Kötü yapılaşma kadını daha mutsuz ediyor
Kadın dostu kent olur mu? Mimar Güneş Batum, kadını ayrıştırmanın arka planında, bir küresel ticari aklın olduğunu vurguladı ve ekledi: Siz insan dostu, yeşil ve doğa dostu şehirler kurarsanız o zaten çoluk çocuk, kadın erkek herkesin dostu olacaktır.
Güneş Batum, uzun yıllardır sürdürdüğü mesleği mimarlığı, teknik olmaktan öte bir sanat ve duyarlılık alanı olarak görüyor. Çağdaş ve insan odaklı meslek anlayışına sahip olan Mimar Güneş Batum, Aydınlık’ın sorularını yanıtladı, mimarinin kentsel yaşama etkileriyle ilgili birçok konuya açıklık getirdi. Sözü kendisine bırakıyoruz:
l Kadın dostu kent olur mu?
Ben böyle kadını ayrıştırmanın arka planında, bir küresel ticari aklın olduğunu düşündüğümden bu tür ayrımlara sıcak bakmıyorum.
Ancak siz insan dostu, yeşil ve doğa dostu şehirler kurarsanız o zaten çoluk çocuk, kadın erkek herkesin dostu olacaktır.
Örneğin siz yeşil alanları, çocuk parklarını bol tutarsanız bu kadın ve çocuk dostu olmaz mı? Bebek arabasının düşünüldüğü güvenli kaldırımlar ve yaya yolları planlarsanız bu kadın ve çocuk dostu olmaz mı? Örnekleri çoğaltabiliriz, bu nedenle ben bu tür ayrımların küresel ölçekteki tehlikeli ticari amaçların sonucu olduğunu düşünüyorum.
PLANSIZ ŞEHİRLEŞME HER BİREYİ TÜKETİYOR
l Çarpık yapılaşmanın, birey, özellikle kadın üzerindeki etkisi nedir?
Bu birçok bilimi kapsayan ve çok kapsamlı yanıtlanabilecek bir soru ama genel bir yanıt vermek gerekirse, çarpık ve plansız şehirleşme her bireyin yaşamını daha yorucu hale getiriyor, insanı sıkıştırıyor, adeta tüketiyor.
Tabii burada anne olan ve bilhassa çalışmak zorunda olan kadını öncelikle ele alırsak, maalesef ki çalışan anneler ‘ev, iş ve aile’ üçgeninde ciddi sıkıntılar yaşıyor. Çocuklarına kolayca ulaşamama endişesi, trafik, gürültü ve en önemlisi vakit ayıramamak.
Eve yorgun argın gelen kadın çocuğuyla ne kadar sağlıklı bir ilişki kurabilir? Hani bazen neredeyse mesai süresine yakın fazladan zamanı trafikte kaybediyoruz büyük şehirlerde, bilhassa mega kent İstanbul’da,
Çocuk cephesinden bakınca da durum pek iç acıcı değil. Düşünün çalışan annesi olan çocuk, kutu kutu evlerde eskisi gibi anneanne ya da babaanne ile büyümediği için eskisi gibi güvenilir komşuluk ilişkileri de kalmadığı için -ki komşu teyze de çalışıyor- çocuk sürekli bir aktivite yapmak zorunda kalıyor.
Çoğu anne, çocukları sırf güvenli bir yerde olabilsin diye uzun süreli eğitimi olan özel okullara veriyor ve düşünün 10 yaşında,12 yaşında bir çocuk tüm gün okulda.
Diğer yandan olanağı olup, yaşamında çocuğuna yönelik öncelikler alan ve belki home-ofis çalışan veya çocuğu için iş hayatına mola veren kadın da aslında çok farklı değil, o da benzeri sıkıntıları çekiyor. Çünkü çocuğunun gönül rahatlığı ile komşu çocuklarıyla oynayabileceği bir bahçesi yok. Diyelim ki bahçesi var ama 10 yaşında çocuğunu gönderebileceği bahçesi olsa da 13. Katta, 15. Katta, 8. katta oturan bir anne çocuğunu nasıl göndersin? Mutfağında yemeğini yaparken ya da kahvesini içerken balkonundan, penceresinden izleyemiyor ki.
Bisiklet yolu yok. Çocuklara yönelik Spor ve oyun parkları, oyun okullarımız da maalesef yeterince yok. Hal böyle olunca büyük şehir yaşamında kadının mutsuzluğu nispeten daha belirgin olabiliyor.
BİRÇOK FAKTÖR VAR KÜLTÜREL EROZYON GİBİ
Tabii bu sorunu salt şehircilikle izah etmek doğru ve yeterli olmaz. Ülkenin genel ekonomi politiği, sanayileşmenin belli kentlerde toplanması, kültürel erozyon gibi birçok faktör var. Yetmez gibi dünya nüfusunu azaltmaya aklını takmış küresel hegomanya maalesef aile yapısını yok etmek üzere sürekli saldırdığı için, yine maalesef anneanne, babaanneli ya da üst katta hala, teyze evi olan yaşam kalmadığı için, daha insani etkileşimlerden bilhassa çocuklar mahrum kalıyor. Oysa düşünsenize, bizim çocukluğumuzda bahçeli evlerde kuzenlerle oynanır, yaramazlık yapınca babaannenin arkasına saklanılır, bahçedeki ağaç, çiçekler içinde doğayla temas ederek büyürdük. Ya da daha makul sayıda daire olan binalarda komşu Hacer teyze ya da Osman amca olurdu. Ailecek görüşüldüğü için herkes birbirini tanır, seyahatlere giderken anahtar bırakılırdı.
YARATICILIĞI, FERAHLIĞI ZORLAŞTIRIYOR
Ülkemizin başta ekonomisi ve sanayiisinin var olma mücadelesinde, emperyalizmin dayatmaları ile kutu kutu evlerde, doğadan uzak, hatta birbirinin güneşini gölgeleyen binalarda, hepimiz negatif etkileniyoruz.
Bilhassa koşup oynayacak yaştaki çocuklar, “Aman gürültü yapma, alt kata ses gitmesin” derken bilgisayar başında zaman geçirir oldular. İşte bu da ne kadar insani, bunu da ayrıca ele almak gerekir. Tam da burada “teknoloji imdada yetişiyor, ya o olmasaydı” diyenleri duyar gibiyim. Elbette teknolojinin bir çok faydası var ama, siz doğadan kopuk çarpık yapılaşmada kutu kutu evlerde yaşamak zorunda kalıyorsanız, bu sizdeki yaratıcılığı, ferahlığı ve bahtiyar olmayı zorlaştırıyor.
KEYİF ALMA BAHTİYAR OL!
l Bahtiyar olmak kelimesiyle ne demek istediniz?
Salt ‘keyif al’ ya da ‘yeterki sen mutlu ol’ şeklinde yönlendirmelerle bakınca yaşanılan an’a yöneliyorsunuz. Daha doğrusu buna yönlendirilmiş oluyoruz. Ben bunun da yine küresel bir pazarlama argümanı olduğunu düşünüyorum, tüketime yönelik. Oysa bahtiyar olmak daha geniş kapsamlı bir yaşam memnuniyeti gibi geliyor bana.
l Bütün bu süreçte kadın mutsuzluğunda şehrin rolü daha belirgin diyebilir miyiz?
Elbette, aile ve çocuk kapsamında ele aldığımızda kadının rolü daha fazla önem kazandığı için, büyük kentlerde kötü yapılaşma kadını daha mutsuz ediyor diyebiliriz.
MEGA KENTLERİN YÜKÜNÜ AZALTALIM
l Neler önerirsiniz?
Bu, birçok kurum ve kuruluşun ortak çalışması gereken çok kapsamlı bir husus.
Her şeyden önce mega kentlerin yükünü azaltmak gerekiyor. Bu da diğer şehirlerimizi de cazibe merkezi haline getirerek bir nevi geri göçle olabilir.
Oluşturulan yaşam merkezlerinde mümkünse yatay mimariye yer verilerek, ev ve okul yakınlıklarının sağlandığı, rekreasyon alanlarının, yeşil alanların daha bol tutulduğu projelendirmeler yapılmasıdır.
Okulların yatay katlı, bilhassa ilk öğrenimde okul binalarının az katlı olması ve okul içi oyun vb. faaliyetlere yönelik güvenli bahçeler içinde olması sağlanabilmelidir.
AKADEMİK KURULLAR
Bina altlarında dükkan kullanımlarına izin verilmemesi, hem deprem nedeniyle oluşabilecek riskleri engelleyeceği gibi hem de aile, çoluk çocuk insanların yaşam alanlarında gürültü ve güvenlik gibi istenmeyen durumları da yaratmayacaktır.
Belediyelerdeki imar yetki ve onaylarının azaltılması ve ülke çapında makro planlamalar kapsamında üniversitelerden oluşturulan kurullarca denetlenebilir. Böylelikle yapılaşma siyasi bir rant olmaktan kurtulabilir ve çirkin şehirleşmelere de sebep olunmaz.
BİR ‘YAŞAMA SANATI’ BİR ‘YAŞAM BİLİMİ’
l Mimarlık nedir, mimar kimdir?
Mimarlığı dar ve tek bir tanıma sokmak pek mümkün değil çünkü Mimarlık bir ‘yaşama sanatı’ ve bir ‘yaşam bilimi’dir. Ama daha nesnel ve kısaca tanımlamaya çalışırsak, Mimari, Mimarlık binaları, şehirleri ve diğer fiziki yapıları tasarlamak ve kurmak için varolan bir bilim ve sanat dalıdır.İşte Mimar da bunu düşünen, tasarlayan, hayal eden, organize eden, kuran, sonuçlandıran ve tüm bu süreçleri yöneten adeta bir orkestra şefidir.
MİMARİ, YAP-SAT ÇARKINA SIKIŞTIRILDI
l Sizce biz Mimarlığa yeterince önem veriyor muyuz?
Doğruyu söylemek gerekirse bu soruya olumlu yanıt vermek zor. Çünkü bu bütünsel bir kültürdür ve maalesef biz bunun önemini tam kavrayabilmiş değiliz.
Tabii rant ekonomisinin de getirdiği negatif etkiler var. Çok başarılı meslektaşlarımız var, başarılı çalışmalar var, eserler var.Uluslararası düzeyde önemli işlere imza atan çok başarılı meslektaşlarım var.
Köklü ve birçok medeniyetin geçtiği bu kadim topraklarda Mimar Sinan’ımız var. Selçuklu Mimarimiz var. Osmanlı Mimarisi ve Cumhuriyetimizin kuruluşuyla da Türk mimarisi var. Ancak bunca zenginliğe ve köklü geçmişe rağmen maalesef depreme ve çirkin yapılaşmalara yenik düşüyoruz. Bu çok üzücü.
Zira Mimariyi bir nevi yap-sat çarkına sıkıştırmış olduğumuz için, içinde yaşadığı evlerin -bakın ev diyorum-, içinde sosyalleştiğimiz şehirlerin, kısacası yaşamlarımızın kurucusu olan Mimar da maalesef hak ettiği değeri henüz bulabilmiş değil.
Oysa Mimar bir filozoftur, önemli bir oyun kurucudur. Yön vericidir. Dünü ve yarını bilerek ve buna bağlı yaşamları hayal edendir ve bence Mavi Vatan gibi bu da hayati bir husustur.