Kamu borcu yüzde 46 arttı! ‘Mirasyedi gibi durmadan borçlanıyoruz‘
Son 8 ayda yüzde 46 oranında artan kamu borcunu Aydınlık’a değerlendiren uzmanlar, ‘Borçlar üretimden elde edilen kazançlar ile ödenmeli. Türkiye’de böyle bir politika yok. 1980’den beri borçlanma yöntemini kullanıyoruz. Bu politika bizi iflas noktasına getirdi.’ dedi
6 Şubat depremi ve yüksek enflasyon dönemi sonrası, Türkiye’nin kamu borcu artmaya devam ediyor. Nasıl Bir Ekonomi gazetesinden Nevzat Saygılıoğlu’nun gündeme getirdiği üzere merkezi yönetim toplam borç stoku; son 8 aydaki yüzde 46’lık artışla, Ağustos 2023 sonunda 5 trilyon 880 milyar liraya yükseldi. Bu tutarın da yüzde 35’i TL cinsinden iken yüzde 65’i döviz cinsinden. Ayrıca, depreminin yol açtığı ekonomik kayıpların telafisine yönelik olarak 15 Temmuz 2023 tarihinde çıkarılan 7456 sayılı torba kanun ile sadece 2023 yılı için Hazine’ye verilen yaklaşık 2 trilyon liralık ilave borçlanma yetkisinin neredeyse tamamının kullanıldığını görüyoruz. Son dönemde yapılan bu borçlanma miktarının nasıl yorumlanması gerektiğini ve nelere yol açacağını, uzmanlar Aydınlık’a anlattı.
Devlet tarafından yapılan borçlanmanın, üretimden elde edilen kazançla ödenmesi gerektiğini belirten eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Aydın Esen, ancak Türkiye’nin böyle bir politikası olmadığını ifade ederek, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Kişinin borçlanması ve devletin borçlanması arasında özde çok fark yoktur. Borç yiyen kesesinden yer. Borç yiğidin kamçısıdır ama biz yıllardır kamçı tarafını görmedik. Sadece mirasyedi gibi durmadan borçlanıyoruz. Borç elbette ödenecek ama nasıl? Türkiye, maalesef üretimde sınıfta kalan bir çizgide. Sanayide klasik üretim aşamalarında kaldık. Sanayi 5.0’dan bahsedilirken sanayi 2.5 civarında debeleniyoruz. Borcu, üreten Türkiye'nin kazancıyla geri ödememiz lazım. Önümüzdeki günlerde böyle bir politika görünmüyor. Hükümet sadece borçlanarak gidebildiği yere kadar götürmek istiyor.
SİYASİ TAVİZLERE YOL AÇABİLİR
“Bugünkü borçlar gelecek kuşakların da istikbalini, yaşam kalitesin aşağı çekiyor. Türkiye, süratle bu yöntemi terk etmeli. 1980’den beri borçlanma yöntemini kullanıyoruz. Geldiğimiz nokta bir iflas noktası. Devletlerin iflası da şirketlerin iflasından farklı. Daha uzun vadede oluyor veya iflası geciktirmek için siyasi tavizler veriliyor. Veren el, alan elden üstündür. Borcu kim veriyorsa birtakım şartları da empoze edebiliyor. Ve bağımsızlığımızı da kaybeden bir çizgiye doğru gidiyoruz. Maalesef bu durum, bizi siyasi bağımsızlığımızı da etkileyen bir sürece doğru götürüyor. “Türkiye’nin uluslararası muhasebe standartlarına göre enflasyon muhasebesine geçmesi lazım. Mevcut sistem çarpık bir kaynak transferine yol açıyor. Kârlı gözüken şirketler, enflasyon muhasebesini uygulanırsa kârların gözüktüğü kadar olmadığı veya zarar ettiği görülecek. Bu şekilde bir darboğaza doğru gidiyoruz. Buradan çıkış için halkımız çok ağır fatura ödeyecek.”
KAMU HARCAMALARI DA BASKILANMALI
Kamu harcamalarının sürekli artarken gelirin yüksek harcamaları karşılayamaması sonucunda bütçenin faiz dışı fazla veremiyor olması, kamunun borçlanma ihtiyacını artırarak borç stok büyüklüğündeki artışın sürekli hale gelmesine yol açtığını vurgulayan Prof. Dr. Serap Durusoy, şu sözleri kullandı:
“Bilindiği üzere temmuz ayında Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in imzasıyla kamu kurumlarına gönderilen genelgede, deprem kaynaklı maliyetler haricinde tüm harcamaların yeniden gözden geçirilmesi gerektiği belirtilerek, tasarruf takibinin tavizsiz uygulanacağı bildirilmişti. Ancak genelgenin yayımlanmasına rağmen kamu harcamalarında maalesef bir kısıtlamaya gidilmedigi görülüyor. 2024 yılında dezenflasyon sürecinin başlayacağı belirtilmekle birlikte para politikasında bireysel talebi kısıtlamaya yönelik Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun attığı adımlara ek olarak maliye tarafında da gelir artırıcı adımlar atılırken harcama tarafını baskılayacak adımların da atılması gerekiyor.
“Fakat Mart 2024'de yapılacak yerel seçimlerde siyasi bir kısıt olarak bu politikanin gerceklesmesini zorlastiriyor. Enflasyonla ciddi bir mücadele içerisine girildiği yönünde bir iklim oluşturulmaya çalışılırken bunun sadece TCMB'nin para politikasi ile sağlanamayacağı, bu nedenle maliye politikasinin harcama kısmını da içerisine alan bütüncül bir politikanın uygulanması gerektiği kabul edilmeli. Bu yapılmadığı takdirde atılan adımların da etkisi geçici olur.”
‘G-20 ÜLKELERİ İÇİNDE İYİ DURUMDAYIZ’
Yaşadığımız deprem felaketi ve yüksek enflasyon nedeniyle yapılan borçlanmanın doğal olduğunu söyleyen ekonomist Serhat Latifoğlu ise şöyle konuştu:
“Türkiye’nin kamu borcunun gayri safi yurt içi hasılaya oranı yüzde 31,7. Bu G-20 ülkeleri içerisinde en iyi oranlardan birisi. Ayrıca kamu borçları içerisindeki döviz borçlarının oranı da çok düşük. Bu tip borçlanmalar, sürdürülebilir borçlanmalar. Zaten böyle bir borçlanma olması da çok doğal. Çünkü bu sene çok büyük bir deprem felaketi yaşandı. Felaketin bilançosu da önümüzdeki yıllarda 80 ila 100 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor. İkinci bir faktör de yüksek enflasyonun getirdiği maliyetler. Dolayısıyla bu borçlanmanın artması yeni politikalarla ilgili bir şey değil. Kamuoyunda çıkan, borçlanmayı yeni ekonomi yönetimi ile bağdaştıran yorumlar da yanlış. Tamamen deprem felaketi ve enflasyonla alakalı olan bir şey.”