Kazak gazeteci Astana Zirvesi’ni değerlendirdi: Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyan üç ülkenin iradesi
Türkiye’nin PKK’ya yönelik operasyonlarının ışığında 19’uncu Astana Zirvesi bugün başladı. Uluslararası ilişkiler uzmanı Akmaral Batalova, ‘Astana sürecinin başarısı, katılımcı ülkelerin Suriye Devleti’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasını savunmasıyla kanıtlanmıştır.’ dedi.
Suriye konulu Astana görüşmelerinin 19’uncusu 22-23 Kasım’da yapılacak. Zirvede Türkiye, Rusya ve İran heyetlerinin yanı sıra Şam yönetimi ile muhalefeti de hazır bulunacak. Astana Zirvesi öncesi masada hangi konuların masaya yatırılacağını Astana sürecini yakından izleyen uluslararası ilişkiler uzmanı Kazak gazeteci Akmaral Batalova’yla konuştuk. Söyleşimizin ilk bölümünü soru-cevap şeklinde yayımlıyoruz.
AVRASYA’NIN ÇÖZÜMÜ
- Sizce masadaki en hassas konu nedir?
Uzun süredir devam eden Suriye krizinin barışçıl yollarla çözüme kavuşturulması açısından Astana görüşmeleri çok önemli. Öncelikle ve en önemlisi, Mayıs 2017’de Kazakistan’ın başkentinde imzalanan dört silahlı çatışmayı azaltma bölgesi anlaşması sayesinde, uzun süredir acı çeken bu ülkede aktif çatışmalar durdu. Suriye topraklarının neredeyse yüzde 80’inin işgal eden DEAŞ yenilgiye uğratıldı, silah bırakmayı kabul etmeyen militanlar İdlib bölgesine taşındı, ülkede ulusal uzlaşma ve yeniden inşa süreci başladı.
Astana sürecinin benzersizliği aynı zamanda Türkiye ve İran’ın ortak sorunları çözmek için diyalog kurabilen ülkeler olarak tüm Müslüman dünyasına örnek olmalarında yatmaktadır. Türkiye, Rusya ve İran’ı (Astana üçlüsü) bu müzakere sürecinin garantörleri olarak kabul edersek, bu devletler tüm bölge bağlamında barış ve güvenliği tesis etmek adına ortaklaşa çözüm arama ve en önemlisi uygulama becerisini göstermişlerdir.
Bu görüşmelerin, geleneksel Avrupa diplomatik platformlarından uzakta, Avrasya kıtasının tam merkezinde gerçekleşen ilk başarılı barış görüşmeleri olması da çok önemlidir.
Astana sürecinin başarısı, katılımcı ülkelerin Suriye Devleti’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasını savunmasıyla da kanıtlanmıştır.
‘YÜRÜDÜKÇE YOLDA USTALAŞILACAK’
- Masanın en önemli konularından biri anayasa oluşturma konusu. Son üç yıldır bu toplantılardan bu konuya dair kesin bir sonuca varılamadı. Sizce bu zirvede bu konuya dair görüşmeler olacak mı?
Anayasa Komitesi, Astana’nın buluşudur ve daha da gelişmesi için dikkatlice BM’ye devredilmiştir. Ben buna tam bir başarısızlık diyemem, aksine, 2018’de Rusya’nın Soçi kentinde düzenlenen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin kararına uygun olarak, yavaş da olsa belirli bir yönde ilerleyen ve çalışan BM’nin 2254 sayılı kararının tek uygulanabilir sonucu gibi görünüyor.
Sorun şu ki, Batı destekli muhalefet ve Suriye makamları ülkenin anayasası konusunda farklı görüşlere sahip. Şam yönetimine göre öncelikle egemenlik, toprak bütünlüğü ve devlet yapısının niteliği gibi temel ulusal ilkelerin onaylanması gerekiyor. Muhalifler cumhurbaşkanlığı yetkilerinin zayıflatılması ve sınırlandırılması ile Suriye devletinin federalleştirilmesinde ısrar ediyor.
Hareket etmek için çok çaba ve zaman gerektiren başka engeller de var. Ancak Rusya, Türkiye ve İran Anayasa Komitesinin çalışmalarını destekliyor çünkü henüz kimse daha iyi bir şey ortaya koyamadı. Bu oturumda Astana’daki görüşmeye katılacak olan BM Genel Sekreteri’nin Özel Temsilcisi Geir Pedersen de büyük bir heyecanla Anayasa Komitesi’nin neredeyse her ay toplanmasını planlıyor. Evet, bu süreç çok zor ancak yürüyen kişi yolun ustası olacaktır.
SURİYE’DE YIKICI AKTÖR ABD VE AVRUPA BİRLİĞİ
- Masada hangi konularda ilerlemeler var ve hangi konularda tıkanmalar olacağı ön görülüyor?
Başlangıçta BM himayesinde yürütülen Cenevre siyasi sürecine ek olarak oluşturulan Astana Süreci, doğrudan “sahada” ele alınması gereken konularla ilgilenmektedir.
Bu konular, çatışmaların durdurulması ve mayın temizleme süreciyle ilgili tedbirlerin alınması, tutukluların takasının kolaylaştırılması, insani yardımların ulaştırılması, mültecilerin ülkeye geri dönmesi ve ülkenin yeniden inşasını finanse etmek için fırsatların aranmasıdır. Bu meseleler bir gecede çözülemez; zaman ve tüm paydaşların ortak çabalarını gerektirir.
Konuların tartışılma sürecinde tıkanmalar yok. Elbette müzakerelere katılanlar arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Ancak daha önce de belirttiğim üzere, tüm meseleler Astana sürecine dâhil olan her bir ülkenin ulusal güvenliği göz önünde bulundurularak ve daha da önemlisi sivillerin hayatlarının korunması dikkate alınarak, tutarlı bir şekilde çözüme kavuşturulmaktadır.
Libya, Irak, Yemen, Afganistan, Lübnan ve “rejim değişikliği” politikasının sonuçlarını dışarıdan gözlemleyebildiğimiz diğer ülkelerde nelere yol açtığını açıkça görebilmemize rağmen, Suriye’deki ana olumsuz faktör siyasi reformlar değildir. Suriye’den bahsederken, en yıkıcı etkinin ABD ve AB tarafından yasadışı bir şekilde dayatılan ekonomik ve mali kısıtlamalardan kaynaklandığını görüyoruz.
YAPTIRIMLAR, SURİYE HALKINA KARŞI SAVAŞ
Hepimiz Suriye şehirlerinin yıkımının insan anlayışının ve kabulünün ötesinde olduğunun farkındayız, ancak askeri savaşın yerini şimdi Suriye halkına karşı ekonomik bir savaş almıştır. ABD ve AB yaptırımları bu ülkenin yeniden inşasını, insani yardımların ulaştırılmasını ve mültecilerin geri dönüşünü engellemekte, hatta mülteci sayısını arttırmaktadır.
Suriye ekonomisini hedef alan daha fazla kısıtlama getirmek yerine, uluslararası toplum tarafından Suriye orta sınıfının yeniden yükselmesine yardımcı olacak kolektif güven arttırıcı tedbirler bulunmalıdır. Zira bu sınıf, siyasi reformları teşvik edecek demokratik bir toplumun gerekli temelini oluşturmaktadır. Yaptırımları kaldırmanın, Suriye halkının çektiği acılara son vermenin ve bu ülkeye barış ve refahı geri getirmenin zamanı gelmiştir.
AYRILIKÇI YAPILAR ABD HİMAYESİ SAYESİNDE VAR OLUYOR
Suriye’de istikrarın tesis edilmesini engelleyen diğer olumsuz faktörler ise İdlib ve Al-Tanf’taki uluslararası terörizmin terörist yerleşim bölgeleri ve bir dış himaye sayesinde var olan Fırat bölgesindeki PKK/SDG gibi gruplardır. Aynı zamanda ABD’nin kurduğu demokratik yerel özyönetim kisvesi altında oluşturulan ve nihai hedefleri Suriye'nin bölünmesi olan yerel konseylere verilen destektir. Şam yönetimi bu durumu ABD, ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri ve Türkiye tarafından Suriye topraklarının yasadışı işgali olarak değerlendirmekte ve fiilen toprak bütünlüğünü ve egemenliğini tehdit eden bir yabancı istilası olarak nitelendirmektedir.
Buna karşılık bu ülkeler Suriye’deki varlıklarını terörle mücadele ile gerekçelendiriyorlar. Örneğin Ankara birkaç aydır Suriye ve Irak’ın kuzeyinde PKK güçlerine karşı özel bir askeri operasyon başlatmayı planlıyordu. Ancak tüm bu süre boyunca, DEAŞ ile savaştığı söylenen güçlerin eylemlerini denetleyen Washington ile farklılıkları barışçıl bir şekilde çözmek için müzakereler yürütüldü.
TÜRKİYE SURİYE İLE KÖPRÜ KURUYOR
Dolayısıyla, 19-20 Kasım gecesi başlatılan büyük ve çoğunlukla havadan olan saldırılar, İstanbul’un kalbindeki son terör saldırısına bir tepkiydi. Bildiğimiz gibi Türkiye, taziye dileklerini kabul etmeden doğrudan ABD’yi suçladı ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya göre terör saldırısının hazırlık merkezi Amerikalıların kontrolündeki Kobani’de (resmi adıyla Ayn el-Arap) bulunuyordu.
Bence şimdi Türkiye, her şeyden önce kendi ulusal güvenliğinin çıkarlarını korurken, aynı zamanda komşu bir ülkeyle gelecekte uzlaşmak için bir köprü kuruyor. Bildiğimiz üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhaliflerinin neredeyse tamamı Suriye ile uzlaşma konusunda ısrarcı çünkü sizin de söylediğiniz gibi Suriye’de barışın Türkiye’de barış anlamına geldiği konusunda ortak bir anlayış var. Bu bağlamda, Türk askeri operasyonu Kürtleri ABD’nin kontrolünden çıkmaya ve ayrılıkçılık fikrini terk ederek Suriye halklarının ailesine dönmeye itebilir. Bu da bu ülkede barışın sağlanmasına doğrudan katkıda bulunacaktır.
RÖPORTAJIN DEVAMI İÇİN AŞAĞIYA TIKLAYINIZ