’Kapana kısılmış dev’ ben de kızı Defne

Tek ciğer olmayan yaşlı adam! Altmışında baba oldu. O, benim babamdı. Yazı yazan, kızan babam. Bir şeyleri unutmayan, unutamayan adamdı. Yazı işçisiydi. Taşa kazır gibi yazdı

Babamın kızı olarak kendimi hiçbir zaman prenses hissetmedim. O benden daha çok başarmamı, yenmemi, üstesinden gelmemi bekledi... ‘Rıfat Ilgaz’ın kızı olmak nasıl bir şey’ sorusunu defalarca duydum. Cevabı soranlar verdi hep. ‘Büyük bir onur’ dediler. Katıldım ben de. İtiraz ettiğim hiç olmadı. O, benim babamdı. Yazı yazan babam. Kızan babam. Öfkeli adam. İçinde biriktirdiği öfkesi, kızgınlıkların kalıntılarıyla yaşadı hep. O bir şeyleri unutmayan, unutamayan adamdı. Yaşadıkları, unutulacak şeyler değildi. O bana benzeyen adamdı. Ağzı, burnu, saçları, ayakları, duruşu, bakışı, kızgınlıkları, içinde biriktirdikleriyle benden bir tane daha...

O benimdi. Uzak olsa da, hiçbir hilebaz ya da illüzyonistin değiştiremeyeceği bir gerçeklikle benim olandı. Ben de onun olandım. Onun kızıydım, çekemeyenler değiştiremediler, olmuştu bir kere, olmuştum.

Şarkı söyledim dinledi. Yaptığım bestede Türkçe yazım hatası buldu düzeltti. “Benden de bestele” dedi. Olur dedim. Dinlemek nasip olmadı onun şiirinden yaptığım besteyi.

UZAK GÖRÜŞLÜYDÜ HEP HAKLI ÇIKTI

‘Sularda Güneş Olmak’ şiirinde tayin ettiği güzergah gerçek oldu. Dedikleri hep oldu, önerdiği gibi karanlık sularda güneş olmayı tercih ettim hep, “Kargaların ölmezliğine inat”.

Sahiden yakışıklıydı. Annem ona hep aşıktı. Son nefesine kadar sevdi babamı. Hayrandı, kimseyle kıyaslıyamıyordu bile... Benimle ilintilendirirdi onu. Kızınca “Onun gibi zalim” buldu beni, evlendiğimde baban gibi terkettin beni diye karalar bağladı. Babama benzediğim için hayranlık duydu bana. Onun gibi eleştirel biri olduğum için kırıldı.

‘Başka’ydım onun gibi. Babamı ben en çok annemden dinledim. Ona umutsuzca aşık, onulmaz bir şekilde kırgın annemden. Ne beklersiniz şimdi benden?

Dört çocuğu içinde yumurtadan sanatçı çıkan bendim. Ama pek bilinmedim. Ne gam!

Bana şiir yazdı. Bir kez tanımadı. Tokat attığı da oldu.

Yazı işçisiydi. Çalışkandı. Sabah kalkar ofise gidercesine düzgün giyinir, ev ayakkabılarını da giyer çayını demler ve çalışmaya koyulurdu. Elle ve eski Türkçe ile yazardı. ‘Bu steno gibi’ derdi. Annem işten gelince daktiloda ‘tape’ ederdi. Tabi babamın diktesiyle.

Annem babam varken kuzu gibiydi. Munis. Sonradan o da sertleşti, atmaca gibi oldu. Çetin ceviz!

Annemin gözünde babam dünyanın en yakışıklısıydı, kıyas kabul etmezdi. En mükemmeliydi. Ama Gaddar Davut’tu ( kimse o artık), buna ne demeliydi?

İki ‘değişik’in bir araya gelmesinden mütevellit, öz kardeşsiz bir yapım, Defne Ilgaz’ım ben efendim, saygılar sunarım!

Erkekler benden hep ürktü. Rıfat Ilgaz’ın kızıydım ben. Cesur olan biriyle evlendim.

Takdim edildiğimde hep itirazlar oldu, “Torunu olmayasın”, “ Yok, kızıyım”... Kimlik göstermeler falan.

Ailesinden farklı soyadı almış. Çünkü farklı yol seçmiş kendine. Onlar Öztekin. Babam Ilgaz.

Kütüğümüzde babamın doğumu 8 Mayıs yazıyor. Bu 7 Mayıs ne ayak?

Babaannem ‘güççük ayda’ doğduğunu söylemiş. Babam Şubat’ta doğduğunu bizzat kendisi söyledi bana. Kale alın beni, kızıyım ben onun, Allah Allah!

Burcunu merak etmiş, kurcalamıştım. Bence balık!

Sıfır kan grubuydu.

Hep kolay yazdım. Şiir, şarkı sözü... İşte bu hep genetik. Ama ben onun gibi işçi değilim. O, yazı işçisi...

Onun en sevdiği namı ‘Rıfat Usta’ idi. En sevdiği tanımlanma şekli de ‘Ozan’. Öğretmenliğini çok özlediğini hissederdim. Sabıkalanınca yapamamaktan ötürü hayıflandığını da. Ben de öğretmenim. Dört yıldır uzağım sınıflara. Sınıf görünce ağlayacak durumdayım. Ben de Karagümrük’te öğretmenlik yaptım. Ben de Usta namı alınca pek böbürlendim onun gibi. Usta öğreticilikti benimkisi, ‘Defne Usta’ olunca ne anladım onu!

Ben de Düzceli oldum. Seksenbir buçukuncu il (!) Akçakocalı değilim belki ama merkezden bir Düzceli oldum. Dört yıl oldu. O altı yıl kalmış. Bakalım benimki ne kadar sürecek?

TEK CİĞERİ OLMAYAN YAŞLI ADAM

O beş kez evlendi.

İlk çocuğu Gönül’dü. Matematik öğretmeniydi. Rahmetli oldu. Son çocuğu benim. Sinema ve müzik öğretiyorum. Yaşıyorum.

Gönül ablam annemden büyüktü. Olur öyle şeyler. Gönül ablamın oğlu Murat askere giderken tutturmuş, teyzemin elini öpeceğim, diye! Teyze yani ben, o sırada on yaşındayım!

Rıfat Ilgaz bu, ne zaman ne yapacağı belli olmaz! Tek ciğeri olmayan yaşlı adam! Altmış yaşında baba oluyor, torunlarıyla aynı yaşta bir kız çocuğu! Bak sen!

Annemin babası sağlam Turancı emekli bir başkomiser. Zekeriya Muhteremoğlu. Damada gel damada!

Bu babayla bu kayınpeder hiç kavga etmediler. Aralarında resmî olarak üç yaş vardı. Aynı binada yaşıyorduk, Küçükçekmece Gölü’nün kenarında. Her akşam ya deniz tarafına ya göl tarafına bakan bir balkonda kadeh tokuşturdular. Medeniyet öğrenin.

Annemden duyduğuma göre 1910 doğumlu aslında. Nüfusa geç yazdırılmış. Bilemem! Annem öyle söyledi.

Kıskançtı. Çok. Anneme göz açtırmazdı. Restoran kapattı. Benim doğum günümde. Net hatırlıyorum. Mühür Gözlüm’ü çaldırıp durduğunu da. Bir daha çalsam. Ama gene de garson baktı diye tatsızlık yaptı. En çok kıskançlık yüzünden tartışılırdı. Annem ondan 26 yaş küçüktü.

Benim annem de yazar. Hani şu başörtülü ulusalcı yazar. Afet hanım. Bildiniz? Annem son eşiydi. Resmî olarak en uzun süren evliliği. Ben 18 yaşına girerken ayrıldılar. Annem onu çok sevdi ve hiç affetmedi,

Babamın kitaplarını okumaya devam ediyorum. Çoklar. Okudukça hayranlığım artıyor. Zaten şairliğini çok tutuyorum. Daha besteleyeceğim, Karadeniz’in kıyıcığında bir başka oluyor babamı okuması.

EKİM DEVRİMİ KOKTEYLİNDE TANIŞTILAR

Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin

Aziz Nesin, ‘Rıfat Bey Neden Kaşınıyor Hikayesi’ni babamdan esinlenip yazmış. Babamın mayonezli levrek sevgisine ve dördüncü eşine denk gelen rahat yaşantısına dokundura dokundura... Annem muzip muzip kıkırdayarak anlatır dururdu.

Annem de komikti. Çok güzel espiriler yapardı. Öykülerini bilenler, köşe yazılarını takip edenler bunu bilirler zaten. Ama ne gülerdik, yerlerde yuvarlana yuvarlana.

Böyleydi bizimkiler. Rıfat, Afet. Bak isimleri de benziyor. Nerden nereye! Babamınkiler Kırım’dan Bartın’a... Anneminkiler Kırım’dan Bulgaristan’a oradan Türkiye’ye.

Ya peki nerde tanışıyor bu enteresan çift? Rus konsolosluğunda kardeşim! Ekim Devrimi kokteylinde. Olacak o kadar.

SOSYALİST İŞTE...

Kütüğümüz Bartın’da. Bartın’ı hiç görmedim, en kısa zamanda göreceğim.

Babası Duyuni Umumiye memuru, yani tayinle gelinmiş Cide’ye. Cide’yi gördüm. O beyaz evde bir gece kaldım babamla. Bana dürbünle karşı kıyıyı gösterdi.

O evi belediyeye bağışlamış. Ne gerek var? Sosyalist işte!

TAŞA KAZIR GİBİ KAZIDI BİR ÖMÜR

Taş ustasının taşın başına oturması gibi her sabah kollarını sıvar otururdu ham gerçeklerin başına, ustalıkla yontardı onları, neler çıkarırdı neler. Bizden, mahalle sakinlerinden, gördüğü, duyduğu, hissettiği, yaşadığı her şeyden abideler yarattı. Yazı emekçisiydi yazıya sadık, kazıdı kazıdı bir ömür, taşlara kazır gibi hem de dişiyle tırnağıyla.

Sonraki Haber