Johnson Mektubu ve Kıbrıs’ın stratejik önemi

Johnson Mektubu’nun 56. yıldönümü. Zürih ve Londra Antlaşmaları sonucu 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması Türk dış politikası için bir başarıdır. Ancak bu sorunu çözmedi ve 1963’te Kıbrıs’ta kanlı olaylar yeniden başladı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 4 Mart 1964 günü 186 sayılı kararı aldı. Karar, Kıbrıs’ta BM Barış Gücü kurulmasını tavsiye ederken, bunu Kıbrıs Hükümeti’nin rızasına bağladı. 186 sayılı karar Rum yönetiminin “yasal” Kıbrıs Hükümeti olarak tanınmasını sağlamıştır. Türkiye çıkarma gemilerine sahip olmadığı için Ada’ya çıkarma olanağı yoktu. 186 sayılı kararı kabul etmek zorunda kaldı, bizi işgalci olarak suçlamalarına gerekçe olarak gösterilmektedir. Rum saldırıları durmadığı için Türkiye garantörlük hakkına dayanarak Kıbrıs’a müdahale etmek istiyordu. Ancak, Türkiye’nin çıkarma yapacak gemisi bile yoktu, başarısız olunabileceği düşüncesi İsmet İnönü’nü tedirgin ediyordu. İsmet Paşa, ABD’nin karşı çıkması ile çıkarmanın ertelenebileceğini düşünüyordu.

İnönü Hükümeti Kıbrıs’a çıkarma yapacağını ABD’ye iletiyor ve görüşünü soruyor. ABD ise 5 Haziran 1964 tarihli Johnson Mektubu’nu Türkiye’ye iletiyor, ancak mektup çok incitici dile sahipti. Mektup, asıl iki noktayı öne çıkarıyordu:

Birincisi, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi sonucu Sovyetler Birliği işe karışırsa ABD’nin Türkiye’yi savunamayacağını. İkincisi, Amerika tarafından sağlanan askeri silah ve malzemenin kullanılmasına muvafakat edemeyeceğini bildiriyordu. Büyük devlet adamı İnönü bu süreçte “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de oradaki yerini alır” diyor, İnönü’nün öngörüsü ne kadar gerçekçi.

Türk Hükümetleri bu talihsiz olaydan ders alarak, ordunun güçlendirilmesi çalışmalarına başlıyor. İnönü ordunun teçhizini istiyor. İnönü’den sonra başbakan olan Süleyman Demirel de Silahlı Kuvvetler’in Kıbrıs’a çıkarma yapabilecek donanıma sahip olmadığını görüyor ve Silahlı Kuvvetler’in teçhizi (donatılması) için emir veriyor. (Lütfü Akdoğan, Krallar ve Başkanlarla 50 yıl. Cilt 2, s.56.) 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta Makarios’a karşı darbe yapılıyor ve Türkiye 20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’a çıkarma yapıyor. Bu sefer ABD’ye haber vermeden, Turan Güneş’in “Kızım Ayşe seyahate çıkabilir ” şifreli mesajı ile...

ABD’nin, Türkiye’ye silah ambargosu kararı, Türk Hükümetinin, Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması’nın feshi ile sonuçlanıyor ve Türkiye’deki bütün ortak savunma tesislerinin faaliyeti, -yalnız İncirlik ortak savunma tesisi NATO’ya açık kalmak kaydı ile- 26 Temmuz 1975’ten itibaren durduruluyor. Üslere Türk Bayrağı çekiliyor.

Ambargo 1978 yılında kaldırıldı, ama üslerin açılma zamanı gelmemişti. Müzakereler sonucu 29 Mart 1980’de ABD ile yeni Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA) imzalandı. SEİA ile Türkiye’nin üsler üzerinde kesin egemenliği bir kez daha sağlanmıştır. Aartık üs ve tesisler Türkiye Cumhuriyeti’nin malıdır. Anlaşmayı Süleyman Demirel yaptı ama üslerin ABD’ye açılması Kenan Evren’e kaldı.

KKTC gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Türkiye büyük bedeller ödeyerek bugünkü fiili durumu ayakta tutmaya çalıştı. Geriye dönemeyiz. Bu gerçekçi de değil… Fiili bölünme Ada’ya barışı da getirdi. Bunun adı Türk barışıdır… Barış harekâtı Akdeniz’de burnumuzun dibindeki Kıbrıs’ın oldubittiyle Yunanistan’a bağlanmasını ve daha büyük krizlere neden olmasını engelledi. Bir anlamda Türkiye’nin Akdeniz’de kuşatılmasını önledi. Bununla Türkiye, Akdeniz’de muazzam bir stratejik üstünlük sağladı. Bu üstünlüğü bugünlerde daha fazla hissediyoruz. Çünkü Akdeniz’de gaz ve petrol kavgasını önümüzdeki günlerde daha fazla göreceğiz. Bu da Kıbrıs davasının ne kadar önemli olduğunu hissettirecektir…

Bu vesileyle İsmet Paşa’yı, Ecevit’i ve Denktaş’ı başta olmak üzere, bu davaya hizmeti geçen herkesi saygı ile anıyorum. Kaynak: Haluk Şahin, Johnson Mektubu, Kırmızı Kedi Yayınevi.

Sonraki Haber