Kadına yönelik şiddet ve mücadelede doğru mevzi

Kadına yönelik şiddet olgusu, çağımızın en yakıcı ve çözülmesi elzem problemlerinden biridir. Kadına yönelik şiddet, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele El Kitabı’nda “Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan ve kadınları etkileyen cinsiyete dayalı ayrımcılık ile fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmeleriyle veya acı çekmeleriyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel her türlü tutum ve davranış” şeklinde tanımlanmaktadır.

Temel hak ve özgürlük ihlali olarak gördüğümüz kadına yöneltilmiş şiddetin temeline baktığımızda yüzyıllar öncesine dönmek ve kadın-erkek eşitliğinde dengelerin değiştiği “özel mülkiyetin doğuşu” sürecine bakmak önemlidir.

DÜNYAYI ‘İKİ UÇLU’ HALE GETİRMEK

Bu süreçte anaerkil toplum düzeni yerini ataerkil toplum düzenine bırakmaya başlamış, kadın ve erkeğin toplumsal rolleri eskisinden oldukça farklı bir biçimde yeniden şekillendirilmiştir. Erkekler beden kuvvetini kullanarak “dışarıdaki” işlerin sorumluları haline gelirken kadınlara ise “içerideki” işlerin sorumluluğu verilmiştir.

İki uçlu bir sistemin yaratılmasıyla beraber kadın-erkek cinslerine her bakımdan birbirinin tam zıttı sıfatlar yüklenmiştir. Süreç içerisinde bu ayrımlar daha da keskinleşerek cinsler arasındaki eşitsizliği daha da belirginleştirmiş ve kadına yönelik şiddetin de temel etkenlerinden biri bu eşitsizlik olmuştur.

ŞİDDET KENDİNİ HANGİ BİÇİMLERLE GÖSTERİYOR?

Kadına yönelik şiddet denince akla genel olarak fiziksel şiddet gelir. Ancak şiddet türleri fiziksel, psikolojik (sözlü), cinsel, ekonomik ve sanal(dijital) şiddet olarak çeşitli şekillerle kendini gösterir.

Fiziksel şiddet, itmek, tokat atmak, vurmak, sarsmak, eşya fırlatmak vb. davranışlar sergilenerek kadını sindirme ve yıpratmaya yönelik şeyler yapmaktır. Kadına yönelik şiddetin en sık rastlanılan türlerinden biridir. Psikolojik /sözlü şiddet, tehdit etmek, bağırmak, aşağılamak, küfretmek, kadını aile ve arkadaş çevresiyle görüşmemeye zorlamak, baskılamak gibi biçimlerde kendini gösteren şiddet türüdür. Bu tür genellikle “farkına varılamayan, üzerinde durulmayan” bir şiddet biçimi olarak görülebilir. Cinsel şiddet, kadının bedenine yönelik rızası dışında yapılan her türlü hareketi kapsar. Ekonomik şiddet, günümüzde kadın özgürlüğünün temellerinden olan “kendi ayakları üzerinde durmak” koşullarını ortadan kaldırmaktır. Para vermemek, kadının kazancına el koymak, çalışmasına izin vermemek veya istemediği koşullarda rızasız şekilde çalışmaya zorlamak gibi şekillerle kendini gösterir. Sanal (dijital) şiddet, özellikle teknolojinin gelişmesiyle birlikte giderek artan sosyal medya kullanımı literatüre yeni bir kavram soktu: sanal şiddet. Dijital şiddet, kadının rızası dışında bilgileri ve fotoğrafları kullanılarak sahte hesaplar açılması, sosyal medya mecralarında kadınların sürekli olarak mesaj veya yorum yoluyla rahatsız edilmesi gibi şekillerde kendini gösterir.

KADINLARI NASIL “KORUYAMAYIZ”?

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü gelirken ülkemizdeki birçok kadın örgütünün “kozasından sıyrıldığını” görüyoruz.

Zaten sadece 8 Mart ve 25 Kasım’da var olduklarını hatırladığımız bu sözde kadın hakları örgütleri bu sene de “isyan!” temasıyla sokaklarda olacak. Kime ve neye “isyan” ediyorlar diye sorduğumuzda ise “devlet, güvenlik güçleri, adalet sistemi, aile” kurumları karşımıza çıkıyor. “Sen korkarsan şehri ateşe veririm!” gibi oldukça arabesk tepkilerle bu kurumları “yerle bir edebileceklerini” zanneden bu örgütler, Türkiye’deki kadınların esas sorunlarından tamamen uzak durumdalar.

Kadınları korumak için akıllara gelen tek çözümün “öz savunma” olduğu bu sözde hak savunucusu örgütler, Türkiye’yi bir cehennem gibi tasvir ederek ve “bizler yersiz yurtsuzuz” düsturuna bağlanarak kadınları korumasız ve çaresiz bir ruh haline sürüklemekte.

KADINLARI NASIL “KORUYABİLİRİZ”?

Kadınların korunmaya muhtaç varlıklar olmadığını hepimiz biliyoruz. Fakat, günümüzde gittikçe artan şiddet ve eşitsizlik durumu kadınlar arasındaki dayanışmayı güçlendirmekte ve kadınların birbirlerini “korumaya aldıkları” bir zemin oluşturmakta.

Kadınlarımızı koruyacak yegane program Cumhuriyet Devrimleridir. Bu devrimin getirileri geliştirilmelidir. İstanbul Sözleşmesi gibi emperyalizmin oyuncaklarıyla oynamaktan vazgeçilmeli ve 6284 sayılı kanunla Medeni Kanun ve Aile Hukuku gibi alanlar çağa uygun biçimde düzenlenmelidir.

Ekonomik özgürlük, insanca bir yaşamın temel şartlarındandır. Bu nedenle kadınların çalışma hayatının her alanına yüksek katılımı teşvik edilmelidir. Çalışan kadınlara emzirme izni, süt izni, esnek çalışma şartları gibi koşullar sağlanmalı, işyerlerinde kreşler bulundurulmalıdır.

Ev içi emek görünür kılınmalıdır.

Eğitim sistemi kız çocuklarının fırsatlardan eşit yararlandığı bir hale getirilmeli ve 12 yıllık eğitim zorunlu olmalıdır.

Ders kitaplarında cinsiyet eşitsizliğini tetikleyecek ögelere yer verilmemeli, müfredat çağdaş yaşam tarzına uygun biçimde düzenlenmelidir.

Kadın üniversitesi benzeri kadınları kafese koymaya yönelik uygulamalar gündeme dahi getirilmemeli, laik ve karma eğitim uygulanmalıdır.

Okullarda şiddetle mücadeleye yönelik devamlı eğitimler verilmeli ve bilinçli nesiller yaratılmalıdır.

Medyadaki erkek egemen dil son bulmalı, kadınların temsiliyeti kadının ikincil konumunu pekiştirecek biçimde sunulmamalıdır.

Türkiye’nin cesur ve azimli kadınları, kendilerini “koruyacak” programı net biçimde görmekte ve Cumhuriyet Devrimleri’nin yılmaz bekçileri olarak vatan savunmasının ve emek mücadelesinin en ön mevzisinde görev almaktadır. Şiddetin ve her türden eşitsizliğin son bulduğu yepyeni bir ülke yaratacağız! Sözümüzdür, mücadelemizi zaferle taçlandıracağız!

Sonraki Haber