek tüm araştırma sonuçlarından farklı tutum sergiliyor. Zaten piyasa da maske de yok!

İsveç’te yaygın test yapılmıyor. Test sayısının mayıs ayı içerisinde artırılacağı açıklanmakla beraber henüz stratejik önemdeki meslek grupları (sağlık, itfaiye, polis, lojistik hizmetler) dışında test yapılmıyor. Özel sağlık kuruluşları ise yaklaşık 2 bin İsveç kronu karşılığı test yapabiliyor.

Stockholm Üniversitesi ve İngiltere’nin Nottingham Üniversitesi’nin sürü bağışıklığıyla ilgili ortak araştırmasının sonuçları 9 Mayıs’ta açıklandı. Matematik profesörü Tom Britton basit bir modelle Stockholm’de sürü bağışıklığına yüzde 40-50 oranıyla ulaşılabileceğini hesapladı. Modele göre ortalama her bir kişi 2,5 kişiye hastalığı bulaştırmakta. Bu durumda Stockholm’de haziran ortasında sürü bağışıklığına ulaşılması bekleniyor. Anders Tegnell sürü bağışıklığına ulaşılsa dahi bu tehlikenin geçtiği şeklinde yorumlanmamalı diyerek halkı sosyal mesafenin korunması ve el yıkamaya devam edilmesi için uyardı.

EKONOMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ

Salgının baş göstermesiyle birlikte büyük şirketler üretimi durdurdu, yoğun biçimde işçi çıkarımı yaşandı. İşsizlik İsveç tarihinde 1930’lardan sonraki en yüksek seviyesine ulaştı. 2020 yılı için öngörülen işsizlik oranı yüzde 11 iken bu rakamın sonbaharda yüzde 14’e ulaşabileceği belirtilmekte. Hükümet şirketleri kurtarmak için kriz paketi hazırlarken, İş ve İşçi Bulma Kurumu aracılığıyla da işsiz kalan insanlara yönelik çeşitli önlemler aldı. Yaz işi, geçici işler, iş piyasası eğitimleri gibi konularda kesenin ağzı açıldı. Küçük ve orta ölçekli şirketler için işveren ödentilerinin ve kiraların geçici olarak düşürülmesi, hastalık durumunda işverenlerin işçiye ödemesi gereken tutarın devlet tarafından karşılanması gibi çeşitli destek paketleri yaratıldı. Göçmen yoğun hizmet sektöründe ise henüz devlet desteği görünmüyor!

Uzun zamandır iş piyasasının dışında olan kişilerin “yeşil iş” denilerek doğa ve orman endüstrisinde çalıştırılmaları için ekstra ödenek sağlandı. Bu işler için Uzak Doğu ve Baltık ülkelerinden getirilen düşük ücretli işçilere bu yıl izin verilmiyor. Bu nedenle gözler tanıma uygun göçmenlere çevrilmiş gibi.

Hükümetin önlem paketlerinden haksız biçimde yararlanmak isteyen büyük ölçekli şirketler geçici izinle çıkarttıkları kendi işçileri yerine “yeni” işçi almaya başlayınca sendikaların eleştirileri gecikmedi. Bu arada devletten ekonomik yardım alan büyük şirketlerin hisse senedi sahiplerine kâr payı dağıtması hükümeti zor durumda bıraktı. Hükümet, muhalefeti de yanına alarak halktan toplanan vergilerin aktarılacağı şirketlerin bu sorumsuzluğunu kabul etmeyeceğini bildirerek “yolsuzluk” soruşturma komisyonu kurdu.

‘DAYANIŞMA RUHU’ SORGULANIYOR

Salgın başlayınca sınırlar kapatıldı, lojistik hizmetleri durdu. Üye ülkeler, sağlık elemanı ve malzemesi gönderilmesi için çağrı yapan İtalya’ya sırt çevirdiler. Kendi ürettikleri tıbbi malzemeleri AB üyesi diğer ülkelere ihraç etmediler. Kendilerine ait olmayan ama “kardeş ülkelere” gönderilen tıbbi malzeme kargolarını çaldılar. Fransa “olağanüstü durumlarda limanlarına gelen ve Fransa’nın salgınla baş edebilmek için ihtiyaç duyabileceği her türlü malzemeye el koyma kanunu” çıkardı. Kısaca “dayanışma ruhuna” aykırı ne varsa yapıldı.

Avrupa Günü olan 9 Mayıs nedeniyle bir demeç veren İsveç Başbakanı Stefan Löfven özellikle salgının başlangıcında AB’nin dayanışması yetersiz kaldığını belirterek AB’nin temel değerlerinin kriz sırasında da geçerli olmasının öneminden bahsetti ve kibarca bu süreçte yaşananları eleştirdi. Tüm krizlere karşı en iyi ilacın, iş birliği yapan bir AB olduğunu vurgulayan Löfven, demokratik hak ve özgürlüklere saygı gösteren AB’nin, dünyada barış için önemli olduğunu ve rolünü güçlendirmesi gerektiğini belirtti.

İsveç’te AB’ye uyum ve rekabet yasaları çerçevesinde birçok fabrika üretimini yurt dışına taşımıştı. İhracat ve ithalat bağımlısı olan İsveç konum itibariyle de Avrupa’ya uzak. Dolayısıyla sınırlar kapatılıp lojistik hizmetler durunca, gıda akışı konusunda bir sıkıntı yaşanabilir korkusu doğmuştu. Ancak Ticaret ve Tarım Bakanlığı gıda piyasanın en büyük aktörleriyle düzenli iş birliği yapıldığını açıkladı. Taze sebze ve meyve ithalatında sıkıntı doğmasını engellemek için önlem aldıklarını duyurdu.

GÖÇMENLER VE YENİ MÜLTECİLER

Salgın başlar başlamaz göçmen yoğun bölgelerde can kaybı başladı. Hükümet ve Halk Sağlığı Kurumu tüm stratejiyi vatandaşların bireysel sorumluluğu üzerine kurmuş ve herkesin tavsiyeleri dinleyeceği varsayımından yola çıkmıştı.

Salgın ile ilgili broşürlerin tüm göçmen dillerinde yayınlanmaması ve herkesin okur yazar olmaması, göçmen gruplarına salgınla ilgili gerekli bilginin ulaşmamasına yol açtı. Bilgisayar ve cep telefonları yoluyla bilgi edinmek dil ve teknolojik alt yapının yetersizliği nedeniyle mümkün olmadı. Tehlikeyi umursamayan, “bireysel sorumluluk” almayan bazı göçmenler de kolayca salgının hedefi oldular. Yoksulluk ve büyük ailelerin sıkışık bir biçimde küçük evlerde yaşaması, ailelerin birbirini ziyaret etme alışkanlıklarını sürdürmeleri, mülteci konumundaki onlarca kişinin küçük bir dairede yaşaması bu bölgelerde salgın riskini arttırdı.

Yıllardır göçmen kadınları “bakıcı” sektörüne hapseden bir eğilim oluşmuştu. Eğitimleri sırasında danışmanlar tarafından sağlık meslek liselerine yönlendirilmiş birçok genç kızın yanı sıra işsiz, hayatında hiç çalışmamış, gerekli eğitimi almamış göçmen kadınlar da düşük saat ücretleriyle özelleştirilmiş sağlık hizmetlerine, yaşlılar evlerine yönlendirilmekte. Ve çoğu göçmen yoğun bölgelerde yaşıyor. Şimdi salgının yayılmasında geniş aileleri, okula giden çocukları ve işyerleri arasında mekik dokuyan bu tür personelin rolü olduğu konuşulmakta.

Yıllardır yapılan araştırmalar göçmen yoğun bölgelerde yaşayan halkın çoklu sağlık sorunları olduğunu göstermekteydi. Bu bölgelerde çoğunlukla hizmet sektöründe görev yapan, evinden çalışma imkânı ve konumu olmayan, aksine tren ve otobüsleri kullanarak işe gitmek zorunda olan insanlar yaşıyor. İsveç politikacıları ve kurumları bu bölgelerin yapısını bilmedikleri, yıllardır tekrarlanan sorunlara kulak vermedikleri, ayrımcılığın önüne geçmedikleri için aralarında 22 Türk kökenli vatandaşın da olduğu pek çok göçmen hayatını kaybetti. Salgın ve göçmenler konusu İsveç’in entegrasyon politikasının iflas ettiğinin göstergesi.

Salgın başladığında çıkışı verilen ve gözetim altına alınan bazı ilticacılar sınırlar kapatılmadan uçaklara doldurularak çeşitli ülkelere gönderilmişti. Salgının yayılması ile birlikte gözetim altındakiler denetimsiz bir biçimde serbest bırakıldı. Şimdi bu kişilerin nerede oturduğu bilinmediği gibi “yetkinin kimde olduğu” konusunda kurumlar arasında söz düellosu başlamış durumda.

Bu arada hükümet muhalefetle anlaşarak sessiz sedasız iltica başvurularını düzenleyen bir kanun hazırlığı yapıyor. Buna göre iltica ya da oturum başvurusu reddedilenler şimdi olduğu gibi 4 yıl değil, 10 yıl sonra yeniden İsveç’e iltica başvurusu yapabilecekler.

İsveç deneyi sürüyor. Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.

GÜN GÜN ÖNLEMLER

31 Ocak 2020 İsveç’te ilk vaka görüldü (son araştırmalar Kasım ayını işaret etmekte)

6 Mart salgının yayıldığı doğrulandı.

11 Mart ilk can kaybı Stockholm’de yaşandı.

16 Mart şirketlere yönelik ilk kriz destek paketi açıklandı.

17 Mart seyahatler sınırlandırıldı.

18 Mart lise, yetişkin okulları ve üniversiteler kapatıldı, uzaktan eğitime geçildi. 500’den fazla kişinin bir araya gelmesi yasaklandı.

19 Mart gerekmedikçe

seyahatler kısıtlandı.

25 Mart şirketlere yönelik ikinci kriz paketi açıklandı.

27 Mart 50’den fazla kişinin bir araya gelmesi yasaklandı.

30 Mart yaşlıları salgından korumak amacıyla yaşlılar evine tüm ziyaretler yasaklandı.

7 Nisan İsveç Radyosu göçmen yoğun bölgelerde salgının hızla yayıldığını ve bu bölgelerde İsveç genelindeki vaka sayısının 3 katına ulaşıldığını bildirdi.

Sonraki Haber