İsveç'te sözde Kürdistan için Türkiye'yi harcama çabaları

Sosyal demokrat Aftonbladet Gazetesi 29 Mayıs 2020 tarihli başyazısında Türkiye’nin büyükelçisinin yurtdışı edilmesini, Türkiye ile diplomatik ilişkilerin azaltılmasını ve Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği Anlaşması’nın gözden geçirilmesini, Meclis Başkanı Andréas Norlén’in Türkiye’yi kınamasını talep etti. Yazı 26 Mayıs'ta Sosyal Demokrat Parti (S)’nin internet sayfasında yayınlanan bir yazıyı tamamlar nitelikte.

SOSYAL DEMOKRATLARIN YERSİZ SALDIRILARI

Afton Bladet ve Sosyal Demokrat Parti internet sitesindeki her iki yazı da, İsveç Parlamentosu’nda Kürtlere kendi kaderini tayin hakkı tanınması konulu bir önerge veren milletvekilleri tarafından savunuluyor. Ancak üçü Kürt olan bu milletvekillerine Türklerin tepkisinin nedeni açıklanmıyor. Yazılarda tepkinin İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin ortasında bir Kürdistan kurulması noktasında olduğu gizleniyor. Onun yerine tepkilerin kaynağı olarak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Hükümeti ve rejimi gösteriliyor. “Baskılar, insan hakları ihlalleri, Kürtlerin hakları, demokrasiyi baskı altına almak, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi” söz konusu ediliyor.

AFTONBLADET

Aftonbladet Başyazarı yazısına “İsveç’in Türkiye’ye karşı sabrının taşması gerek” başlığı koymuş. Medyadaki yazıları Ankara’nın saldırıları olarak sunan gazeteci, yabancı bir gücün İsveç milletvekillerine saldırısının kabul edilemez olduğunu, sessiz kalamayacağını yazıyor ve taleplerini sıralıyor.

Başyazar, “Korona salgını başlangıcında ülkenin Yunanistan sınırlarını açan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni bir mülteci akınıyla AB’yi tehdit etti. Bu, rejimin bölgedeki jeopolitik hırslarının bir parçasıydı. AB’nin Türkiye’yi bir zamanlar Suriye olan yerdeki saldırıları nedeniyle rahatsız etmemesi için baskıydı. Rejim Kürtlere kurşun sıkarken sivilleri kaçmaya zorlarken dünya Erdoğan’a ses çıkarmamalıydı” diyor.

Başyazara göre artık Suriye yok, orada kukla bir devlet kurmaya çalışan PKK/PYD yok, binlerce ton silah, milyarlarca dolar para veren ABD yok...

Başyazı şu taleplerle son buluyor:

"Türkiye’nin büyükelçisi yurtdışı edilmeli, Türkiye ile diplomatik ilişkilerin azaltılmalı, Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği Anlaşması gözden geçirilmeli ve Meclis Başkanı Andréas Norlén Türkiye’yi kınamalı."

OLAYIN ARKA PLANI

Birkaç gündür Türk, İsveç basın ve sosyal medyasında İsveç Meclisi Riksdagen’e Lawen Redar isimli Kürt kökenli Sosyal Demokrat Partili bir milletvekilinin sunduğu 2019/20:3270 numaralı “Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı”nın tanınmasını talep eden önerge tartışılıyor.

Aslında bu ilk önerge değil. Aynı kişi 2017, 2018’de de aynı talepte önergeler sunmuştu.

Bunun dışında yine Sosyal Demokrat Parti’den İran Kürdü Shadiye Heydari, Türkiye Kürdü Roza Güclü Hedin, Türkiye Kürdü (Konya Cihanbeyli-Yeniceoba Mahallesi’nden) Serkan Köse ve yine Türkiye Kürdü Kadir Kasırga; Çevre Partisi’nden Irak Kürdü Jabar Amin ve Türkiye Kürdü Gulan Avcı ile yine aynı partiden olan eşi (Kürtten fazla Kürtçü) milletvekili Fredrik Malm; Sol Parti’den İran Kürdü Aminah Kakabaveh isimli milletvekilleri de sık sık Kürtler ve Kürdistan konusunda önergeler verirler. Bir de Türk ve Türkiye düşmanlığıyla oy kazanmak isteyen Ermeni ve Süryani kökenli milletvekilleri ile onların kuyruğunda giden İsveçli milletvekilleri vardır. Bunlar Türk ve Türkiye karşıtı her türlü önergeyi hazırlayıp sık sık parlamentoya sunarlar. Bunlardan biri de, körün taşı misali tutarsa bayram ederler...

Serkan Köse solda...

En son önergede 13 sosyal demokrat milletvekilinin imzası var. Bunların dördü Türkiye kökenli saydığımız Kürtler, bir diğeri de Sultan Kayhan... Türkleri en fazla düş kırıklığına uğratan da 32 yaşındaki bu hanım... Çünkü babası İsveç’teki Türklerin çoğunun geldiği Konya’nın Kulu ilçesinden. Annesi de Ispartalı... Kızımız milletvekili olduğunda, “Nihayet artık bizi savunacak bir milletvekilimiz var” demiştik... Yanılmışız!

Sultan Kayhan sağda...

ÖNERGE

Önerge, 1. Dünya Savaşı sonrası, Osmanlı Devleti'nin parçalanması için ABD Başkanı Wilson'un 14 maddelik programına ve 1920'de imzalanan ve Kürdistan'ın da kurulmasını öngören Sevr Anlaşması'na dayanıyor. Önerge sahipleri Lozan'da Kürtlerin haklarına ve Kürdistan kurulmasına değinilmediğini belirterek İsveç Hükümeti'nin Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını savunmasını talep ediyor.

Suriye, İran, Irak ve Türkiye Kürtleri ayrı ayrı ele alınıyor. Ve bunların ortasında yer alan bölge Kürdistan; orada yaşayanlar da Kürt olarak adlandırılıyor. Bu insanların sadece Kürt oldukları ya da Kürtçe konuştukları için tüm bu ülkelerde baskı altında yaşadığı, öldürüldüğü, sürüldüğü, hapse atıldığı, işkence gördüğü, tecavüze uğradığı öne sürülüyor ve çözümün Kürtlerin bu bölgede kendi kaderlerini tayin etme hakkında olduğu savunuluyor.

Türkiye'de insan haklarının kötüleştiği, Selahattin Demirtaş'ın ve başka HDP'lilerin, Erdoğan'ın başkanlığını engellemek istedikleri için tutuklandıkları iddia ediliyor.

Önergede Türkiye hakkında şu satırlar dikkat çekiyor:

"İç savaş 1984-1999 arası sürdü ve on binlerce insanın hayatına mal oldu. 7000 köyden 1 milyon Kürt sürüldü, siyasetle uğraşanlar hapsedildi, işkence gördü, öldürüldü ve raporlara göre, sistemli olarak kadınlara tecavüz edildi. Zaten geri durumda olan Güneydoğu Türkiye ülkenin diğer bölgelerinden daha da fazla geri gitti. 1999'da Abdullah Öcalan yakalanınca ateşkes emri verdi."

İsveç Meclisi Enformasyon Bürosu Sorumlusu Marianne Moström’den aldığımız bilgiye göre önergenin Dış Siyaset Komisyonu’nda ne zaman görüşüleceği henüz belli değil. Komisyon derinlemesine önergeyi inceledikten sonra parlamento üyelerine hangi yönde karar alınması yönünde tavsiyede bulunarak gönderir. Son karar milletvekillerine kalmıştır. Şimdiye dek komisyon bu tür önergelere sıcak bakmadı ama körün taşı misali ne olacağı belli olmaz. Bunu bilen önerge sahipleri, yenilen güreşçi güreşe doymaz misali, “ya tutarsa” diyerek, benzer önergeleri ufak tefek değişikliklerle sunar dururlar.

ULUSLARIN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI WILSON’UN TEZİ

Önerge sahiplerinin işaret ettiği ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson, 1919 yılında Barış Konferansı için Paris’e gelirken "Wilson Prensipleri" de denen "On dört madde"yi getirmişti. Bu on dört maddeden biri de "Kendi Kaderini Tayin Hakkı" idi. Wilson savaş sonrası parçalanan Avrupa’yı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden şekillendirmek istiyordu. Dışişleri Bakanı Lansing’e ise Wilson’un bu tutumunu talihsizlik olarak görüyor, "Asla yerine getirilemeyecek umutlar doğuracak. Korkarım binlerce hayata mal olacak" diyordu. Oldu da... Paris Barış Konferansı’nda, bugün Irak, Suriye ve Libya’da yapmak istedikleri gibi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçaladılar, petrol sahalarını paylaştılar. Adı da ulusların kendi kaderlerini tayin etmek oldu.

1918 Wilson ilkelerinden (3.ilke) kaynaklanan "Kendi Kaderini Tayin Hakkı"nın uluslararası hukukta kabulü Birleşmiş Milletler Anlaşması ile gerçekleşti. Bu ilkenin uluslararası hukuktaki anlam ve kapsamı 1960’tan bu yana kabul edilen Birleşmiş Milletler kararları ile oldu. Bunların ilki BM Genel Kurulu'nca kabul edilen 14.12.1960 tarihli ve 1514 (XV) sayılı “Sömürge Yönetimi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri” oldu.

LENİN’İN TEZİ

Lenin’in yazdığı "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı" adlı bir kitap da var. Sömürgelerin, işgal altındaki ülkelerin, işgalciye, emperyalizme karşı mücadele etme ve bağımsızlıklarına kavuşma hakkı. Lenin’in Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na desteği de bu çerçeve içinde değerlendirmek gerek.

Bir de uluslararası hukukta “devletin ülkesinin bütünlüğü” ilkesi vardır. Bir bölgenin, ülkenin bütünlüğünden canı istediği zaman ayrılma hakkı diye bir şey yoktur.

Milletlerin Kendi Kaderini Tayin Hakkı kökleri, 17. ve 18. yüzyıllara dayanıyor. İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimlerinden sonra gelişmiş kapitalist ülkelerdeki bu devrimlerle feodallerin egemenliğine karşı birleşen halk milletleşti ve milli devletlerini kurdu.

Emperyalizm döneminde sömürenlere karşı sömürülenler başkaldırdı. Mazlumlar zalimleri yenmeye başladı.

Rusya’da 1917 Sovyet Devrimi ve 1920’de Sovyet Devrimi desteğiyle Türk Devrimi, Türkiye’nin örnek olduğu kurtuluş savaşlarıyla, zalimleri yenen mazlumlar, emperyalizme karşı bağımsızlığını kazanan sömürgeler... Çin’in Hindistan’ın kurtuluşu... Kore, Küba, Vietnam, Laos ve Kamboçya’nın kurtuluşlarından sonra, Angola, Mozambik ve Gine Bissau...

Ancak emperyalizm de yenilgiyi kabul etmiyor, aynı silahı kullanıyordu. Bu kez etnik, dinsel ve mezhepsel ayrılıkçılığı “Milletlerin Kendi Kaderini Tayin Hakkı” olarak sunulmaya başlıyordu. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra milli devletleri, böl-yönet-yut yöntemiyle yok etmeye çalışıyordu. Yeni kurulan ülkelerin henüz yurttaşlık bilinci ile milletleşememiş insanları birbirlerine karşı kışkırtmaya, iç çatışmalar çıkarmaya hız verdi. Milletlerin Kendi Kaderini Tayin Hakkı, bu kez emperyalizmden kurtuluş, emperyalizmi zayıflatma yerine mazlumları ezme hakkına dönüştü.

Dünya siyaset literatürüne “Balkanlaşma” olarak geçen parçalayıp yönetme sürüp gidiyor. Balkanlarda Yugoslavya’nın parçalanması bunun en güzel örneğidir. Irak, Suriye ve Libya’nın durumunu görüyoruz. Sırada İran ve Türkiye var. Kullanılan gene aynı ilke: Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı...

İşte Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi bölme çabalarının bir parçası da İsveç Meclisi Riksdagen’de verilen önergedir.

Emperyalizmin ülkeleri bölüp yok etme, milletleri devletsizleştirme çabalarına hizmet eden bir “Milletlerin Kendi Kaderini Tayin Hakkı” savunulamaz. Tersine, mazlum milletleri güçlendirdiği, emperyalizmi zayıflattığı zaman savunulur.

İSKANDİNAVYA’DA DURUM

İsveç’in 1976 yılına dek kısırlaştırma yoluyla “soykırım(!)” [bir mahkeme kararı olmadığı için ünlem işareti koyuyorum] uyguladığı Sameler [Laponlar] İskandinavya’nın en eski yerlileridir. Norveç, İsveç, Finlandiya ve Rusya’da yaşarlar ve bu bölgeye Sapmi [Laponya] derler. İsveç Meclisi Riksdagen bunları 24 Kasım 2010’da “halk” olarak tanımladı. Diğer bir deyişle hem yerlisi, hem azınlık hem de o bölgenin halkı. Ancak kendi kaderini tayin hakkı yok. O zaman Kürtlerden önce Samelere (Laponlara) o hakkı tanımak gerekiyor...

İsveç ile Finlandiya arasında bulunan Åhland Adaları halkının büyük bölümü İsveççe konuşan bizim İsveçli dediğimiz “Svensk”lerden oluşmasına ve İsveç’e bağlanmak istemelerine karşın tüm Finlandiya halkı bu isteğe destek vermediği için Finlandiya’ya bağlıdır.

“Kaderini tayin hakkı”na sahip olacak halk; etnik bir topluluk değil (ethnos), sınırları belirli bir toprakta yaşayan tüm nüfustur (demos).

Bu ne demektir? Örneğin Hakkari’de yaşayan halkın kendi kaderini tayin etmesi Türkiye’nin toprak bütünlüğünü savunma hakkını ihlal etmeyecektir. Ayrılmaya ancak tüm Türkiye sınırlarındaki halk karar verebilecektir.

Örneğin Çekoslavakya'nını Çekya ve Slovakya olarak bölünmesi tüm ülkenin rızasıyla olmuştur. Ya da Estonya, Letonya ve Litvanya’nın BM üyelikleri, ancak SSCB tarafından tanınmalarından sonra gerçekleşmiştir.

Ama örneğin Quebec’te bir refarandum yapılmış, referandum sonucu Quebec Federe Devleti’nin Kanada’dan ayrılarak bağımsız bir Quebec Devleti kurulması yönünde çıkmıştır. Kanada Yüksek Mahkemesi ise 1998’de verdiği bir kararla bunu reddetmiştir. Çünkü Kanada’nın bir bütün olarak kendi kaderini tayin hakkı vardır. Tüm ülke halkının karar vermesi gerekir.

SONUÇ

Özellikle barut fıçısı durumundaki Ortadoğu'da ve Ortadoğu kökenli insanlar arasında yüzyıllar sürecek düşmanlıklara yol açacak girişimlere itibar etmemek gerekir. Barzani’nin 2017’de bağımsız Kürdistan denemesi yapması akıllardan çıkmamalı. Dört ülkenin tüm nüfusunun karar vermesi gerektiği bir konuda dışarıdan bu ülkelerin bölünmesi için destek almaya çalışmak intihardır. Bölgede, yeni devletlerin kurulması değil demokrasilerin güçlendirilmesi gerektiği ortadadır. Türkiye için de geçerli olan yol altmış yıldır savunduğumuz, “KAHROLSUN EMPERYALİZM, YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ VE GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE” sloganıyla sembolleştirdiğimiz Milli Demokratik Devrim'dir. Diğer bir deyişle Kemalist Devrim’in tamamlanmasıdır.

Wilson’un Dışişleri Bakanı Lansing’in uluslara kader tayin hakkı için 100 yıl önce söylediği sözü asıl şimdi anımsayalım: "Asla yerine getirilemeyecek umutlar doğuracak ve korkarım binlerce hayata mal olacak."

https://www.aftonbladet.se/ledare/a/aw6xgd/sveriges-talamod-for-turkiet-bor-ta-slut-nu?fbclid=IwAR2TpB0tU8nYHufCzr8Ax1lJNK7C7GhfZjto0SU6Zhv36recGyhYL_NX4Jg
Sonraki Haber