Kendi hikayemizi çeviriyle mi yazacağız?

Hasan Âli Yüceller nasıl tasfiye edildiler, mesele sadece feodal güçlerin baskısı mıydı? Marshall yardımıyla başlayan süreç bir bütün. İşte o zaman çeviriden önce yapılacak başka işler olmalı.

İbrahim Kalın'ın ‘Artık kendi hikâyemizi yazma zamanı’ sözleri üzerine Teori Yazı Kurulu'ndaki tartışmaları aktarmaya devam ediyoruz:

[14/8 17:11] Şefik Çakmak: Sayın Mehmet Perinçek'in belirlemeleri çok önemli ve yararlı teşekkür ederim. Ancak ben genel devrim çizgisini Avrasya’da görmüyorum. Ulusalcılıkta görüyorum. Küreselleşmeye karşı çıkışta görüyorum. Halklar kendileri üretir, ürettiklerini kendileri tüketirlerse, kalkınmalarını ve gelişmelerini ihracata bağlamazlarsa emperyalist sömürüden kurtulabilirler ve dünyada emperyalizm sonlanır. Dünya bu yönde gelişecektir. Halklar böylece dost olacaklardır.

[19/8 11:40] Kuntay Gücüm: Çeviri faaliyetini tartışmamız gerektiğini düşünüyorum.

Batıda milli bilinçlerin inşasında dil oğlanları okulunun ve diğer çevirmenlerin doğu dillerinden yaptığı çevirilerin büyük rolü var. Yani çeviri milli bilinci engellememiş, geliştirmiş. Fransız Dışişleri Bakanlığı arşivleri kataloğunda dil oğlanları okuluyla ilgili ara başlık var; o kadar mesai yapmışlar. Bir ara o kurum üzerine makale boyutunda bir çalışmaya heveslenmiştim, o zaman baktım kataloğa; evrak yığınını görünce vazgeçtim. Eğer doğudan tercümeler olmasaydı Avrupa milli bilinci bu şekilde kuramazdı. Bizde tıp eğitimi Fransızca olarak başladı ve ilk tıp okulu Galatasaray’da açıldı. Eğitim Fransızca çünkü eğitmenler Fransız ve eğitim materyali Fransızca. 1860’larda bir grup tıp öğrencisi aralarında dernek kuruyorlar; Beyazıt’ta oda tutup geceleri orada gizli gizli tıp sözlüğü yazmaya başlıyorlar. Amaç temel tıp eğitimi metinlerini Türkçe’ye çevirebilmek. Eğer tıp eğitimi yapacaksanız ve milli olmasını istiyorsanız o çevirilere ihtiyacınız var. Tıp eğitiminin millileştirilmesi sorununu Osmanlı çözemedi. O gençlerin odada yaptığı iş, millet inşasının parçası. Aksine iki alternatif olabilir; Fransızca tıp eğitimine devam etmek ya da modern tıp eğitiminden vazgeçmek. Eğer milli eğitim sistemi içinde tıp eğitimi yapmak, dünya edebiyatı eğitimi yapmak, dünya tarihi eğitimi yapmak istiyorsanız temel metinleri çevirmeniz lazım. Dünya bilim ve kültürüne açılamayan bir toplum ulus olarak örgütlenemez. Ulus olmak isteyen bir toplum Balzac’ı, Victor Hugo’yu, Tolstoy’u, Farabi’yi, Homeros’u, İbni Haldun’u, Kant’ı, matematik kitaplarını, tıp kitaplarını kendi dilinde okuyabilmeli. Hümanizma adı verilen çeviri hareketi sadece batı klasiklerini değil İslam klasiklerini, Asya klasiklerini de çeviriyor. İçinde batıcıların da olması onun gerçeğini değiştirmiyor. Çeviri hareketinin milli bilinci zayıflatacağına Namık Kemal’i de ikna edemeyiz. Namık Kemal bu eserleri okuyabilmek için Fransızca öğrenmiş adam. O dönem batı romanlarından çeviriler gazetelerde yayınlanıyor. Karşımıza şu soru çıkar; Batı sanatına yaygın ulaşılması milli bilinci engeller mi? Örneğin Atatürk’ün Batı müziği öğrenmeleri için Avrupa’ya Türk beşlerini göndermesi milli bilincin gelişmesini zayıflatacak bir adım mıydı? Daha sonra müzik eğitimi bu insanlara emanet edildi. Bu sonraki iş olmalıydı, diyebilir miyiz? Bach ve Vivaldi dinlenmesini, Verdi operalarının sahnelenmesini teşvik etmek batı hayranlığı mıdır? Çeviri faaliyeti konusunda Serhan Bolluk’a katılmıyorum.

[19/8 12:25] Serhan Bolluk: Öncelikleri konuşuyoruz, çevirinin kendisini değil. Meiji restorasyonuna bakmak lazım. Batının teknikleri ve Japon kültürü. Çünkü artık çağ emperyalizm çağı. Tunca Arslan bir ara listelemişti, bir tek Beyaz Geceler'i okumamışım. Zararını görmedim, ama örnek olmaz. Şu soruyu sormalıyız: Ömer Seyfettin neden çocuk hikayecisi diye takdim edilir ve Namık Kemal neden o hayasız fıkraların konusudur da, Vatan yahut Silistre bilinmez? Çeviri olur tabii, ama önce başka bir şey olur. O zaman faydalıdır tabii. Marksizm de böyle geldi. 20. yy'dan koparılarak. Sonuç ortada. Solun hali... Atlantik'e kapak atılan bir siyasal iklimde, çeviri faaliyeti ister istemez o iklimin parçası oluyor. Latin alfabesi benimsenirken ise her şey farklı, her şey milli. Türk milleti zeki ve çalışkan. O zaman alfabe yararlı. Medeni Kanun da... Hasan Âli Yüceller nasıl tasfiye edildiler, mesele sadece feodal güçlerin baskısı mıydı? Marshall yardımıyla başlayan süreç bir bütün. İşte o zaman çeviriden önce yapılacak başka işler olmalı diye düşünüyorum. Meji filan dedim ama uzağa gitmeyelim. Biz Batı'nın en temel uygulamasını, siyasal rejimini benimsemedik. Çok partili hayata da 1950'de geçildi. Ondan önce Şuralar Hükümeti'yle yönetildik. Bir denedik olmayınca döndük. Keza Çin, gayet demokratik...

[19/8 12:50] Erdem Ergen: Bütün büyük uygarlık faaliyetlerinin temelinde çeviri hareketleri vardır. Abbasi Halifesi Memun'un kurduğu Beyr-ül Hikme (tarihin gördüğü en önemli çevirilerden birisidir) yalnızca Türk ve İslam bilim ve felsefesine değil Batı kaynaklı Aydınlanma Devrimi'ne de önemli referans olmuştur. Çeviri Bürosu fikrinin temelinde dünyada olup bitene birinci elden anlama çabası vardır. Antik Yunan, Mısır, Çin, Hint ve dahi pek çok büyük uygarlığın gelişimi de bu çaba öndedir. Yüksek lisansta Troçkist bir hocamız olan Doç. Dr. Cengiz Arın bütün sınıfa Komünist Parti Manifestosu'nun 1978 Aydınlık Yayınları baskısını bulup okuyacaksınız demişti. 2005 yılında. Buna sebep olarak da Aydınlıkçılar Türkiye solunun en muteber çeviri bürosuna sahiptir ve bu edisyon Manifesto'nun gercek tek Türkçe basımıdır demişti.

[19/8 12:55] Tunca Arslan: Mesele bir edebiyat ve yabancı dillerden çeviri tartışması değil tabii ki. Geçen hafta o roman listesini "öncelik" oluştursun diye değil, yalnızca tartışmaya farklı ve yan bir bakış açısı katmak için koydum. Serhan'ın "öncelik" olarak vurguladığı noktaya Türkiye'nin bugün girmeye çalıştığı yol açısından ve siyaseten katılmamak mümkün değil, fakat bir türlü anlayamadığım nokta şu: Olumlu bir noktanın altını çizerken (İ. Kalın'ın açıklamalarındaki bağımsızlık vurgusu, milli kültür vb.) ve ona dikkat çekerken karşısında, özneye (İ. Kalın) uygun olarak başka bir olumsuz nokta yaratmakta ısrarlıyız. İbrahim Kalın'ı söylediklerindeki önceliklerden dolayı övelim ama Hasan Ali Yücel'i ve yabancı klasiklerin çevirisi işini de harcamayalım, hata olarak görmeyelim. Cumhuriyet dönemindeki Tercüme Bürosu 1940'ta kuruluyor. Aynı yıl Köy Enstitüleri de faaliyete geçiriliyor... Tercüme Bürosu resmen 1966'da kapatılmış olsa da 1940'ların sonlarına doğru işlevsizleştiriliyor. Köy Enstitüleri de benzer bir süreç izliyor. Yani Cumhuriyet'in (bence) çok önemli iki Aydınlanma kurumu, Atlantik paktına bağlandığımız 1950'lerle birlikte tarihe karışıyor. Bu bile çok şey anlatıyor bana göre. Ayrıca Namık Kemal'in vb. değersizleştirilmesi de 1930'larda 40'larda değil, Atlantikçilik dönemiyle birlikte başlıyor.

[19/8 12:56] Kuntay Gücüm: Necip Fazıl Kısakürek’in Para adlı oyunu ciddi bir kapitalizm eleştirisidir. Yazan bölümü kapalı olsa bir sosyalistin elinden çıkmış zannedilebilir. Böyle bir gerçek var.

[19/8 13:00] Tunca Arslan: Serhan "Beyaz Geceler"den söz ettiği için şunu da belirteyim: Sabahattin Ali'nin "Kürk Mantolu Madonna"sı, "Beyaz Geceler"in bir "taklitidir". O dönemin hemen hemen her yazarı gibi Sabahattin Ali de yabancı dil (Almanca) biliyordu ve gerek orijinal dilde okuduklarından, gerekse çevirilerden etkileniyordu.

[19/8 13:09] Tunca Arslan: Nazım Hikmet'in sonradan pişman olup hatasını düzelttiği (Kemal Tahir'e mektubuyla) bir yazısı dışında Namık Kemal'i 1930-40'larda değersiz gösteren bir kültür iklimi yok Türkiye'de.

[19/8 13:11] Serhan Bolluk: 1940'lar ve 1960'larda Marksizm'in yaygın girişi sırasında olanlar hakkındaki düşüncelerim Kalın tartışması sırasında ortaya çıkmadı. Ancak sırası geldi yazdım. Atlantikçilik ne zaman başladı sorusuna yanıt oluyor çünkü.

Fakat yine de yan bir tartışma. Asıl konu kanaatimce bugün ne oluyor sorusu.

Bu elbette bir tarihsel yatakta oluyor, ama bugün oluyor. Adını koymalıyız.

[19/8 13:23] Tunca Arslan: Yan konudan devam ederek son olarak şunu söyleyeyim: AKP'nin iktidar yılları boyunca en başarısız olduğu, bir türlü dikiş tutturamadığı iki alan Eğitim ve Kültür Sanat'tır. Kırk kez kararlar alıp kırk kez değiştirdiler, milyonlarca lira döktüler, bir arpa boyu yol gidemediler, gidemezler de...

[19/8 15:22] Kuntay Gücüm: Namık Kemal değil de Şinasi için uygun bence batıcı. Ama Şinasi’yi küçümsemek için söylemiyorum. Namık Kemal üstadı gibi değil. Gönüllü sürgünlerinde Fransa sefaretiyle bir rabıta olabilir. Paris’e varınca da ilk devlet bakanı Lavalette ziyaret edilmiş. Ziya paşa ile Lavalette’in İstanbul sefirliği günlerinden tanışıyorlar. 3. Napoleon 8 asaleten dışişleri bakanı atamış, üçü onun döneminde İstanbul sefirliği yapıyor. İstanbul önemli yer o zaman. Biraz da ondan bu ilişkiler. Abdülhamid meselesinde maaş almak zorundaydılar. İlişkileri Paris’te en ileriye taşıyan Suavi; Namık Kemal değil. Genç Osmanlılar Abdülhamid döneminde bürokratlık yaptılar. Namık Kemal’in oğlu Kudüs mutasarrıfı, Reşad Beyin oğlu Washington sefiri vs olarak Abdülhamid’e hizmet ediyorlar. Bu da doğal. Sonuçta Genç Osmanlılar bunu kendi devletleri olarak görüyorlardı. İbret yazılarında güçlü bir batı eleştirisi de var Namık Kemal’in.

[19/8 15:37] Gaffar Yakınca: Aydınların kişisel yaşamlarından hareketle düşüncelerini sorgulamak doğru bir yöntem değil. bunlar en fazla magazin konusu olabilir. bunu ahlaki bir sorun gibi algılarsak bugün devletin üniversitelerinde çalışan aydınlara da "devletten maaş alıyorsunuz samimi olamazsınız" dememiz gerekir. ayrıca hepimiz kapitalizmin çok da temiz olmayan muhtelif işlerini yaparak ekmek kazanıyoruz. Namık Kemal'in Osmanlı devletinden burs harçlık vs. almasını da Necip Fazıl'ın Menderes’ten para istemesini de sorunlu bulmuyorum. Necip Fazıl hububat stokçuluğu yaparak köşeyi dönen bezirgan takımından daha mı kıymetsiz biridir? Diğer yandan Necip Fazıl'ın para istediği kişi Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanıdır. Sovyetler Birliği kültür ataşesi değil. kılıcımız keserken adil olmalı.

[20/8 19:39] Adnan Akfırat: Değerli arkadaşlar, "kendi hikayemizi yazma" konusunda yanlış bir tartışma yürütüyoruz. İbrahim Kalın 150 yıl ya da 200 yıl demesi bizim duruşumuzu belirlememeli. Gereksiz bir tarih tartışması yapıyoruz ve bugünkü mücadeleye hizmet etmiyor. Birleştiğimiz noktayı gündeme getirelim ve oradan ilerleyelim. Bilince çıkarmamız gereken en önemli nokta şu: "Kendi hikayemizi" yazmaya engel olan, NATO'ya girişten sonraki dönemimiz. Son altı yıldır Türkiye'nin ufkunu açan da 15 Temmuz'da Gladyo'nun vesayetinden kurtulmamız. Kaldı ki, İbrahim Kalın da, "milli Mücadele'nin, başkalarının hikayesinin en kuvvetli reddi olduğunu söylüyor. Milli Mücadele ile kendimiz olmuşken ve kendi hikayemizi yazarken, nasıl oldu da başkalarının hikayesinde unsur olduk? Bunu tartışalım. Daha çok birleşeceğimiz nokta buluruz. NATO sonrası dönemde İnönü'nün, Menderes'in, Demirel'in, Özal'ın Çiller'in ve Türkeş ile Erbakan'ın konumları neydi? 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat'ın etkisi ne oldu? Cemal Gürsel, Milli Birlik Komitesi, Memduh Tağmaç, Kenan Evren, Org. Torumtay, Org. Karadayı, Org. Kıvrıkoğlu, Org. İlker Başbuğ ve nihayet Org. Hulusi Akar nasıl roller üstlendiler? Milliyetçiler, İslamcılar, Liberaller, Neo-liberaller ve Milli Demokratik Devrimciler nasıl tutum aldı. Bu tartışmanın hepimizi ilerleteceği görüşündeyim.

İslamcılar ve bağımsızlık tutumu başlıklı yazıya ulaşmak için TIKLAYINIZ...
Maddenin değişimi, pratiğin teorisi başlıklı yazıya ulaşmak için TIKLAYINIZ...
Çağdaşlaşmak, Batılılaşmak değildir! başlıklı yazıya ulaşmak için TIKLAYINIZ...
‘Son yılların hikayesi’ nereden güç alıyor? başlıklı yazıya ulaşmak için TIKLAYINIZ...
Birleştiren vurgu: Bağımsızlık! ? başlıklı yazıya ulaşmak için TIKLAYINIZ...
‘150 yılı’ somut ortaya koymadı' başlıklı yazıya ulaşmak için TIKLAYINIZ...
İbrahim Kalın’ın Eski -Yeni Dünyası başlıklı yazıya ulaşmak için TIKLAYINIZ...
Emperyalizmle mücadelenin değiştirici gücü başlıklı yazıya ulaşmak için TIKLAYINIZ...
Sonraki Haber