Kıbrıs Adası’nın fethinin 451. yıl dönümü-1: Doğu Akdeniz'in uçak gemisi
Stratejistler 20. yüzyılda Kıbrıs Adası’nı 'sabit bir uçak gemisi' olarak nitelendirmişlerdir. Ada; petrol kaynaklarını ve Doğu Akdeniz’i, Süveyş Kanalını, karşılıklı olarak kuzey–güney, doğu–batı istikametindeki sivil ve askerî deniz taşımacılığını kontrol altında tutma imkânını bahşetmektedir.
Askerî harekâtlar için çok elverişli bir üs niteliği taşımaktadır.
Tarihin akışı içinde, Akdeniz’i, Mezopotamya’yı ve Ortadoğu’yu kontrol etmek isteyen güçler arasında, Ege Denizi’ndeki ve Akdeniz’deki, Sicilya, Sardunya, Kıbrıs, Korsika, Girit, Rodos (Oniki Ada), Malta, İmroz (Gökçeada), Bozcaada, Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam (vs) gibi stratejik önem ve değer taşıyan adaları ele geçirmek için sürekli bir rekabet ve çatışma yaşanmıştır.
Üstünlüklerini diğerlerine kabul ettiren, baskın çıkan güç veya güçler, bu adaları egemenlikleri altına alabilmişlerdir.
Osmanlı Devleti yükselme devrinin ortalarından itibaren Taşoz, Semadirek, Limni, İmroz (Gökçeada), Bozcada, Midilli, Eğriboz, Şeytan, Sisam, Rodos gibi adaları ve diğer Menteşe Adalarını, Kerpe, Çoban, Kiklat Adalarının tamamını, Sakız ve civarındaki adaları birer birer kendi topraklarına dâhil etmiş bulunuyordu.
16. yüzyılın üçüncü çeyreğinde de Osmanlı İmparatorluğu yükselme devrinin zirvesine ulaşmıştı.
Sınırları, Avrupa’da Viyana önlerinden başlıyor; bugünkü Macaristan ve Balkan ülkelerini içine alıyor; Karadeniz’in kuzeyinden geçerek İran’a ulaşıyor; güneye Basra Körfezi’ne uzanıp Arap yarımadasını ve Kuzey Afrika’yı kapsıyordu. Akdeniz’in çevresinin yaklaşık dörtte üçü Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarıyla çevriliydi. Ege’deki, Orta ve Doğu Akdeniz’deki adaların, ada gruplarının, Kıbrıs ve Girit hariç, tamamı Osmanlı egemenliği altına alınmıştı. Osmanlı Devleti bir dünya gücü haline gelmiş; kuvvetler dengesinin belirleyici unsuru olmuştu.
Kıbrıs ve Girit, devrin Akdeniz’deki güçlü denizci devleti Venedik’in elinde bulunmaktaydı. Venedikli korsanlar bu adaları üs olarak kullanarak Osmanlı Devleti’nin Orta ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarına zarar vermekten geri durmuyorlardı. Gelişmeler öncelikle Kıbrıs adasının ele geçirilmesini Osmanlı Devleti için bir zorunluluk haline getirmişti.
Ada’nın fethi 11 ay süren bir kuşatma harekâtının sonunda 1 Ağustos 1571 tarihinde tamamlanmıştır. Böylece Anadolu ile Mısır ve Suriye arasındaki deniz yolunun güvenliği sağlanmış; Doğu Akdeniz’in tamamına Osmanlı Devleti hâkim olmuştur.
Kıbrıs Adası’nın Lala Mustafa Paşa'nın komutasındaki Osmanlı kuvvetlerince 1 Ağustos 1571'de fethinin 451'inci yıl dönümü milletimize kutlu ve mutlu olsun!
ADANIN KONUMU
Kıbrıs adası eski ve köklü uygarlıklara kaynak ve sahne olmuş bulunan ve üç semavî dinin de doğup yayıldıkları bölge olan Doğu Akdeniz havzasında yer almaktadır.
Doğu Akdeniz havzası aynı zamanda uluslararası siyaset sahnesi için sorun, gerginlik ve hattâ savaş üretme bakımından ziyadesiyle verimli bir bölge olma vasfına sahiptir.
Çünkü, Doğu Akdeniz havzası, coğrafya açısından Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kavşağı konumundadır.
Dünyanın doğusu ile batısını birbirine bağlayan ticaret yolu üzerinde bulunmaktadır.
Karada ve denizaltında zengin enerji kaynaklarına sahiptir.
Jeopolitik ve jeostratejik bakımdan müstesna nitelikler taşımaktadır.
Konumu ve sinesinde barındırdığı özellikleriyle Doğu Akdeniz havzası, tarihin akışı içinde, önceleri bölgesel güçler arasında ve bilhassa sanayi devriminden ve Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra, küresel güçlerin de katıldıkları gerginliklere, çatışmalara sahne olmuştur.
Olmaya devam etmektedir.
Çünkü, Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde başta Ortadoğu olmak üzere Doğu Akdeniz havzasında emperyalizmin geride bıraktığı manzara şöyleydi:
Bir tarafta suni biçimde çizilmiş hudutlarla parsellenmiş bir siyasî coğrafya ve suni çözüm şekilleriyle aslında çözülememiş ve yeni ve daha büyük karmaşık sorunlar yaratmaya müsait sorunlar; diğer tarafta da emperyalist güçlere minnet duyan ve biat eden yönetimler.
Osmanlı Devleti’ne de Sevr Antlaşması dayatılmış ve Anadolu parçalara bölünmüştü.
Bir süre sonra da Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla bölgeye ilâve huzursuzluk tohumu atılmıştı.
Türk Milleti Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde bağımsız, egemen, çağdaş ve lâik Türkiye Cumhuriyeti’ne kavuşarak kendisini Ortadoğu’nun çirkin manzarası içinde yer almaktan kurtarmıştır.
Günümüzde de Doğu Akdeniz havzasının yeniden şekillendirilmesi yönünde, emperyalist güçlerin müdahaleleri sürmektedir. Arap Baharı kisvesine bürünen hareketin etkisi ve sonuçları ortadadır.
Birleşmiş Milletler’in uluslararası barış ve güvenlik ile ilgili en eski gündem maddelerinin Doğu Akdeniz havzasından kaynaklı sorunlardan oluştuğunu görmekteyiz.
Doğu Akdeniz havzasına dahil olan Ortadoğu’ya ilişkin sorunlar, Filistin’den gasp edilen topraklarda İsrail Devleti’nin kurulmasıyla birlikte 1947 yılında BMGK’nin gündemine girmiştir. Bu sorunlar, geçen 75 yıl içinde nihai çözüm şekline kavuşturulamadan, havzanın özelliklerinden kaynaklanan sebeplerle artarak ve çeşitlenerek devam etmektedirler.
ADANIN ÖNEMİ
Kıbrıs Adası da işte bu Doğu Akdeniz havzasının tam merkezinde bulunmaktadır. Bu yüzden de BM’nin gündemindeki en eski uluslararası uyuşmazlıklardan birinin sahnesi ve konusu olmaktan kendisini kurtaramamıştır. Kıbrıs uyuşmazlığı Doğu Akdeniz havzasında doğmuş ve gelişmiştir. BM Genel Kurulu’nun gündemine 1954’te; Güvenlik Konseyi’nin gündemine de 1964’te girmiştir.
Kıbrıs Adası'nın tarihi hakkında en kapsamlı ve hacimli eserin yazarı olan Sir George Francis Hill, “Kıbrıs Tarihi” (A History of Cyprus) isimli 4 ciltlik kitabının 1. cildinin 1. bölümüne şu cümlelerle başlıyor: (1)
“Kıbrıs’ın İngiltere tarafından 1878’de işgalinden hemen sonra bir Alman arkeolog (Gustav Hirschfeld) şöyle yazdı: ‘Doğu’da büyük güç olmak ve öyle kalmak isteyen, Kıbrıs’ı elinde tutmalıdır. Bunun doğru olduğunu dünya tarihinin Mısırlı III. Thutmes’den Kraliçe Viktorya günlerine uzanan üç bin beş yüz yılı kanıtlamıştır.'”
1938-46 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı yapmış olan Hasan Âli Yücel de “Kıbrıs Mektupları” adlı kitabında Kıbrıs Adası’nı “Akdeniz’in Fettan Kızı” olarak nitelendirir ve şunları ifade eder:
“Kıbrıs Akdeniz’in medenî çevresinde her zaman sevilmiş, fakat hiç sevmemiş, fettan bir deniz kızıdır. Hangi aşığı kuvvetli, cerbezeli, becerikli ise ona teslim olmuştur.” (2)
Hem, merhum Hasan Âli Yücel’in içine romantizm de katarak yaptığı bu edebî tarif hem yukarıda alıntıladığımız Gustav Hirschfeld’in sözleri, Kıbrıs adasının önemine dair ilgili birçok gerçeği çarpıcı biçimde açıklamaktadır. Tarihin akışı bu değerlendirmeleri doğrulamıştır.
Gerçekten Kıbrıs Adası hem bölgesel hem küresel güçler arasındaki siyasî ve askerî dengeyi etkileyen stratejik bir konuma sahiptir. Bu konumuyla da tarihte sürekli olarak güçler arası rekabete ve çatışmaya konu ve sahne olmuştur.
Stratejistler 20. Yüzyılda Kıbrıs Adası'nı “sabit bir uçak gemisi” olarak nitelendirmişlerdir.
Kıbrıs adası, Ortadoğu’yu, yani petrol kaynaklarını ve Doğu Akdeniz’i, Süveyş kanalını, karşılıklı olarak kuzey-güney, doğu-batı istikametindeki sivil ve askerî deniz taşımacılığını kontrol altında tutma imkânını bahşetmektedir. Ortadoğu bölgesine yapılabilecek bir askerî harekât için çok elverişli bir üs niteliği taşımaktadır.
Ada, ABD’nin ve İngiltere’nin, gerektiğinde Kıbrıs’taki egemen İngiliz üslerinden İsrail’in imdadına yetişebilmeleri için fevkalâde elverişli konumdadır.
Son 20 yıl içinde Kıbrıs’taki egemen İngiliz üslerinden havalanan uçaklarla Libya, Irak ve Suriye’de çeşitli hedeflerin vurulduğunu da biliyoruz.
1960 Andlaşmaları ile İngiltere’ye Ada’da iki askerî üs verilmiştir. Bu üsler İngiltere’nin egemen topraklarıdır. İngiltere AB’ye katılırken Kıbrıs’taki bu iki üssünü AB’nin yetki alanının dışında bırakmıştır. Annan Plânı’nın ortaya çıkmasında rol oynamış bulunan ve kendisini Rumlardan yana tutumlarıyla yakından tanıdığımız İngiliz David Hannay, yayınladığı kitabında (3) “bu üslerin muhafazasının, 1960’dan sonra İngiltere’nin Kıbrıs’a olan yakın ve doğrudan ilgisinin devamının sebebini ve Kıbrıs sorunu hakkındaki politikasının temel amacını oluşturduğunu” yazmıştır.
En son olarak Annan Plânı dahil, oluşturulmuş olan bütün çözüm plânlarına İngiltere’nin şekil vermesi veya vermeye teşebbüs etmiş olmasının ve BMGK’de Kıbrıs hakkındaki karar tasarılarının yazarlığını İngiltere’nin yapmasının nedeni budur.
BMGS tarafından ortaya konulmuş bulunan çözüm plânlarında, Ada’nın belirli şartlarla askersizleştirilmesinin de öngörülmüş olunmasına rağmen, Ada’daki İngiliz üslerine hiçbir şekilde dokunulmamıştır.
Değerlendirmelerimizde, “Büyük Britanya Adası’na 3000 km mesafedeki Kıbrıs Adası İngiltere için önem taşırsa, Anadolu Yarımadası’nın güney sahillerine 70 km uzaklıktaki Kıbrıs Adası Türkiye için önem taşımaz mı?” sorusunun sorulması gerekir.
OSMANLI İMPARATORLUĞU VE KIBRIS
Osmanlı Devleti, muazzam ve muhteşem bir imparatorluk haline gelerek gücünün zirvesine eriştiği; Doğu Akdeniz’i âdeta bir Türk gölüne dönüştürdüğü ve dünyaya gücünü kabul ettirdiği “Yükselme Devrinde” 1571’de Ada’yı fethetmiştir.
Osmanlı Devleti, sadece bir büyük güç olabilmenin ve Doğu Akdeniz’i ve deniz ticaret yollarını büyük bir güce yaraşır biçimde kontrol edebilmenin ve Anadolu’nun emniyetini sağlayabilmenin gereği olarak Kıbrıs’a hâkim olmuştur.
307 yıl hukuken ve fiilen, 45 yıl da hukuken olmak üzere 352 yıl egemenliği altında tutmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun “yıkılma devrinde” bu defa dönemin en güçlü devletlerinden İngiltere Ada’ya sahip olmuştur. 1878 yılında Rusya'dan Anadolu topraklarına yönelen çok ciddi tehdit ve tehlike üzerine, İngiltere'nin vereceği askerî destek karşılığında Kıbrıs'ın İngiltere tarafından işgal ve idare edilmesine razı olmak mecburiyetinde kalmıştır.
İngiltere, Ada’yı ilhak ettiğini 5 Kasım 1914 tarihinde açıkladığı zaman da Osmanlı Devleti bunu tanımadığını fiilen gösterecek gücü kendisinde görememiştir.
Helen unsurların ve Yunanistan’ın Kıbrıs’ta hiçbir zaman egemen güç olmadığı tarihî bir gerçektir.
Kronolojik sıraya sadık kalarak zikretmek gerekirse, Ada’da, Hititler, Mısırlılar, Asurlar, Fenikeliler, Persler, Romalılar, Cenevizliler, Memlûklar, Venedikliler, Osmanlılar, İngilizler ve ortak olarak Kıbrıslı Türkler ve Rumlar hakimiyet kurmuşlardır diyebiliriz.
Günümüzde de Türkler ve Rumlar, Ada’da kendi bağımsız ve egemen devletleri altında yan yana yaşamaktadırlar.
DEVAM EDECEK...
(1) George HILL, A History Of Cyprus, Cilt: 1, Cambridge University Press, 1952 (Dijital baskı 2010), ISBN 978-1-108-02062-6, s. 1.
(2) Hasan li YÜCEL, Kıbrıs Mektupları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara – 1957, s. 8.
(3) David HANNAY, CYPRUS, The Search for a solution, I.B. Tauris, 2005, 2007, s. 2.