Kemal Ateş’ten iki kitap: Saklı sözlük ve Sessiz Şampiyon

Kemal Ateş, güreşçi ve aynı zamanda bir Türkçe sevdalısı. Yirmi yıl Ankara Üniversitesi Türk Dili Bölümü’nün başkanlığını yürütmüş bir Türkçe öğretmeni. Kitaplarında Türk halkının gerçeklerini yazıyor. Ulusal edebiyatımıza tuğlalar diziyor

Elimde iki kitap var. Biri “Sessiz Şampiyon” diğeri “Saklı Sözlük”...
Birincisi Köy Enstitülü şampiyon güreşçimiz Ahmet Bilek’in çok konuşulmayan, sessiz kalmış öyküsü; diğeri bugün de pek çoğumuzun ayırdında olmadığı ama özellikle kırsalda kullanılan gizli sözcükler

BİR KOLTUKTA İKİ KARPUZ

Hem güreşçi hem yazar.
Kamanlı Kemal Ateş... Hem Kırşehir Kaman doğumlu hem de gerçekten anne ve babası ona “Kamanlı” adını veriyorlar. Tuhaf buluyor. Soyadını daha çok seviyor, Ateş. Yazar olmaya heveslenince, “Kamanlı’dan yazar mı olurmuş” deyip adını, Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi mahkeme kararıyla Kemal yapıyor. Bana kalırsa, Kamanlı Kemal Ateş de pek okkalı, oturaklı durur doğrusu. Kurtdereli Mehmet Pehlivan gibi.
Güreşçi ve aynı zamanda bir Türkçe sevdalısı. Yirmi yıl Ankara Üniversitesi Türk Dili Bölümü’nün başkanlığını yürütmüş bir Türkçe öğretmeni. Doktorasını da yine bu üniversite de yapmış.

Öğretemediğimiz Türkçe, Türkçem Mahzun Ben Mahzun, Dil Hurafeleri, Kendi Diliyle Kavrulmak ve şimdi elimde tuttuğum Saklı Sözlük kitaplarının yazarı.

Yazarın ilk hevesi güreşçi olmakmış ama sonra yazarlıkta karar kılıyor. Önce gecekondu dünyasını anlatan romanlar yazıyor. Çürük Kapı, Toprak Kovgunları, Veresiye Defteri... Sonra güreşçilerimizi anlatmış. Onların öykülerini anlattığı üç kitap yazmış: Cumhuriyet Sporunun Zafer Abideleri, Neşter ve Madalya, Sessiz Şampiyon.

Aydınlıktaşım. Ben 1978 yılından bu yana Aydınlık İsveç temsilcisiyim; o da Aydınlık yazarlarından. Sessiz Şampiyon’u “Değerli Aydınlıkçı dostum Abdullah Gürgün’e sevgilerimle” yazıp imzaladı, verdi.

KÜLTÜR EMPERYALİZMİ ULUSAL KÜLTÜR

Usta bir dedektif, araştırmacı bir gazeteci gibi iğneyle kuyu kazmış. Onlarca kişiyle görüşmüş, defterler dolusu notlar almış, kasetler doldurmuş, gazete yazıları, fotoğraflar toplamış.
Sessiz Şampiyon ’un İlk bölümünün sonunda şu tümce dikkatimi çekiyor: “Şekspir sözcükler, sözcükler sözcükler diyor ya... Ben de fotoğraflar, fotoğraflar, fotoğraflar diyorum öncelikle.” Ve yazar fotoğraflara dalıp dalıp gidiyor. Hani derler ya, “bir resim bin sözcüğe bedeldir” diye. Sararmış fotoğraflara bakarak sanki bir senaryonun bölümlerini yazıyor.

Kitaplarında Türk halkının gerçeklerini yazıyor. Ulusal edebiyatımıza tuğlalar diziyor. Türkiye gerçeklerini yazıyor. Bu kitabında da öyle...

Gerçekten de Sessiz Şampiyon konu ve serüven olarak mükemmel bir film konusu. Kitabı bir film senaryosuna çevirmek kolay. Aklıma baş rolünde Tarık Akan’ın oynadığı Pehlivan filmi geliyor. O filmin senaryosunu Fehmi Yaşar yazmıştı. Bu kitabı senaryoya çevirmek Fehmi için çocuk oyuncağı... Ama o da yıllar önce film dünyamızın yozlaşması ve parasızlık nedeniyle Yeşilçam’ı bırakıp gene Beyoğlu’nda başka bir sokakta çok daha fazla para kazandıran bir kahve açmış adını da Hayal Kahvesi koymuştu. Ama onunki Erol Taş’ınki gibi değil. Daha çok rockçu popçu takımının gittiği gürültülü, sosyetik bir yerdi. Şubeleri de çoğalmıştı.

Kültür emperyalizminin boyunduruğu altına girmiş, yoz dizilerle, zırva filmlerle daha da batağa saplanmakta olan sinemamızın kurtuluşu, ivedilikle ulusal değerlerimize sahip çıkan filmlere yönelmemizle mümkün olabilir.

Kemal Ateş de güreşçilerimizin, başarılı sporcularımızın filmlerinin yapılmamasına çok üzülüyor. Konuşmalarında, yazılarında vurgulayıp duruyor belki bir duyan olur bu sessiz çığlığını diye. Kendi köyünde bile adı unutulmuş bir güreşçimize, eskilerin sözüyle “kadir şinaslık” ediyor. Ulusumuzu gururlandırmış güreşçilerimize bir borcu da ödemiş oluyor.

Kitap araştırmaları sırasında konuştuğu, Ahmet Bilek’in baldızı soruyor: Neden Ahmet Bilek üzerinde bu kadar duruyorsunuz?

Kemal Ateş’in kendisi de güreşçi. Pek çok şampiyonu tanımış. Yaşar Doğu, Tevfik Kış, Ahmet Ayık, Mustafa Dağıstanlı, Rıza Doğan, Hüseyin Akbaş tanıdığı güreşçilerden bazıları. Ahmet Ayık ile söyleşilere kitap fuarlarına gidiyor.

Antrenman yaptığı güreşçiler içinde Ahmet Bilek de var. Bilek onunla neredeyse kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Ama Kamanlı Kemal mutlu, çok mutlu... Güreşi bırakıyor ama Ahmet Bilek ustasını unutmuyor, “Doya doya güreşemedim onunla, doya doya yazmak istiyordum” diyor kitabında.

KÖY ENSTİTÜLERİNDE GÜREŞ

Ahmet’in tüm yaşamını anlatıyor yazar. Yetiştiği köy enstitülerini anlatıyor. Çok şey yazıldı çizildi köy enstitüleri üzerine. Sporunu, güreşçilerini ben bilmiyordum. Kapatılmasalardı ne güreşçiler yetişecekmiş. Benim de çok akrabam var Köy Enstitülü. Mehmet Demir Dayım, “Köy enstitülerinden yetişen öğretmenler okul zamanı öğrencilerin, daha sonra köylülerin öğretmeniydi” der. Kemal Ateş de köylülerin uyanmasını, toprak reformunu, feodalizmin tasfiyesini engellemek isteyen toprak ağalarının Demokrat Parti ile anlaşıp nasıl bu okulları kapattırdıklarını anlatıyor kitabında. Okulda kendi aldıkları yedi gazeteyi okurlarmış. 1940’larda yedi gazete ne demek? Komünist damgasını yemişler hemen.
Hepsinin bilekleri kadar kalemleri de kuvvetli.

Ahmet Bilek’in 6 Ağustos 1955’te Tercüman gazetesine yazdığı bir yazı anlatılıyor kitapta. “Bana kuvvet veren ay yıldız” başlığı taşıyormuş. Nasıl? Her yiğidin aklına gelir mi bu?
Güreşçilerin çalışma koşullarını anlatıyor. Çoğu geçimini sağlayamıyor. Doğru dürüst salon yok. Gereksinmeleri sağlanmıyor. Oysa ulusal sporumuz diyoruz. Atatürk’ün de en sevdiği spor.
“Akıl almaz yerlerde çalışıyordu koca Şampiyonlar. Mescit altları, sergievleri, okulların müsamere salonları, sinemalar, tiyatrolar, gazino sahneleri güreşçilerin ter döktükleri yerlerdi” diyor Ateş kitabında. “At var meydan yok” diyor, “At bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz.”

Güreşçimiz İsmet Atlı şairmiş. Haytalanmak için şiir yazarmış. Atlı’nın memleketinde vakit geçirmek oyalanmak anlamında kullanılırmış bu sözcük.

1956 yılı Melborne olimpiyatlarına hazırlandıkları Pendik kampındaki kötü koşulları Kampname isimli şiirinde anlatmıştı. Kötü yemeklerle “yediğimiz hindi kazdı” diye alay ediyor. Buz gibi odaları “bizler altta kuşlar üstte / birkaçımız hasta” ve o kötü koşullarda kimseye yaranamadıklarını da şu dizelerle anlatıyor: Koşuyoruz dağlar taşlar / Terler boşanmaya başlar / Çimdiğimiz soğuk duşlar / Hiç kimseye yaramazdı.
İşte bu koşullarda ay yıldızdan kuvvet alıp şampiyon oluyor güreşçilerimiz.

Kadir kıymet bilen yok. Roma’dan yedi altın madalya ile dönüyorlar da üç beş kişi karşılıyor şampiyonları havaalanında. Havaalanından kalacakları yere Güreşçi Gazanfer Bilge’nin otobüsüyle gidiyorlar.
Taksim heykeline çiçek koyarlarken gene yalnızlar. Ankara’daki büyük başları da ziyaret ediyorlar.
İhtilal zamanı, Ankara’da Cemal Gürsel’in elini sıkıyorlar. Çiçek bile yok. Birer limonata içip gidiyorlar. Sözde ev, iş, aş sözü verilmişti...

Cemal Aga’nın uğurlama sözleri alay eder gibi: “Bol bol yiyip için, kendinize iyi bakın.” Geçinmek için kimi lokanta açıyor güreşçilerimizin, kimi otobüs işletiyor, kimi de bilek gücü olarak Almanya’ya göçüyor.
Ahmet Bilek’i köyünde bilen yok ama Almanya’da yaşadığı kasabada herkes tanıyor onu. Ne var ki, nice acı sonlar gibi onun da sonu oluyor, Almanya acı vatan.

Ülkeye ışık saçan Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün sonu da acı. Bina daha sonra ülkenin başına bela olan NATO’ya karargâh yapılıyor. Kemal Ateş buranın spor salonuna Ahmet Bilek’in adının verilmesi için çok uğraşıyor. Ne acıdır ki, sonuç alamıyor.

Ahmet Bilek

VE SAKLI SÖZLER

Yazar Sessiz Şampiyon kitabında pek çok gün yüzüne çıkmamış sözcükle zenginleştiriyor anlatımını.
Bir de o yanına bakalım kitabın.
1948 Yaz Olimpiyatları güreş etkinlikleri 29 Temmuz-6 Ağustos tarihleri arasında Londra’da düzenlendi.

Türk güreşçileri Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Celal Atik, Yaşar Doğu, Mehmet Oktav ve Ahmet Kireççi olimpiyat şampiyonu; Türkiye de, altı altın, dört gümüş, bir bronz madalya alarak on bir ülke arasında birinci oldu. Gazeteler haberi baş sayfalarından günü gününe geniş bir şekilde verdiler.
Kemal Ateş, Sessiz Şampiyon kitabında güreşçilerimizin 29 Ağustos 1948 günü İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne gelişlerini de anlatıyor. Türkçe öğretmeni yazarımız burada ilgimi çeken güzel bir bilgi veriyor: “Şampiyon [İngilizce ‘Champion’]” sözcüğünün Türkçesi de bulunmuştu aynı günlerde, ‘Başalanlar’ diye yazıyordu kimi Türkçe sevdalıları.”
Ne güzel yapıyormuş Türkçe sevdalıları...

İlginçtir ki, bizim dilimizde “Başa güreşmek” deyimi vardır. “En iyi sonucu almak, birinciliği almak için uğraşmak” anlamına gelir. Yağlı güreşlerimizde, boğa ve deve güreşlerimizde de” Başa güreşmek” vardır. Bu yarışmalar boylara ayrılmıştır. “Boy”, sınıf, kategori; bir bakıma “sıklet” anlamına kullanılıyor. Öyleyse neden çürük ciklet gibi “Sıklet, sıklet” diye çiğneyip duruyoruz ki!

Yağlı güreşte on dört boy var. En üst üç boy: “Büyük orta boy”, “Başaltı boy” ve “Baş boy”
Boğa güreşi üç boy: "Büyükorta", "Başaltı" ve "Baş boğa"
Deve güreşi dört boy: “Ayak”, “Orta”, “Başaltı” ve “Baş”

Bu durumda “Baş boy”da en üstün başarıyı gösteren ve birincilik madalyasını alana “Başalan” denmesi doğaldır. “Başolan” da denebilir. “Baş” ve “Başol” gibi soyadlarımız ve “Baş olan boş olmaz” atasözümüz, “Oyunda arkadaşlarına baş olan çocuk[Elebaşı]” gibi terimlerimiz de var. Demek ki, “Başolan” sözcüğü hiç de boşa atılacak bir öneri değil...

Bunca yıl “Şampiyon” dedikten sonra “Başolan”ı yerleştirebilir miyiz? Dilimiz o denli yozlaştırıldı o denli bozuldu ki gençlerimizin, çocuklarımızın konuştuğu Türkçeyi anlamakta zorlanır olduk. Yeniden dilimizin özüne dönmesine çalışma görevimiz ortada. Ateş de kitaplarıyla; son olarak da Saklı Sözlük’le kendi üstüne düşeni yapıyor.

ATEŞ’İN SÖZCÜKLERİ

Bir kitabına Toprak Kovgunları adını vermiş. Kov, kovgun, kovulmuş. TDK sözlüğünde yok. Kovgun etmek uzaklaştırmak, kovmak demek. Topraklarından kovulanlar...
Örneğin “Erek” diyor Kemal Ateş “amaç”, “hedef” yerine.

Güreşçimiz Ahmet Bilek okula geldiğinde ufak tefek, göbeği şiş cılız bir çocukmuş. Bizim Bafa’da eneze derler öyle çocuklara. Kemal Ateş’in Saklı Sözlük’ünde yok. Demek ki sözlük çok daha zenginleştirilebilecek. Ahmet okulda iyi beslenme ve sporla köşker kütüğü gibi olmuş. Ateş’in Saklı Sözlük’üne bakıyorum; kısa boylu, sağlam yapılı kişiler için söylenirmiş bu söz.
Ülkemizin değişik bölgeleri incelense kimbilir daha ne sözcükler ne deyimler, ne terimler çıkacak ortaya... Türkçe Öğretmeni Kemal Ateş bir adım atmış. Sıra yeni dilcilerimizde...

SON SÖZ

Sessiz Pehlivan beni çok hüzünlendirdi. Amerikalı Boksör Muhammet Ali’yi bilmeyenimiz yoktur da Ahmet Bilek’i kaçımız tanır? Tüm unutulmuş kahramanlarımız çıkarılmalı gün ışığına. Kuşaktan kuşağa anlatılmalı kim oldukları ve gösterdikleri hünerler.
Saklı Sözlük beni hem mutlu etti hem düşündürdü. Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca vb dillerle çorbaya çevrilen güzel Türkçemizin aslında ne denli zengin bir dil olduğunun ayırdına bir kez daha vardım.
Ben her iki kitabı da severek okudum. Umarım siz de seversiniz.

Sonraki Haber